Dr. Gülseren Budayıcıoğlu
Dr. Gülseren Budayıcıoğlu
Dr. Gülseren BudayıcıoğluYazarın Tüm Yazıları

Kadınlarımızı öldüren hasta adamlar

Merhaba sevgili okuyucularım,

Haberin Devamı

Ben eğer bugün doktor olabilmişsem, üzerinde yaşadığım topraklara vatanım diyebiliyorsam, kitaplar çıkarmış, hatta bir gazetede sizlere istediğim konuda köşe yazıları yazabiliyorsam bunu vatanımızın düşman işgalinden kurtarıldıktan sonra 29 Ekim 1923’te ilan edilen Cumhuriyet’e borçluyum.

Eşimi 14 yıl önce kaybetmeme rağmen yalnız ve özgür yaşayabiliyor, seyahat edebiliyor, kendi paramı kendim kazanabiliyor, seçimlerde gidip istediğim partiye oy verebiliyorsam, bunu sevgili Atatürk’ümüz önderliğinde kurulan Cumhuriyet’e ve hayata geçirilen yepyeni ve devrim niteliğindeki kanunlara borçluyum.

Cumhuriyet Bayramınızı kutluyor, Atatürk ve silah arkadaşlarını bir kere daha saygıyla yâd ediyorum.

Bu hafta sizlere uzun yıllardır devam eden hatta giderek artış gösteren kadın cinayetlerinden ve bu cinayetlerin bir bölümünü işleyen hasta adamlardan söz etmek istiyorum.

Haberin Devamı

Kadınlarımızı öldüren hasta adamlar

ŞİKÂYETLER KORUMAYA YETMİYOR

Bir psikiyatrist olarak bu cinayetlerin çoğunun bu hasta adamlar tarafından işlendiğine neredeyse eminim. Medyadan bu cinayetlerle ilgili haberleri okurken ya da izlerken o birkaç dakika içinde bile, katilin hasta bir adam olup olmadığını hissedebiliyorum. Bunu sadece ben değil, birçok meslektaşım da kolayca anlayabiliyor.

Hayatının tehlikede olduğunu fark edip polise başvuran kadınlarımızı ise ya halen yürürlükte olan yasalarımız koruyamıyor ya da var olan yasalar gerektiği gibi uygulanamıyor. Bunu sadece ben değil, hepimiz, her gün görüyor ve duyuyoruz. Kadının şikâyetleri onu korumaya yetmiyor. Sonunda o kadın bütün çabalarına rağmen yine de göz göre göre öldürülüyor.

Daha sonra iş yargıya intikal ettiğinde, o adamların bir kısmının hasta olduğu zaten kısa sürede anlaşılıyor ve doktorlar tarafından bunu belgeleyen raporlar geliyor mahkemeye. Bu hastaların çoğunun cezai muafiyeti vardır. Yani akıl sağlıkları bozuk olduğu için ya hiç ceza almazlar ya da cezaları önemli ölçüde azalır. Teşhis kesinleşirse bir süre devlete ait hastanelerin özel bölümlerinde tedavi görür, bir süre sonra da çoğu serbest bırakılır.

Haberin Devamı

ALINGAN VE ŞÜPHECİ

Biz bu hastalıklara, pek çok değişik formu varsa da genel olarak “Paranoid Bozukluk” diyoruz. Eminim çevrenizde çok hafiften başlayıp dozu giderek artan bu tür hastalıklı insanlar vardır çünkü bu hastalık bizim ülkemizde oldukça yaygındır. Bazen hafif bir kişilik bozukluğu seviyesinde devam eder, bazense tehlikeli bir hastalık haline dönüşür.

Bu insanların en önemli özelliği çok alıngan ve şüpheci olmalarıdır. Eğer bu özellikler çok yoğun değilse bunlar sadece bir kişilik özelliği olarak kalır ve eğer o adamların eşi ya da çocuğu değilseniz, toplum içinde kimseye pek fazla zarar vermeden hayatlarını sürdürebilirler. Ancak evde işler, dışarıdan görüldüğü gibi değildir. Başta eşleri olmak üzere evde yaşayan herkesin hayatını burnundan getirirler. “Şunu giyme, bunu takma, oraya gitme, eve niye geç kaldın, yine neredeydin, dün gece gittiğimiz yemekte o adama niye baktın, senin gözün zaten dışarıda zaten” gibi soruları ve yorumlarıyla eşlerini sürekli bunaltırlar. O evde yaşayan çocuklar da bunlardan nasibini fazlasıyla alır.

