Maşrapamızın aldığı kadar

Şarap mı içmeli, şurup mu, yoksa şerbet mi?Yoksa yok mu bunların birbirinden hiç farkı

Haberin Devamı

 

Maşrapamızın aldığı kadar

Marmara’dan (hatta Bursa yöresinden) çıkıp ülkenin başka bir tarafına gittiğinizde, gündüz vakti girdiğiniz bir lokantada “şıra” isterseniz garsonlar “hı?” diyorlar. Şaşkınlıkla anlamama arası bir ses ya da alışkın olunmayan bir sözcük karşısındaki irkilme hecesi bu “hı?” (Gündüz vaktini özellikle belirtiyorum. Akşam akşam şıra soracak değiliz efendim. Belki şıranın biraz durup beklemişi olabilir. O konuya birazdan değineceğiz.)
Aslında “şıra” sormak yanlış. Bilenler, “şıra” dendiğinde neyin kast edildiğini anlarlar ama gerçekte “şıra” zaten “meyve suyu” demek. Yani hangi meyvenin suyu olduğunu belirtmek lazım. “Üzüm şırası” demek herhalde en doğrusu.

Haberin Devamı

SÜTLE GELEN HEMŞİRELİK

Ama şıra sadece meyve suyu demek değil. Farsça (ve onun çok yakın akrabası Hintçe) şıra, “şîr” kökünden geliyor ve “öz, öz suyu ve süt” anlamında bir sözcük. Burada “süt”ü vurgulamak gerekiyor çünkü yine Farsçada “aynı sütü emmiş” insanlara “hemşîra” deniyor. Yani dilimizdeki hemşire, süt kardeş demek. Çoğunlukla da kız kardeş için kullanılsa da, sondaki “-e”, sözcüğü feminen yapan Arapça bir ek değil. Sözcük Farsça. Başka deyişle, “hemşir” diye bir şey yok. Kimi kaynaklar ne yazık ki böyle tuhaf varsayımlarda bulunup “erkek olursa hemşir, kadın olursa hemşire” gibi abuk sabuk, mesnetsiz, kaynaksız iddialarda bulunuyor. Arapçada var onlar, nedim-nedime gibi ayrımlar.

ALIRIM İZNİMİ, SIKARIM ÜZÜMÜMÜ

Biz yine üzüme dönelim. Doğrusunu söylemek gerekirse şıranın tam olarak tanınmaması biraz üzücü. Zira “Bozacının şahidi şıracı” veya “şıracının şahidi bozacı” diye bir halk deyişimiz varken, “şıra” lafını duyan bir garsonun, “hı?” diye şaşırması tuhaf. Şıra, sözcük anlamının da dikte ettiği gibi, üzümün sıkılıp hiçbir işleme uğramadan tüketilen suyudur. Ama en başta dediğimiz gibi, “üzüm şırası” demek daha doğru olur. Şıra, biraz bekletilince alkollenmeye başlar ve şaraba dönüşür. Bu nedenle Osmanlı’da üzümün suyunu sıkmak, subaşıdan alınan izinle mümkündü.

Haberin Devamı

SELÇUKLULAR ZAMANINDA…

Ancak, insana, var oluşundan beri eşlik eden üzümün suyu, elbette Osmanlı’da ortaya çıkmış değildi. Anadolu Selçukluları zamanında da sokakta şıra satanlar vardı. Onlara “fukkâ’î” denirdi ve sadece şıra satmıyorlardı. Bira, şıra, şerbet, kar ve buz da satıyorlardı. Bira ile boza arasındaki ilişkiyi daha önce yazmıştım. (https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/tayfun-timocin/booooza-bozaaaaaa-41733002) Eh işin içine şıra da girdiğine göre, belki de şıracı ile bozacı aynı insandı! Öyle değilse bile, en azından ikisi de sokakta, birlikte mesai yapmakta imişler. Prof. Dr. Erdoğan Merçil’in “Anadolu Selçuklularında Meslekler” kitabından (Bilge Kültür Sanat, 2020) öğrendiğimize göre fukkâ’îler, şerbet olarak bal şerbeti, gülsuyu şerbeti, nardenk şerbeti ve üzüm suyu satarlarmış. Birayı zaten söylemiştik. Bu kişiler mesleklerini sokakta icra eder, bağırarak geldiklerini halka duyurur, servislerini de bardakla yaparlarmış.

