Ankara modası bu değil, ama gel de dünyaya anlat!

Medyadan takip etmişsinizdir; Ankaralılar bir gün arayla iki farklı defileye tanık oldu. Sheraton Otel’de yapılan organizasyonların ilkini Setre Giyim isimli tesettür firması, ikincisini ise Ankara Giyim Sanayicileri Derneği(AGSD) gerçekleştirdi. Birbirinden bağımsız oluşturulan defileler, hazırlanışıyla, izleyenleriyle ve tarzıyla, ortaya iki farklı tablo çıkardı.

İlkinde Associated Pres, AFP ve Reuters gibi dünyanın en önemli haber ajanslarının "Türkiye’de İslami Moda" başlığıyla geçtiği tesettür defilesi, Konya merkezli Setre Giyim’in Setrms markası için düzenlendi. Gerek podyumun üstündeki mankenler, gerekse izleyici bölümündeki davetliler tesettür şovun birer parçası gibiydi. Dahası kapı girişinde davetlileri karşılayan üçü bayan, diğer üçü bay firma sahibi ve yetkilileri karşı cinsle tokalaşmadı. Beyler beylerle, hanımlar hanımlarla el sıkıştı, karşı cinsten yönelenlerin eli ise havada kaldı.

DEVLET KONUKEVİ’NE GÖZ DİKMİŞLERDİ /images/100/0x0/55eb1f27f018fbb8f8ac9287

Toplumsal hafızamız zayıf olduğu için bir hatırlatmada bulunayım. Aslında aynı firma ilk olarak bundan 5 yıl önce yaptığı organizasyonla adını duyurmuştu. "Osmanlı’dan Günümüze Türk Kadını" adı altında bir defile düzenlenmek için kolları sıvamış, içeriğiyle siyasi tartışmalara neden olmuştu. O sıralar TBMM Başkanlığı koltuğunda oturan Bülent Arınç’ın eşi Münevver Arınç ile yine aynı dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün eşi Hayrünisa Gül’ün himayeleri altında gerçekleşeceği bildirilen defilenin yeri olarak da, eski adı Ankara Palas olan Devlet Konukevi seçilmişti. Hedeflenen mekan oldukça ilginçti. Çünkü burası, Cumhuriyet’in kurulduğu o ilk yıllarda, modern Türkiye’nin değişen çehresinin aynasıydı. Cumhuriyet Baloları da dahil olmak üzere, Atatürk’ün katıldığı tüm davetler burada gerçekleştiriliyordu.

Defilenin Devlet Konukevi’nde yapılacağının duyulmasıyla birlikte, muhalefet ve medya karşı kampanya başlattı. Sonuçta, Hayrünisa Gül ve Münevver Arınç adlarının, kendi izinleri olmadan organizasyona karıştırıldığını söyledi. Hal böyle olunca da, yoğun baskı karşısında defilenin yeri değiştirildi. Defile Dedeman Büyük Anadolu Oteli’ne kaydırılırken de Münevver Arınç ve Hayrünisa Gül davete gelmedi. Zaten, firmanın davetli listesi bir hayli kabarık olmasına rağmen salonun yarısı boş kaldı.

MÜNEVVER ARINÇ BAŞROLÜ KİMSEYE KAPTIRMIYOR

Aradan bir yıl geçmişti ki, firma aynı tarz defileyi tekrarladı ve sürpriz konuk olarak Münevver Arınç’ı ağırladı. Daha sonraki yıllarda ise Münevver Hanım, değişmez baş konuk oldu. Tıpkı son olarak Sheraton Otel’de gerçekleşen defilede olduğu gibi. Tabii ki yanında AKP İktidarının bakan eşlerinden bir demet hiç eksik olmadı.

Geçmişteki türban defileleriyle bugünkülere bakıyorum da boş salonlar dolmaya, tesettürü kafasına geçiren hanımlar çoğalmaya başladı. Ajansların geçtiği görüntüler ise benim gözlemimin tescili gibi.