Haberin Devamı

ŞİDDET GİDEREK ARTAR

Hastalık boyutuna gelen durumlarda ise kişi artık tamamen kendi yarattığı bir dünyada yaşar ve gerçek dışı düşüncelere saplanır. Özellikle erkeklerde daha sık görülür ve bu hasta erkeklerin de çoğu eşlerinin ya da sevgililerinin onları aldattığını, başka erkeklerle ilişki kurduğunu ya da başka erkeklerin kadını onların elinden almaya çalıştığını düşünür ve zamanla buna sarsılmaz bir inançla saplanır kalırlar.

Bu gerçek dışı düşünceleri nedeniyle beraber oldukları kadınları önce sorularıyla bunaltır, aşağılar, hakaretler eder, döver, söver, kadının söylediği hiçbir şeye inanmaz, kadın ondan uzaklaştıkça da şüpheleri iyice artar. “Demek ki haklıyım, eşim ya da sevgilim beni sevmiyor, beni aldatıyor olmalı ki benden ayrılmaya kalkışıyor” diyerek kadına gösterdikleri şiddeti giderek arttırırlar. Kadının onlardan uzaklaşmasındaki kendi paylarını hiç görmezler.

Haberin Devamı

Kadının polisten yardım istemesi, onu adli makamlara şikâyet etmesi ise artık o hasta adamın şüphelerinde ne kadar haklı olduğunun kanıtı haline gelir. Kadının eşini ikna çabaları işe yaramaz çünkü o adamlar asla ikna edilemez ve onlardan ayrılmaya kalkışan, kendisini aldattığını, namusunu kirlettiğini düşündükleri bu kadınları öldürmek tek hedefleri haline gelir.

Mahkemede hâkime, eşlerinin ya da sevgililerinin uzun süredir onları aldattığını, bu cinayeti de namuslarını temizlemek için işlediklerini söyler ve asla pişmanlık duymazlar. O kadın zaten ölmeyi çoktan hak etmiştir. Asıl haksızlığa uğrayan ölen kadın değil, onlardır. Buna da sonuna kadar inanırlar. Kadıncağız ölmekle de kalmaz, bir de eşini aldatmakla itham edilir. Geride kalan çoluk çocuk ve aile ise işin aslını ya bilir, ya bilmez. Bilse de o kara leke alınlara sürülmüştür artık. Ya çıkar, ya çıkmaz.

Haberin Devamı

YAKININI BİLE ÖLDÜREBİLİR

Bu hasta adamlar sadece eşleri için değil, çevredeki diğer erkekler için de büyük bir tehlike arz eder. Çok alıngan, çok kıskanç oldukları ve bitmez tükenmez aşağılık duyguları nedeniyle yakın çevredeki bütün erkekleri kendilerine rakip olarak görür, eşlerini onlardan kıskanırlar. Eşleri kadar o adamların da her hareketini, her bir mimiğini bile dikkatle takip eder ve bunlardan bir şeyler çıkarmaya çalışırlar. Bu anlamda komşu ya da akraba erkekler, bir de üstelik ondan daha yakışıklı ve gösterişliyse, ondan üstün özellikleri varsa, o adamlara düşman olurlar. Bir süre sonra o adamların kendi karısını baştan çıkarmaya çalıştığına inanabilirler. İşte o zaman da hiçbir şeyden haberi olmayan o masum erkeklerden biri hedef haline gelir.

Bu yüzden kardeşini, yakın akrabasını ya da komşusunu öldüren pek çok hasta adam vardır.

