İzmir 35, Trabzon 61

HAYATIN her alanında “sadeleşmek”, diğer anlatımla “tektipleşmek” renklerin kaybolması sonucunu doğuruyor. Oysa “demokrasi” gücünü çeşitlilikten alır. Çok eskilere gidildiğinde, çok tanrılı dinler bir “çokseslilik” vesilesiydi.

Haberin Devamı


Her şehirin her konuya ilişkin kendi görüşü ve ritüeli olan insan yapısı somut tanrıları vardır. Tek tanrılı dinler bu özgürlüğe “dur” demiştir. Semavi dinlerin tanrısı; soyut, öncesiz ve sonrasız, her şeyin sebebi bir sıfatsız, mutlak bir güçtü. Monarklar onun “yeryüzündeki gölgesiydi, bu sebeple” onların da hikmetlerinden sual sorulamazdı.
Renkleri kaybolmuş toplumların idaresi kolaylaşır. Bu toprakların insanlarının kaderi hep bir üstün iradeye biat şeklinde tecelli etmiştir. Cumhuriyet dönemi de, esasında bir tektipleşme sürecidir. Osmanlı çok kültürlü imparatorluktu. Padişah despottu, ama geniş topraklarda ekonomik ve sosyal hayata doğrudan bir müdahalesi yoktu.
Cumhuriyet bir ulus-devlet projesi olduğu için, bir anlamda her şey “sil baştan” tasarlandı. Bu çerçevede; etnik aidiyetleri unutturulmaya, geçmişe ait izler (dil, inanç, kültür, tarihi yapı...) yok edilmeye çalışıldı. Maalesef, bu biçimleme çabasının büyük ölçüde karşılığı alındı. Adeta resmi tarih yeniden yazıldı. Yerleşim yerlerinin bile isimleri eksiksiz değiştirildi. Hal böyle olunca, insanların yaşadıkları yerlere aidiyetleri, mecburen “mesnetsiz” referanslar üzerinden ifade edilir oldu.
İzmirlilerin gurbette “35” diye çağırılmaları, Karşıyakalıların ilçe girişine astıkları 35,5 tabelası ile bula bula bürokratik taşıt plakasına sığınmaları, Trabzonluların; Pontus, Laz, Ermeni, Hemşin... geçmişleri hiç yaşanmamış gibi “61” deyince futbol maçlarında tezahürata başlamaları tek kelimeyle “acı bir ironidir”. Toplumlar mahkûm edildikleri “siyah-beyaz” ikileminde giderek katılaşırlar. Denilebilir ki, “şaraptan bozma sirke keskin olur” özdeyişine paralel, bir müddet sonra “meraksız hallerini” dert etmezler, “giydirilmiş elbise”yi benimserler.
Bakınız, bu yargı konusunda hiç emin olmayalım. Bu toplum “gerçek demokrasi” ile henüz tanışmadı. Ama 21. yüzyıldayız, yaşadığımız çağ bize özgürlüklerin önemini ve vazgeçilmezliğini hissettiriyor. Pek çok emare gösteriyor ki insanlarımız, “biz neydik, neler yaşanmıştı” demeye başladılar. Gastronomide; Ermeni mutfağı, Boşnak böreği, Sefarad tatları daha bir sık gündeme gelir oldu. Bastırılmış etnisiteler, dinler, mezheplerin yanısıra “LGBT-İ”ler dahi, üstelik gökkuşağının renkleriyle kimliklerini savunmaya başladılar. Akademik namusa sahip yazar ve tarihçiler daha bir ilgiyle okunur oldu. Bu gelişmeler olumludur. Devletin insanları geçmişleriyle barıştırması bu coğrafyaya zenginlik katar. Bu anlamıyla demokrasinin sihirli iksirine her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.

Yazarın Tüm Yazıları