Bir deniz nasıl öldürülür abiler?

Ülkemizde bütün zamanların en korkutucu çevre felaketlerinden birini Marmara Denizi’ni işgal eden “müsilaj”, diğer adıyla “deniz salyası” hadisesiyle yaşıyoruz.

Haberin Devamı

Denizde büyük ölçüde kirli su ve tarımsal-endüstriyel atıkların etkisiyle oluşan mikrobiyolojik varlıklar, adeta dev bir organizma halinde sahillerimizi basarak bazı noktalarda insanların denize çıkışını engelliyor.

Suyun üstünde karşımıza çıkan görüntü, bu mikrobiyolojik varlıkların dikey bir hareketle dibe doğru ilerleyerek özellikle derin sulara ve deniz yatağına yayılmasının bir uzantısı. Aslında denizin altındaki başkalaşımla ilgili kuvvetli bir uyarı bu yaşadığımız.

Günlerdir Marmara’nın birçok noktasında sahili kuşatan bu bu tuhaf hadiseyi şaşkınlık içinde izliyoruz. Hepimizi daha da çok şaşırtan, deniz salyasının suyun altındaki derinliklerde ne kadar geniş bir alana nüfuz etmiş olduğu gerçeğidir. Bunu balıkadamların yaptıkları kayıtlardan, çektikleri fotoğraflardan görebiliyoruz. Yayıldığı, kapladığı yerlerde hayatın başkalaştığını, yavaş yavaş sona erdiğini, bütün bir ekosistemin tahrip olduğunu öğreniyoruz.

Haberin Devamı

Bundan önce ülkemizde tanık olduğumuz çevre felaketlerine hiç benzemiyor. Marmara’yı böyle bir kabusun rehin alması çocukluğumuzda belki bir öyküde, yaratıcı bir film senaryosunda karşımıza çıkabilecek bir kurgusal gerçeklik olabilirdi. Ama deniz salyasının sahilleri basarak insanları kıyılara hapsetmeye başlaması 2021 yılı Türkiye’sinde kurgu değil gerçeğin kendisidir.

MARMARA’NIN ALTINDA HAYAT BİTİYOR

Meselenin garip olan tarafı şurada. Bu felaket bir günde aniden ortaya çıkmamıştır. Deprem, jeoloji biliminin tespitleri içinde geleceğini tahmin ettiğimiz ancak zamanını öngöremediğimiz bir olaydır. Her zaman bir baskın halinde kendisini gösterir. Oysa müsilajın oluşumu öyle değil. Bu konudaki bütün açıklamaları okudukça karşımızda beliren korkutucu tablonun aslında yeni olmadığını anlıyoruz. Kendisini göstere göstere gelmiş ve hükümranlığını yaymış Marmara’nın dört bir köşesine.

Bandırma 17 Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Dekanı Prof. Mustafa Sarı, bizzat yaptığı dalışlarda karşılaştığı görüntüleri anlatırken, müsilajın kıyıdan başladığını, 5 metreden itibaren yoğunlaştığını, 18 metreden sonra maksimum yoğunluğa ulaştığını anlatıyor.

Haberin Devamı

Prof. Sarı, “18 metreden sonra denizin altında ışık tamamen yok oluyor. Ancak fenerle ilerlemek mümkün. Aşağısı toz duman gibi göz gözü görmüyor. Müsilaj deniz dibini kaplamış durumda. Bu örtü deniz dibinde sabit yaşayan canlıları, organizmaları öldürmeye başlamış. Erdek Körfezi’nde sünger topluluklarının üzerlerini musilaj kaplamış, hepsi ölmeye başlamışlar” diye konuşuyor.

ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü Müdür Yardımcısı Doç. Mustafa Yücel de araştırma gemileri “Bilim 2” ile Marmara’da yaptıkları çalışmaların sonuçlarını şöyle aktarıyor:

Denizin içinin de jel gibi olduğunu tespit ettik. Dalgıç hocalarımız verileri aktarıyor. Üstteki 30 metredeki yoğunluğu Marmara tarihinde daha önce hiç ölçmedik. Marmara’nın doğusunda su canlıları 80 metreye kadar oksijen alabilirken, son yıllarda bu 20 metreye kadar düştü. Deniz yüzeyinin ilk 20 metresinde oksijen var. Altında yeterli oksijen yok.

Haberin Devamı

O noktadan sonra oksijen yok, yani hayat bitiyor Marmara’da...

2007’DEN BERİ YAYILIYOR

Dün gazetemizde yayımlanan AA kaynaklı iki haberden aktardığımız salt bu iki alıntı bile Marmara’da su yüzeyinin altının ve dibinin bir ölü denize dönüşmekte olduğunu bütün çarpıcılığıyla gösteriyor.