Kadınlarımızı öldüren hasta adamlar

Bundan yıllar önce vahşice işlenen bir cinayeti gazete ve televizyonlar uzun uzun göstermiş, bir süre sonra da katilin eşi, kızıyla birlikte bana gelmişti. Saynur Hanım o zaman 35 yaşlarında, başı örtülü, temiz ve aydınlık yüzlü bir kadındı. Eşi bir sabah her zamanki gibi işe gidiyorum diye erkenden evden çıkmış, akşam eve yine zamanında gelmiş, gece geç saatlerde evlerinin önünden gelen feryatları duyunca hep birlikte kendilerini sokağa atmışlar ve içinde polislerin de olduğu büyük bir kalabalıkla karşılaşmışlardı.

Evlerin arkasındaki kümeste bir erkek cesedi bulunmuştu. O cesedin yan komşuları Mehmet Bey’e ait olduğu anlaşılınca adamın çoluk çocuğunun feryatları mahalleyi ayağa kaldırmış, hemen polis çağırmışlardı.

KİM, NE İSTERDİ Kİ

Mehmet Bey mahallede çok sevilen biriydi. Komşuların çoğu küçük esnafken o devlet memuruydu. Her sabah özenle giyinip evden çıkar, akşam eve zamanında gelir, diğerleri gibi çoluğunu çocuğunu dövmez, sövmez, herkese kibar davranırdı. Bu yönleriyle mahalleye örnek olur, bütün komşular onu sever ve sayardı. Böyle bir adamı kim öldürmüş olabilirdi?

Kimseye borcu harcı da yoktu. Eşi de zaten çok becerikli bir kadındı. O da komşuları tarafından çok sevilirdi. Üstelik adamcağıza ölmeden önce çok eziyet edilmişti. Yani biri onu çekip vurmamış, özel olarak kümesin oraya götürmüş, ne olduysa orada olmuştu.

Polisin yaptığı araştırmalar sonunda Mehmet Bey’in sabah evden çıktıktan hemen sonra Saynur Hanım’ın eşi tarafından hunharca öldürüldüğü ortaya çıkmıştı. Katil de zaten kısa sürede suçunu itiraf etmiş, mahkemede şöyle demişti: “Mehmet yakışıklılığına güvenip kadınlara caka satıyordu. Kadınların da gözü ondaydı ama herif gözünü benim karıya dikti. Yıllardır karımı ayartmak için uğraşıyordu. Benimki baştan herife yüz vermedi ama sonra o da çıktı yoldan. Benim gözümden kaçmaz bunlar. İkisi de beni aptal yerine koydular. Ben de hiç açık vermedim. İkisinin de niyeti belli... Sonunda kafamdan plan yaptım ve o gün bir bahaneyle onu kümesin oraya çektim. Sonra da aldım ayağımın altına, kadınlara nasıl caka satılırmış gösterdim. Herif ölürken bile yaptığını inkâr etti. Doğruyu söylese belki de öldürmezdim ama o ölümü hak etti.”

KORKUYLA YAŞAMIŞLAR

Hem Saynur Hanım, hem de kızı o gün benim klinikteki odamda çok ağladılar. Zaten yıllardır bu adamın onlara etmediği eziyet kalmamıştı. Kadıncağız çocuklarıyla birlikte her şeye boyun eğmiş, o evde hep korkuyla yaşamışlardı. Kocasının çok şüpheci ve kıskanç olduğunu bildiğinden Saynur Hanım evden pek dışarı çıkmaz, eve de hele erkekli misafir hiç çağırmazmış. Yine de perdenin kıvrımlarının sabahki gibi olmadığı, camdan kim bilir kimleri gözetlediği bahanesiyle bile akşamları dayak yermiş. Bu dayaklardan birinde kocasının elinde kalacağından korkarmış zaten ama durup dururken masum bir adamı öldüreceği hiç akıllarına gelmemiş.

“Mahalleli haklı olarak bizim orada daha fazla oturmamızı istemedi. Kocam hapse girince bizim eve ekmek getiren de kalmadı. Şimdi ben iş arıyorum kendime ama benim bir yerde çalıştığımı duyarsa, hapisten çıkar çıkmaz bu sefer de beni öldürür” demişti Saynur Hanım.

