Ankara’nın son icadı çiçek motifli ekranlar

SİNEMA salonu olmayan şehirlerimizin sayısı hiç de az değil ve onlar için tek seçenek televizyonda sinema. Ayrıca çok beğendiğin bir filmi televizyonda bir kez daha izleyip sağlamasını yapmak güzeldir.

Herhalde “güzeldi” diye yazmak en doğrusu; film yayınlayan her televizyon kanalı uzayda yetişen çiçeklere benzer motiflerle bezeniyor çünkü. Dizi senaryosu kuralları, içerik denetimi ve “kötü alışkanlık” bekçiliği derken başkent Ankara yeni bir tarz yarattı:
RTÜK vesayeti.
Sigara yasağının mantık ötesi bir hal almasıyla birlikte televizyonda film izlemek işkence çekmek gibi bir şeye dönüştü.

Virgina Woolf sigara içmezse

Son yıllarda çekilen filmler bu konuda daha “steril.” Ama sinema tarihi klasiklerini ya da Avrupa, Asya sinemasının önde gelen örneklerini izlerken konuya adapte olma şansınız sıfır; çünkü ekrandaki çiçek motifleri, garip şekiller veya doğrudan buzlanma yoluyla, yıllara meydan okumuş filmlere “Türk usulü yasakçılık” yorumu getiriliyor.
“Saatler/The Hours” filminde Nicole Kidman öyle bir sigara tüttürür ki, canlandırdığı Virginia Woolf sanki beyazperdede yeniden hayat bulur. Virginia Woolf muhteşem eserlerini yazarken, işte o sigara da hayatının vazgeçilmeziydi. Şimdi bu filmi televizyonda izlemeye kalksanız, bir edebiyatçının yaşam öyküsünden çok ekranda dans eden çiçek motifleriyle başa çıkmak durumundasınız.
“Bar Sineği/Barfly” Mickey Rourke’un Henry Chinaski karakteriyle aslında Charles Bukowski’yi oynadığı muhteşem bir filmdir. Festivallerin gediklisi bu modern klasiği gelin televizyonda gösterin, bakalım bir tane sigarasız sahne bulacak mısınız? Zaten bulursanız bir hata arayın; tabii niyetiniz Bukowski dünyasına gerçekten nüfuz etmekse.
Bir film senaryosuyla canlandırılan karakterin sigara içmesi gerekiyorsa içecektir, bunun başka izahı var mı? Japonya, Kore, Tayvan sinemasından da sigaraya “kötü gözle” bakan filmler beklemeyin, çünkü Amerika’nın tersine sigara alışkanlığı hala hayatlarının bir parçası.
Hollywood son dönemede sigara meselesine el attı ve sigaralı sahneye yer vermemeye başladı deniyor. Bir bakıma doğru, ama eksik.

Senaryolarda oto sansür

Filmlerdeki karakterler çok nadir sigara içiyor ama “yasaklamalıyız” mantığından ziyade sigaranın kötülüğü üzerine toplumsal bilinç oluştuğundan ve gündelik hayatta sigara diye bir konu neredeyse kalmadığından.
Yerli film yapımcıları bir yandan artan maliyetlerle, bir yandan yasakçı zihniyetin karabasanlarıyla uğraşmak zorunda. Yapımcılar “aman başımız ağrımasın” diye sızlandıkça “oto sansür” denen virüsün senaryo yazarı ve yönetmene bulaşmaması imkansızdır. Bir komedi dizisine “Türkçe’yi bozuyorsun” bir diğerine “çocuklara kötü örnek oluyorsun” (bu kötü örnek olma meselesini bizim kadar istismar ederek “kötü örnek olan” başka bir toplum var mı bilmiyorum) diye uyarılar yağınca, şimdi senaryolarda “sorun yaratma potansiyeli” olan bölümler de ayıklanmaya başlandı.
Bir zamanlar TRT (tek kanal olduğu yıllar) ekran kılavuzu yayınlardı hatırlar mısınız: Ekrana çıkması yasak olan isimler, kullanılması yasaklı kelimeler, yasaklı şarkılar üzerine. Nostalji yapmaya gerek yok, 2010 versiyonu karşınızda. O zaman TRT, şimdi de RTÜK marifetiyle.
Kimsenin sigara teşvik edilsin dediği falan yok, ancak ekran buzlanması veya çiçeklenmesi gibi abartılı yöntemlerle hem sinemanın canına okunuyor; hem de yasaklamanın en doğru çözüm olduğuna inanan oto sansür kafalı kuşaklar yetişiyor.

İsteyene U2 isteyene kan gölü

BU hafta üç boyutlu filmlerden yana zengin.
İstanbul’da 6 Eylül’de konser verecek olan U2 önce beyazperdede izlenebilir, üstelik tam bir konser atmosferiyle. Dünyaca ünlü grubun 2006 Güney Amerika turnesi kapsamında yedi ayrı ülkede verdiği konserler kaydedildi ve üç boyutlu teknolojiyle sinemaseverlere sunuluyor. U2 sevenler için özellikle vurgulamak gerekiyor, bu filmin gösterimi üç günle sınırlı.
Sadece “Cine Bonus” grubu sinemalarında üç gün, yani cuma, cumartesi ve pazar seanslarında oynayacak. Bir başka deyişle bu yazıyı okurken iki günlük şansınız kalmış oldu!
Korku gerilim tarzını bir de üç boyutlu yaşamayı tercih edecekler içinse, “Pirana” filmi var. 1975’in klasiği “Denizin Dişleri/Jaws” ile sinemasal anlamda rekabet edemese bile, “Pirana”nın seyircisini teknolojik anlamda etkileyeceği kesin.
Yazarın Tüm Yazıları