Haberin Devamı

MEKÂN SAHİPLERİ DE VAR

Maşrapamızın aldığı kadar

Canı zevkli bir şey içmek isteyen herkes sokakta ayakta durmak zorunda değildi elbette. Fukkâ’îlerin bir de “mekân sahibi” olanları vardı tabii, lakin onlara başka bir isim verilirdi: Meyhaneci! Kayıtlarda bu meslek için kullanılan diğer isimler Arapça “hammâr” ve Farsça “mey-furûş”. Bir de şarap ve şıra imalatçısı var ki ona da “şîre-fişâr” deniyor. Yukarıda konuştuğumuz gibi “şıra” ile doğrudan bağlantılı, hatta doğrudan demeyelim, ta kendisi.
Sözcükler ve sesler öylesine bağlantılı ki, farklı ailelere (dil aileleri) mensup diller, coğrafi komşuluk hatta iç içelik sayesinde, çok sesi ve sözcüğü ortak kullanmışlar. Burada da aynı şey söz konusu. Hint-Avrupa dil ailesinden olan Farsçadaki “şıra”, alkollenmeye başlayınca, Afro-Asyatik Sami dillerinden olan Arapçadaki “şarab”a dönüşüyor! Ne ilginç değil mi? İkisi de üzümün suyu.

Haberin Devamı

HER ÇEŞİT İÇECEK

Çoğumuzun aklına “Arapça” deyince hemen İslâm gelir. Bunun nedeni, Arapçanın İslâmiyet’le birlikte ortaya çıkması değil, İslâmiyet’le birlikte yayılmasıdır. Yoksa Arapça, çok ama çok eski bir dildir fakat İslâmiyet ortaya çıkıp yayılana kadar Arap Yarımadası ile sınırlı kalmıştır. Yine aynı nedenle “şarap” ile “İslâm’ın” yan yana anılması kimileri için rahatsızlık verici olabilir. Lakin sanıldığı kadar rahatsızlık verici bir şey olsa, herhalde Nahl Sûresi 67’nci ayette, “Hurma ve üzüm gibi meyvelerden hem içki hem de güzel rızık edinirsiniz. İşte bunlarda da aklını kullanan kimseler için büyük bir ibret vardır” denmezdi. Şarap, sonradan dinen yasaklanmıştır. Fakat “şarap”, Arapçada (şarâb: ş+r+b) her çeşit içecek için kullanılır. Evet özellikle sarhoş edici içecek yani içki için kullanmaktadır ama her çeşit içeceği kapsar. Bunun en net kanıtı “meşrubat”tır. Meşrubat, şarabın çoğuludur ve “içilecek şeyler” anlamına gelir. Gazlı içecek manası, son birkaç on yılın uydurmasıdır, o kadar.
Hatta daha da ileri gidelim. Meşrubat, Arapça ifadesiyle “maşrubât” içilen şeyler dedik ya hani, işte içilecek şeyleri içmeye yarayan nesneye de aynı nedenle “maşrapa” deniyor.

Haberin Devamı

ORTADOĞU’DAN ATLANTİK’E

“İçilecek şeyler”, kuşkusuz ki meşrubatla sınırlı değil. Yukarıda yazmıştık, fukkâ’îler, pek çok şerbet yapar, sokakta ayaküstü satarlardı. Her şeyin şerbeti yapılırdı o zamanlar çünkü şerbet, bugünkü anlamda, meyvenin suyuna şeker karıştırılarak, şeker yokken de pekmez ve bal katılarak yapılan içeceklere verilen genel addı. Fakat gelin görün ki, şarapla şerbet, aynı kökten gelen sözcükler. Arapça şarab, içilen şeydi, az önce konuştuğumuz gibi; şerbet de yine aynı “ş+r+b” içeren kökten gelen “şarba” sözcüğüne dayanıyor. O da tam olarak “içilecek şey” demek.

Maşrapamızın aldığı kadar

Şerbet, Haçlı Seferleri sırasında Batı’nın öğrendiği şeylerden biri. Fakat zaman içinde onlar biraz daha farklılıklar katmışlar doğal olarak, lakin ismi pek değiştirememişler. Bugün Türkiye’de biraz kalburüstü bir restorana gidip tatlı olarak “sorbe” isterseniz eğer, aslında ta Ortadoğu’dan kalkıp Fransa’ya kadar gitmiş, ardından dönüp dolaşıp bize geri gelmesi sırasında sesi biraz değişmiş “şerbet”ten başka bir şey istememiş olursunuz! Sorbe, “sorbet” yazılır ve gördüğünüz gibi şerbetten çok da farklı değildir. Tabii, uzun yolculuğu sırasında biraz katılaşıp dondurmamsı bir kıvama bürünmüştür, o ayrı, ama bambaşka bir şey de değildir.