Salyanın yaygınlığına ve bazı bölgelerde denizin dibini olduğu gibi kapladığını dikkate aldığımızda, bu durumu uzun zamandır devam eden bir sürecin vardığı son nokta olarak görmeliyiz. Suyun altından aktarılan görüntüler ve canlılarının oksijen alabildikleri, yani yaşayabildikleri alanın ciddi bir şekilde küçülmüş olması, ancak belli bir zaman akışı içinde meydana gelebilecek bir biyolojik hadisedir.

Haberin Devamı

Muhtemeldir ki, müdahale edilmediği takdirde gelecekte Marmara’da daha da büyük felaket senaryoları yine gerçeğin kendisi olarak ortaya çıkacaktır.

Açık kaynaklardaki bilgiler, Marmara’da müsilajın deniz yüzeyinde ilk kez 2007 yılında görüldüğüne işaret ediyor.  Radara 2007 yılında takılan bu hadise geçen 14 yıl zarfında bir dirençle, engelle karşılaşmadan oluşumunu, büyümesini, yayılmasını sürdürmüş ve sonunda sahilleri de basmıştır.

YANIT BEKLEYEN SORULAR

İşin bu yönü, bir dizi soruya yanıt bulmamızı zorunlu kılıyor. Madem bu sorunun varlığı biliniyordu ilgililer, yetkililer, sorumluluk taşıyan kamu yöneticileri bu konuda ne yapmıştır?

Bir dizi soruya açık yanıtlar verilmesi gerekiyor.

Haberin Devamı

Örneğin, 2007’den sonra görev üstlenmiş olan bütün çevre bakanları içinde bu sorunun varlığını fark eden, “Ne yapabiliriz” diyerek meseleye el atan bir siyasi çıkmış mıdır? Çevre Bakanlığı’nda geçmişte Marmara Denizi’ndeki müsilaj sorununun çözümüne dönük olarak herhangi bir etüt, çalışma yapılmış mıdır?

Geçmişte herhangi bir  Bakanlar Kurulu toplantısında bu konu ele alınarak tartışılmış mıdır? Konunun yakın zamanda krize dönüşmesinden önce yeni Başkanlık sistemi içinde gündeme getirildiği bir zemin olmuş mudur?

Meselenin bir boyutu da Marmara Denizi’ne kıyıdaş olan belediyelerin tutumuyla ilgilidir. Özellikle şehirlerde evsel atık yönetimi alanındaki sorumlulukları dikkate alındığında kıyıdaş belediyeler içinde müsilaj sorununu önlemek amacıyla hangi adımlar atılmıştır? Bu sorunun bir benzeri sanayi atıklarının denetiminden sorumlu olan Çevre Bakanlığı’na da gidiyor şüphesiz.

Merak uyandıran bir konu da şudur. Bilim adamlarının suyun altından yaptıkları tespitler geçmişte hangi makamlara iletilmiş ve sonraki aşamada hangi işlemlere tabi tutulmuştur?

Gelmek istediğim nokta şu: 2007’de başlayan bu tehlikeli yöneliş karşısında bir erken uyarı sistemi neden işlememiştir?

ÇALIŞTAY MARMARA’YI KURTARMAYA YETER Mİ?

Anlaşıldığı kadarıyla bugün Çevre Bakanı Murat Kurum’un başkanlığında düzenlenecek olan ve tüm tarafların davetli olduğu geniş katılımlı çalıştay sorunun masaya yatırılması anlamında bir ilk olacaktır. Yapılacak tartışmaların ışığında çalıştayın sonunda “Marmara Denizi’ni Koruma Eylem Planı” açıklanacaktır.

Kuşkusuz, tehlike çanlarının bütün Türkiye’de duyulmasından sonra harekete geçilerek bu konuda bir çalıştayın düzenlenmesi ve çözüm yönünde bir yol haritasının hazırlanacak olması sevindirici bir adımdır. Ancak kararlaştırılacak önlemler Marmara’yı kurtarmaya yeterli olacak mıdır, bunu bugünden bilebilmek zordur.

Her halükârda ülke çapında Marmara Denizi’ni kurtarmak için büyük bir seferberliğin başlatılmasının zamanı çoktan gelmiştir. Sorunun aciliyeti ve kazandığı boyutlar, bize bu aşamada ülkemizin İstanbul Boğazı’na alternatif ikinci bir kanal yapmaktan çok daha yaşamsal bir önceliğinin bulunduğunu anlatıyor.

Yazarın Tüm Yazıları