Yonca Tokbaş - Kelebek
Yonca Tokbaş - Kelebek
Yonca Tokbaş - KelebekYazarın Tüm Yazıları

Bizi bu kadar hasta eden şey sürekli yargılamak olabilir mi?

Gurbetçi olup bize uzaktan bakmak, bazen nelerin bizi ne kadar hasta ettiğini, üzdüğünü, incittiğini, güven sarstığını görmeye (belki de yüzleşebilmeye demeliyim) fırsat veriyor.

Haberin Devamı

En çok incindiğim ve sürekli maruz kaldığımızı daha da ciddi fark ettiğim şey, görüntüye dair yargılamalarımız.
Her türlü görüntüden bahsediyorum.
Çorap renginden bilmem nereye uygun olan veya olmayan bir şeyi giymene/giymemene... Aldığın-almadığın kilodan saçının şekline, gelmiş/gelmemiş dip boyana... O kadar çok konu oluyor ki bunlar, öyle önemseniyor ki “dış görüntü”, herkes bunu normalleştirmiş de gayet olağan buluyor gibi. Oysa bunlar çok yargılayıcı yorumlar, hatta bir tür psikolojik şiddet.
Ağzım açık kalıyor, cevap veremiyorum bazı şeylere. “İncindim” dediğimde de güçsüz, tahammülsüz olmakla itham edilebiliyorum. Adap mı demeliyim, davranış şekli ve usulü mü, hangisi en doğruysa artık, işte o çok yıpranmış. Saygı ve güven yerle bir.
En fenası da, çocuklar da sürekli böylesi bir dışlanmaya maruz.
Çocuklarımın verdiği tepkiyle ayıldım. Ben de öyle görmüşüm ya, yadırgamıyorum.
Herkes her şeyi baştan aşağı süzüyor. Ama ne süzmek!
En basitinden “doydum” dendiğindeki o aşırı ısrar öyle yıpratıcı ki! Hatır için çiğ tavuk yenmez, yedirtmemeli kimseye. Bu cümle çok ağır bedel ödetiyor alttan alta.
Dilimize yerleşmiş kalıplar şiddet içinde.
“Yerim seni”... Sıkılan/sıkıştırılan yanak, totoya bir şaplak, “Maşallah” derken o “totoya yapılan vurgunun cinsel tacizkarlığı” ve bizim bunu iyi niyetli tontiş bir şey gibi yaşamamız mesela... Veya “Göbüşe bak” dediğimiz küçücük çocuğun yüzündeki düşüşle dalga geçmek...
Veya kişinin özel hayatına dair hep zamansız ve hadsiz sorular.
Kişinin cevap vermeme hakkına saygısızlık. Anlatmak istemediğin için güvenmemekle suçlanmak.
Offf yahu ne alakası var!
Her şeyi kişisel almayı saymadım daha. Ben kendimle ilgili derdimden bahsediyorum, karşımdaki “Vay sen bana neden öyle dedin” diyor. Ben sana demedim canım ciğerim, içim yanıyor onu dedim, duy beni!
Çocuklara sürekli sorular soruluyor?
Kaç dil biliyorsun? Sen de annen/baban gibi bilmem ne konusunda iyi misin?
Kaç aldın en son sınavdan? Kardeşin senden uzun maşallah, sen spor yapmıyor musun?
Kaç para kazanıyorsun? Erkek arkadaşın hâlâ yok mu?
Çocuk? Kaç çocuk? Çocuk olmuyor mu? Tüp mü?
Güzelsin, burnunu yaptır, boyun kısa, boyun uzamış... Olmuş-olmamış...
Allah’ım dayanılacak gibi değil!
Bitmiyor sorular, bitmiyor yetmezlikler. Hiçbir şey bir başkasına göre yeterince “okey” değil! Daha daha mükemmel olmak gerekiyor. Değilsen de, öyleymiş gibi satış yapman lazım ki, olsun. Yani yalan söylesen daha iyi gibi.
Anı yaşamak, kendini ispat etmek zorunda olmak çok zor!
Mahremiyet desen, ohoooo o da ne. Bana özel yahu!
Her şey etiket. Her şey görüntü. Her şeye para ve pahaya göre değer veya değil.
Senin NASIL olduğun, nasıl şeylerle ilgilendiğin/sevdiğin yeterince önemli ve öncelikli olamıyor. Olsa da bir hor görme ifadesi çakılıyor.
Aynı aynı aynı olunsun çabası devam ediyor hastalıklı bir şekilde.
Kapan Yonca, kapan kaç ve sus Yonca hissi veriyor tüm bunlar bana baktıkça.
Agresif sorular, agresif sokak, agresif sohbet.
Çok zor bu. Çok zor bakın, ben bu yaşımda git gide daha zor dayanıyorum. H
Kıyaslamalar bitmiyor.
Muhabbetler sarsıcı oluyor.
Çocuklar bu ortama maruz büyüyor ve her biri gergin, öfkeli veya tam tersine suskun ve kaçma istekli. Anlıyorum onları. Anne babalar konuşuyor onların yerine.
Kendilerini ait hissetmedikleri bir hayat içindeler, değerlerini giyim kuşam ve alış verişle kanıtlamak zorundalar sanki.
Oysa hayata anadan doğma çıplak geldiğimizde sarılıyor anamız babamız bize. Daha o dakika parmağını sıkı sıkı tutuyoruz biz de. Güveniyoruz, hiç tanımadan, tanışmadan, konuşmadan, koşulsuzca ve çırılçıplak seviyoruz birbirimizi. Sevişiyoruz çırılçıplak.
O canım koşulsuz sevginin üzerine –kefen giydirilene kadar- türlü çeşit kılık, maske, etiket taka çıkara yoruyoruz, yıpratıyoruz kendimizi, hiçbir değeri olmayan maddiyatla.
Çocuklarımıza, sevgi almayı öğretmek marifet değil; sevmeyi yaşatmak bambaşka bir emek ve marifet.
Görüntüye para harcamakla kalbini yorma cancağızım. Gönlünü hoş tutmaya, sohbeti aşkla yapmaya, yargısız koşulsuz muhabbetle ömrünü uzatmaya bak.
Bugün bir saksıya bir tohum at. Büyüt, yaşat, sula.
İhtimam göster canına. Hayat suyu ver hem ona hem sana. Etrafındakiler nasıl etkileniyor, ilham alıyor senden, gör bak o saksıda büyüyen tohum nasıl çiçek açtırıyor hayatına... Demişti dersin sonra.
Yonca
“saksı”

Yazarın Tüm Yazıları