ÜST DÜZEY İÇECEKLER

Maşrapamızın aldığı kadar

Bazen soğuk alırız, üşütürüz, alerji tutar vs. Öksürük derdinden kurtulmak için eczaneye gider bir öksürük şurubu alırız. İşte o “şurup” da tam olarak aynı Arapça ş+r+b kökünden gelir ve tam olarak aynı şekilde “içilecek şey” demektir. Zaman içinde “kıvamlı ve tatlı” olarak anlam eklenmiştir sözcüğe. Örneğin, bilenler bilir, “kaynar” ismi verilen bir eski şurup vardır kültürümüzde. Pekmeze tarçın katılarak kaynatılan bir içecektir o.
Dedik ya, şerbetler çeşit çeşitti bir zamanlar… Kuşku yok ki şerbetlerin en güzelini ve iyisini Saray içiyordu. Nitekim geleneksel tariflerimizde misk ve amber katılan şerbetler var ve hem saray mutfağında yer alıyorlar hem de ancak varlıklıların ulaşabildiği malzemelerden yapıldığı için “üst düzey” malzeme kabul ediliyorlar. Nasıl olmasın? Misk, Nepal ve Tibet’te yaşayan erkek misk geyiğinin bir salgısından elde ediliyor, amber ise ispermeçet balinasının karnından çıkartılıyordu. Bugün bunların gerçekleri halen satılıyor mu bilmiyorum; umarım satılmıyordur zira her misk ve amber, hayvancıkların soy tükenmesine bir adım daha yaklaşmaları anlamına geliyor olsa gerek.

FİKİR AKIMLARI

Maşrapamızın aldığı kadar

Şimdi… Anladık ki şarap, şurup, şerbet aynı şey. Maşrapa içmeye yarayan kap. Peki oturulup toplanılan ve birlikte içki içilen yere ne denir? Buna yanıt vermeden önce, bir şeyi vurgulamak gerek. Evet insanlık var olduğu günden bu yana alkollü içki tüketiyor. Kuran’da da bahsedildiği gibi, doğanın bize sunduğu harikalardan biri. Evet, ağzıyla içemeyen, rezillik çıkaran da çok. Ancak rezillik, insanın içindedir, şarabın değil; kötülük bizim mayamızdadır, üzümün değil. Tarih boyu insanlar, bir araya gelerek hem ufak ufak demlenmişler hem de sohbetler etmişler. Böyle böyle, fikir alışverişleri yapılmış, yeni fikirler gelişmiş, ufuklar genişlemiş. Bir araya gelen gruplar, bir fikir akımı, bir görüş, bir eğilim ortaya çıkarmışlar; bunu yaparken de ‘tekrar olacak ama söylemeli’ birşeyler içmişler. İşte bu yüzden fikir akımı, görüş, ekol anlamına gelir, “içki içilen yer” sözcüğü: Meşrep! Ve bu yüzden, kendi görüşünün karşısında bir başkasının görüşünü küçük görenler uydurmuştur “önemsiz görüş” anlamına gelen “hafifmeşrep” sözcüğünü!
11. yüzyılda İran’da ortaya çıkan Kalenderiye tarikatına mensup kişiye “kalender” denirdi. Dünyadan vazgeçerdi, dünyevî şeylerle ilgilenmezdi kalenderler. Bu yüzden o meşhur kantomuz “Ben kalender meşrebim; güzel, çirkin aramam” der.

HAYYAM’SIZ OLUR MU?

Eh o kadar şarap lafı ettik, Hayyam’dan bir dörtlük okumadan olmaz.
“Kim demiş haram nedir bilmez Hayyam?
Ben haramı helali karıştırmam:
Seninle içilen şarap helâldir,
Sensiz içtiğimiz su bile haram.”

Vedamız, yine Hayyam’dan ama bu kez şarapsız bir dörtlük olsun. Arif olan anlayacak, gönül gözüyle okuyan derdine bile çare kılacaktır bu dörtlüğü:
“Bilge, yüce varlığın seyrine dalar;
Gafil ise onda dostluk düşmanlık arar.
Deniz, deniz olduğu için dalgalanır,
Çöpe sor, hep onun içindir dalgalar.”

Yazarın Tüm Yazıları