Bu arada defile esnasında yaşananlara da değinelim. Podyumda sergilenen karoagrafi Ertuğrul Özkök’ün de köşesine taşıdığı gibi, tam anlamıyla trajikomikti. Podyumda yürüyen türbanlı kızın yanına güya başı açık bir kız geliyor. Sonra ikisi kolkola yürüyor ki, burada verilmek istenen mesaj aslında toplumun türbanlı ve türbansız kızların arasında hiçbir sorunun yaşanmadığı. Her ikisi de podyumun ortasına geldiği zaman kırmızı şerit karşılarına çıkıyor ve sözüm ona zavallı türbanlı kız bu çizginin ötesine geçemiyor. Burada verilmek istenen mesaj ise "laik yapının olmazsa olmaz kırmızı çizgisi ve türbanlıların üniversiteye girememekten dolayı mutsuz olmaları"

Sonra bir bakıyorsunuz birileri geliyor ve o kırmızı şeridi yerden alıp atıyor. Şimdi her iki kız da mutludur ve kol kola ileriye doğru yürümektedir. Bir gücün, muhtemelen AKP’nin devreye girip, makul politika izlemesi sonucu yasaklar kalkıyor.

İşte, dinin siyasete alet edilmesi gibi, moda da siyasete böyle kurban gidiyor. Peki, tesettür dışında yaratılan bir tarz akıllarda kalıyor mu? Elbetteki "Hayır". Zira, kıyafetlerdeki hem renkler, hem çizgiler, hem de kumaşlar günümüz modasından çok uzak. Amaç, insanlara son trentleri sunmaksa pek ala kapalı bir kıyafetle de bunu gerçekleştirebilirsiniz.

BİR GÜN SONRA BAŞKENTİN ÇAĞDAŞ YÜZÜ

Sheraton Otel’deki tesettür defilesinden bir gün sonra ise bu kez çok daha farklı bir organizasyona tanık olduk. Her yıl geleneksel olarak düzenlenen Başkent Moda Günleri’nin 15’incisi gerçekleşiyordu. Defilenin yapıldığı salon podyumdan izleyici koltuklarına kadar bambaşka bir görünüme bürünüyor, Başkentin modern yüzü kendini gösteriyordu. Defileye, Ankara’da üretim yapan, 14 bayan giyim firması katılıyordu. Yine 2008 ilkbahar yaz kreasyonları tanıtılıyordu, ama bu kez kıyafetler çok farklıydı. Mankenlerin yüzü görünüyor, Paris Kuaför’ün maharetli elemanlarının elinden çıkmış saç modelleri 2008 çizgilerini yansıtıyordu. En önemlisi ise defileyi izlemeye gelen Başkentin çağdaş insanları salonu hınca hınç dolduruyor, hatta pek çoğu ayakta kalıyordu. Şıklıkları ile podyumda boy gösteren mankenlerden geri kalmayan bu insanlar cinsiyet ayrımına girmeden birbirleriyle el sıkışıyor, medeni diyaloglarla ayak üstü sohbetlere giriyordu. Üstelik aralarında bulunan başı kapalı hanımları dışlamadan.

CANİP BEY SAYESİNDE AYAKTA KALIYOR

Bu arada Ankara Moda Günleri’nin mimari, Ankara Giyim Sanayicileri Derneği(AGSD) Başkanı Canip Karakuş’a değinmeden geçemeyeceğim. Yıllardır bu organizasyonun yaşayabilmesi için olağanüstü gayret sarf ediyor. Hem Ankara tekstilini uluslararası rekabet ortamında yarıştırıyor, hem de siyasi kaygılar taşımadan her kesimle güzel bir diyalog kuruyor. Ancak, her girişiminde, her söyleminde ülkemizin çağdaş yüzünü yansıtmaktan geri kalmıyor.

Sonuçta, bir gün arayla düzenlenen bu iki defile, Ankara’nın iki farklı yüzünü gözler önüne seriyordu. Biri, AKP iktidarıyla birlikte, her gün biraz daha güçlenen tesettür cephesi, diğeri ise Ankara’nın moderniteye açık yüzünü temsil eden kitleleri. Biri uluslararası haber ajansları sayesinde bırakın Ankara’yı ülke imajını zedeleyerek adını tüm dünyaya duyururken, diğeri Türk medyasında bile sesini duyurma sıkıntısını yaşıyor.

