Arabesk, Şener Şen, Fazıl Say ve Marlon Brando...

TOPLUM olarak eleştiriye açık olduğumuz söylenemez. Doğal olarak Türk sineması da bu eğilimden payını fazlasıyla alır.

Örneğin başarısız bulduğumuz bir filme ilişkin en sık karşılaşılan durum “bu filmin ne çok emekle yapıldığını biliyor musun” tepkisidir. Peki dünya genelinde durum nedir ve Türkiye özeline bakıldığında sanata dair eleştirileriyle gündemden bir türlü inmeyen Fazıl Say nasıl karşılanmalı? Gelin önce zamanda bir yolculuk yapalım.
“Baba/Godfather” bir edebiyat uyarlaması olarak 1970’ler sinema dünyasında gerek hikayesi gerekse kadrosuyla olay yaratan filmlerin başında geliyordu. Büyük oyuncu Marlon Brando canlandırdığı Don Vito Corleone karakteriyle, 1973 yılı Oscarlarında en iyi erkek oyuncu ödülünü kazandı. Herşey olağan akışında ilerlerken, Marlon Brando ismi anons edildiğinde sahneye kızılderili kıyafetleri içerisinde bir genç kadın (Maria Cruz) geldi ve özetle şöyle dedi:
“Kızılderili halkına yapılan katliam ve genel ayrımcılığı protesto etmek amacıyla Marlon Brando bu ödülü almayacak.”
Kısa süren bir şaşkınlık sonrası tören devam etti, ancak Marlon Brando’nun hazırladığı, ülkesini katliamla suçlayan ve son derece güçlü ırkçılık karşıtı ifadeler taşıyan uzun bir metin basına dağıtıldı. Kuşkusuz ertesi gün, Oscar töreninin kendisinden çok, bu olay manşete taşınmıştı.

Başkan, senden utanıyorum

Yine Oscar törenlerindeyiz. Yıl 2003 ve Irak savaşı bağlamında en yoğun tartışmaların yaşandığı bir dönem. En iyi belgesel film dalındaki adaylar arasında ödül heykelciğini Michael Moore’un kazandığı anlaşılır. Bu belgesel yalnız Amerika’nın değil, tüm dünya tarihi için bir yeni dönemi ve zihniyeti başlatan 11 Eylül saldırılarıyla ilgili olarak Bush yönetimini yerden yere vuran “Fahrenheit 9/11” filmidir.
Ödül için teşekkür konuşması yapması umut edilen Michael Moore kürsüye geldiğinde hiç bir kuşkuya yer bırakmayacak net sözler söyler:
“George Bush senden utanıyorum, sen de yaptıklarından dolayı utanç duymalısın.”
Bu görüşe katılan da olur, katılmayan da. Ama tören kaldığı yerden aynen devam eder.
Fazıl Say’ın arabesk müzik hakkında (aslında arabesk duruşa karşı) yaptığı eleştiriye gösterilen tepkileri izlerken sinema dünyasının bu görkemli ve artık evrenselleşmiş protestolarını düşünmeden edemedim.
Bir yanda bütünüyle toplumu, ülkeyi eleştirel bakıştan geçiren siyasi bir duruş ve söylem var; bununla birlikte kimsenin kılı bile kıpırdamıyor. Olgunluk ve hoşgörü ön planda. Diğer yanda ise bir toplumsal davranış biçimine yöneltilen eleştiri karşısında bile yer yerinden oynuyor. Üstelik meselenin özü gözardı edilerek:

Bir de bu gözle izleyin

Fazıl Say’ın sözlerinin bütünü “riyakarlık, omurgasızlık” üzerine yapılmış bir yorum. Bunu “arabesk müzik dinleyenler beş para etmez” noktasına çekmek gerçekten başarı ister. Doğrusunu söylemek gerekirse, kimse eleştirel sözler duymak istemez, övgü her zaman geçer akçedir; ancak lafları cımbızla ayıklayıp, sadece işimize gelmeyen kısımlardan yeni bir tartışma gündemi yaratma konusunda da galiba kimse elimize su dökemez!
Kızmak işin kolayı. Oysa çözüm anlamaya çalışmak ve sorunlarla yüzleşmekten geçiyor. Tabii bir de en önemlisi “kendisiyle barışık yaşamak” ilkesini asla unutmamaktan. Dünya sinemasında örnek pek çok ama Türkiye’de böyle bir cesareti Ertem Eğilmez’den başkası gösteremedi.
Şener Şen, Müjde Ar ve Uğur Yücel 1988’deki “Arabesk” filminde aslında kendilerinin de bir parçası olduğu Yeşilçam şablonu ile bir film boyu dalga geçiyor. Bütün mesele kendisiyle yüzleşebilmek ve eleştiriye tahammüllü olmak.
“Arabesk”i bir de bu gözle izlemenizi öneririm.

Haftanın film kılavuzu

Artık çok sezonlu bir anlayış geliştiği için, sinema salonlarında her hafta yeni filmler bulmak mümkün. Bol seçenekli gibi görünse de egemen tarzın komedi ve aksiyon olduğunu söyleyebiliriz. Bu haftanın film menüsü şöyle:

Arap tarihini merak edenlere “üç boyutlu” gözlüklerle izleme imkanı veren (Amerikan yapımı) “Arabistan”; komedi/aksiyon karışımı isteyenlere ise suçsuz yere hapse atılan dört arkadaşın önce cezaevinden firar edip, sonra da “iyilere dost kötülere düşman” olmasını anlatan “A Takımı” var. (Meraklısına not: A Takımı bir TV dizisi olarak 1983-1987 arasında televizyonda gösterildi.)

Fransız sineması ise bir Amerikan öykünmesi ile karşımızda. Mafyadan ayrılıp huzurlu bir hayat kurmaya çalışan eski bir tetikçi eninde sonunda eski patronlarından intikam almak zorunda bırakılır. Bu çok “Amerikanvari” öyküyü Marsilya fonunda Jean Reno’dan izlemek isteyenler için “Ölümsüz” bu hafta sinemalarda.
Yazarın Tüm Yazıları