Son pişmanlık neye yarar

Geçen hafta da yazmıştım; iş ve özel sebeplerle sık sık uçak yolculuğu yapmak zorunda olanlardanım.

Haberin Devamı

Bu durum geçmişte başlı başına bir keyifken, salgın sonrası panik atağa dönüştü. Her uçuşta aynı korku, takip eden birkaç gün içinde akıldan çıkmayan “Acaba bana virüs bulaştı mı?” sorusu...

Hem kendimi hem de sevdiklerimi korumak adına tüm önlemlere uymaya çalışsam da yaşadığım korkunun üstesinden gelemiyordum.

Ta ki yolculara PCR testi zorunluluğu getirilene kadar...

Sadece Türkiye değil, birçok ülke uçuştan en geç 72 saat önce PCR test yaptırılmasını zorunlu tutuyor artık. Türkiye de yurtdışından gelecek yolcular için 1 Mart’a kadar test zorunluluğu getirdi.

Planladığım Amerika seyahati de tesadüfen o kararın sonrasına denk geldi. Neredeyse bir yıldır ne havalimanında ne de uçakta kendimi bu kadar rahat hissetmiştim.

Uçakta bulunan herkesin test yaptırdığını ve sonuçlarının negatif olduğunu bilmek ne büyük huzur, ne büyük konformuş meğer.

Haberin Devamı

Saatlerce uçmama rağmen tedirginlik duymadan gidip döndüm. Diğer yolcularda da aynı rahatlığı gözlemledim.

Test zorunluluğu, herkes için güvenli uçuş demek.

Sadece uçanlar değil, sonrasında kavuştukları, buluştukları, sarılmasalar da bir araya geldikleri kişiler için de aynısı geçerli.

Hem vaka sayısının artmaması hem de yolculukları güvenli kılması için bu olmazsa olmaz bir zorunluluk.

Bana kalırsa gelen yolcu için 1 Mart’a kadar sürecek olan bu test mecburiyeti, o tarihten sonra da devam etmeli... Hele de tüm dünya mutasyonlu virüs ve üçüncü dalga kabusu yaşarken...

Bu durum ülkemize gelecek turistleri de olumsuz etkilemez, bilakis daha güvenli ortam oluşacağı için tercih sebebi bile olabilir. Biz de dışarıdan pozitif vaka ithal etmemiş oluruz!

Umarım Bilim Kurulu da bu yönde bir tavsiyede bulunur.

Son pişmanlığın hiçbir işe yaramadığını daha evvel birçok kez yaşayarak gördük. Bir pişmanlık daha yaşamayalım...

Felaket tellalları bir sussa artık

Türkiye’deki Covid-19 aşılama süreciyle ilgili tartışmalar aylardır bitmedi: Aşı gelecek dendi ama gelmedi, gelir ama yetmez, gelen aşı güvenilir değil, bizi kobay olarak kullanıyorlar...

Bu gibi felaket senaryolarının ardı arkası kesilmiyor, sosyal medya paylaşımları da tedirginliği körükledikçe körüklüyor.

Haberin Devamı

Ama biraz da rakamlara, yurtdışındaki sürece bakmak lazım diye düşünüyorum.

Mesela...

Koronavirüsle mücadelede Türkiye’de 14 Ocak günü başlatılan aşı uygulaması kapsamında 6 Şubat tarihli verilere göre en az 2 milyon 604 bin kişi ilk doz aşıyı oldu. Bu da ülke nüfusunun yüzde 3’ünden fazlası demek.

İkinci doz uygulamaları da önümüzdeki hafta başlıyor. Yani ülkece yola koyulduk, aksamadan devam ediyoruz...

Bir de yurtdışına oranla aşılamanın çok ağır ilerlediği konusu var bu arada...

Tekrarlanıp duruyor.

Oysa geçen gün Almanya’dan yayın yapan medya kuruluşu Deutsche Welle’de şöyle bir habere rastladım:

Türkiye’de aşılama ocak ortasında başlamasına rağmen 2.5 milyonu buldu. Almanya’da 3 Şubat’a kadar 2.1 milyon kişi aşı oldu. Türkiye’de organizasyon açıkça çok doğru gidiyor.

Haberin Devamı

Velhasıl yabancı basın aşılama konusunda bizi örnek gösterirken, biz her ne hikmetse kendi paçamızdan tutuyor, ısrarla kendimizi aşağı çekiyoruz.

Sanki olumsuzluktan besleniyor, hep kötü haber bekliyor gibiyiz.

Kaldı ki baz aldığım sadece resmi rakamlar ve bazı haber siteleri değil... Yakın çevremde, köyümde kasabamda da eşime dostuma, akrabalarıma sordum aşılamayla ilgili deneyimlerini.

Amasya’nın köylerinde yaşayan ve belirlenen yaşın üzerindeki tüm akrabalarım aşı olmuş. Hatta palas pandıras bir aşılama da değilmiş, öyle anlattılar.

Aşı sonrası tansiyon düşüklüğü gibi sıkıntılar yaşanmasın diye yaşlılarımızı bir süre dinlendirmiş, meyve suyu ikram etmiş, “1 ay sonra tekrar görüşeceğiz” deyip öyle göndermişler sağlık merkezlerinden.

Haberin Devamı

Okuyorum, dinliyorum, şaşırıyorum. Ve haliyle diyorum ki; daha ne olmalı, ne yapılmalı, el insaf, bi sussanız artık diyorum.

Zorunlu aksiyon eskiyi aratıyor

Nusret Gökçe, yaptığı şovlarla adını dünyaya duyurmayı başardı. Restoran zinciri Orta Doğu’dan Amerika’ya kadar yayıldı. Dünya starları onun meşhur tuzlama hareketini defalarca kameralar karşısında tekrarladı.
Gökçe, sosyal medya fenomeni olarak kazandığı bu ünü korumak için yıllardır elinden geleni yapıyor. Ama... Etlerle yaptığı şovlar sadece vegan ve vejetaryenleri sinirlendirmiyor, et yemekten vazgeçemeyenler bile çekimleri rahatsız edici buluyor.
Nusret son dönemde, kendisine gösterilen ilgiyi korumak, gözden ve ‘like’tan düşmemek adına şartları çok fazla zorluyor.
“Birisinin adına utanmak” diye bir başlık vardır ya hani... Ne zaman tesadüf eseri görüntülerine denk gelsem, aklıma işte o düşüyor.
Ne gerek var diyorum, alınan onca yoldan sonra bu kadar ağız burun bükmeye, bu kadar estetikten uzak şovlar yapmaya, ne gerek var...

 

Yazarın Tüm Yazıları