TESETTÜR DEFİLESİNDEN ENÇOK ANKARALI TEKSTİLCİLER RAHATSIZ

Bu tesettür defilesinden en çok rahatsız olanlar ise Ankaralı tekstilciler. Zira, medyaya yansıyan türban görüntüleri yüzünden, Başkent tekstilinin imajına ciddi darbenin vurulduğunu düşünüyorlar. Üstelik Konya kökenli bir firmanın, apayrı bir kulvarda yer alırken Ankara modası içinde değerlendirilmesinin yanlış olduğunu savunuyorlar. Haksızda değiller. Günümüzde Tüzün, Polo, Park Bravo, Karton gibi tüm ülkede tanınan stil sahibi markalarımız ve vitrinleri süsleyen ürünleri varken, tesettür firmasının Ankara’yla özleşmesinin yanlış olduğu bir gerçek.

ANKARA’NIN BİLİNEN TEKSTİL MARKALARI

Başkentin bağrından kopup, tüm ülkeye, hatta kimi zaman dünyaya adını duyuran Ankaralı tekstil markalarını şöyle bir hatırlayalım. Levent Özçoban’a ait Polo, Tüzün Mirza’ya ait Tüzün, Kamil Özçoban’a ait Park Bravo, Fethi Ağralı’nın Yönetim Kurulu Başkanlığı’nda Ağralı ve Tan Ailelerine ait Yeni Kara Mürsel, Tontu Ailesine ait Dörtel, Sedat Onur’un yarattığı, ama iflas edince Junior ile Modateks Tekstil’e geçen Tiffany&Tomato, Barış Küce’ye ait Limon, Canip Karakuş’a ait Karton ve Ercan-Erkan Görür kardeşlere ait Journey.

Sahi biz bunları neden yaparız?

Her gün posta kutuma yüzlerce e-mail gelir. Bunlar arasında en ilgimi çeken ise genelde Enis Akdağ’dan ulaşanlar olur. Her bir maili kimi zaman düşündürür, kimi zaman güldürür, kimi zaman ise dünyaya bakış açıma yenilikler getirir. İşte geçenlerde gelen bir e-mail, hem düşündürdü, hem de güldürdü. Sadece onun yolladığı yazıya sadık kalmayıp, bir iki ilave de ben yaptım. İşte trajikomik nedenler zinciri...

n Neden, hiçbir trafik kuralında olmamasına rağmen sisli havalarda aracın dörtlülerini yakıp, yola öyle devam ederiz? Bu yüzden sağa ya da sola dönüş esnasında arkadan gelen araca hiçbir sinyal vermediğimiz için kazalara sebep oluruz.

n Neden kırmızı yanarken trafik lambasının önünde durmayıp, yaya geçidini bile geride bırakırız. Bu yüzden de yeşil yandığını görmeyip, arkamızdaki araçların korna sesleriyle harekete geçeriz.

n Neden bozulan otobüsün yolcuları bizim otobüsümüze aktarıldığında onlara mülteciymişler gibi bakarız

n Neden mayoların üzerindeki etikette güneşte solar yazar. Mayolar gece giymek için midir?

n Neden alkollü içecekler tütün mamullerine ekran yasağı gelir de, silaha hiçbir yasak konmaz. Sadece sigara ve alkol mü öldürür?

n Neden insanlar birbirlerine sarılınca sağa-sola sallanırlar?

n Neden öğrenciler ilköğretimin beşinci sınıfına kadar öğretmene "öğretmenim" diye seslenirken altıncı sınıfta bir anda "hocam" diye seslenmeye başlarlar?

n Neden insanlar kapalı bir alandan yağmur yağan alana çıkınca kafalarını eğerler? Yağmura duyulan saygıdan mıdır yoksa ondan tırstığımız için midir?

n Neden dükkanını kapatıp giden esnaf, kapıya "10 dakika sonra döneceğim" yazar, ne zaman gittiğini nasıl anlarız?

n Neden gözlerinden öperim denir? insan vücudunda öpülecek daha uygunsuz bir yer var mıdır? Kimse kimseyi gözünden öpmüş müdür?

n Düğünlerde neden "Dom Dom Kurşunu" ile göbek atılmaktadır. "Bir avcı vurdu beni, bin avcı beni yedi" gibi sözler eşliğinde kendinden geçen başka milletler var mıdır?

n Neden bazı kızlarımız şirin bir hayvancağız gördüklerinde "ay inanmıyorum!" derler, inanılmayacak olan nedir?

n Cumartesi ve Pazartesi’nin neden kendi isimleri yoktur?

neden? neden ?
Yazarın Tüm Yazıları