12 yaşındaki kızı ise bu olaydan sonra hastalanmış, gece kâbuslar görmeye başlamış, yemek de yemeyince iğne ipliğe dönmüştü kız. Çocukların hiçbiri o evde yalnız kalmayı istemiyor, hepsi de ölmekten, öldürülmekten korkuyordu.

‘BENİM YERİME ÖLDÜ’

O sıralar elimden geldiğince o aileye destek olmaya çalışmış, onları çoluk çocuk sık sık kliniğe çağırmış, her birini tek tek dinlemiştim. Kısa sürede katilin ağır ruh hastası olduğu belirlenmiş ve mahkûmların kaldığı hastaneye havale edilmişti.

Eğer Saynur Hanım, yediği dayaklardan, evde hem ona hem de çocuklara yaptığı işkencelerden bunalıp eşinden ayrılmaya kalksaydı, ki bunu çok düşünmüş, bu sefer öldürülen Saynur Hanım olacaktı. Kadıncağız bir yandan da “O adam benim yerime öldü” diye ağlıyordu.

Ne büyük bir dram, ne büyük bir aile faciası, değil mi? Suçsuz yere bir akıl hastası tarafından öldürülen Mehmet Bey’in ailesinde kim bilir ne acılar yaşandı. Ülkemizde bu tür acıları pek çok aile yaşıyor. Biz haberlerde işin sadece son perdesini görüyor ya da duyuyoruz. Ne başını biliyoruz ne de sonra o ailelerin başına neler geldiğini.

İşte o kadınların çoğu bu hasta adamlar tarafından öldürülüyor ve asıl hedef çoğu zaman bu hasta adamların eşleri ve sevgilileri oluyor.

HEPİMİZİN BOYNUMUZUN BORCU

Akıl sağlığı yerinde olmayan bir adamı, suç işledi diye mahkûm edemezsiniz. Hiç kimse hasta da olmak istemez, katil olup ömrünü cezaevinde geçirmek de. Bu hasta adamların geçmişine baktığımızda onların da çocukluklarında çok ağır şiddete maruz kaldıklarını, ailede hiç sahiplenilmeden, değer verilmeden büyüdüğünü görürüz.

Devlet bu hasta adamları toplumdan izole edebilir, tedavi olmalarını, daha sonra da bu tedavilere aksatmadan devam etmelerini çıkaracağı yasalarla sağlayabilir.

OECD 2019 verilerine göre ülkelerde fiziksel şiddet, cinsel taciz ve tecavüz oranlarının bazıları şöyle:

Pakistan yüzde 85, İran yüzde 66, Türkiye yüzde 38, ABD yüzde 36, İngiltere yüzde 29, Hindistan yüzde 29, Fransa yüzde 26, Almanya yüzde 22, Rusya yüzde 20, Yunanistan yüzde 19, Kanada yüzde 2.

Bu oranlara bir başka gözle bakarsak, Pakistan’da yaşayan her yüz kadından 85’i, Türkiye’de yaşayan her yüz kadından 38’i, Kanada’da yaşayan her yüz kadından sadece 2’si erkekler tarafından dövülüyor, sövülüyor, cinsel taciz ya da tecavüze uğruyor. Demek ki bu oranlar ülkeler arasında çok değişiklik gösteriyor.

“https://kadincinayetleri.org/” verilerine göre ise:

2010-2017 yılları arasında yani 7 yılda ülkemizde 1.964 kadın öldürülmüş. Bunlardan 614 tanesi boşanma davası, ayrılık sürecindeyken şiddet, tehdit ve tacize maruz kalmış. 1.224 kadını ise eşi, eski eşi, sevgilisi ya da eski sevgilisi öldürmüş. “2017’den günümüze kadar kaç kadın öldü, nasıl ve kimler tarafından öldürüldü?” sorusunun netleşmiş istatistiklerini şimdilik bulamadım.

Dünyanın hiçbir ülkesinde sanırım yasalar bu hasta adamları henüz tam olarak durduramadı. Ülkemizde yaşayan kadınlar ve medya son yıllarda bu konuyu sık sık gündeme getiriyor. Geçen haftalarda ben de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin sayın milletvekili Öznur Çalık başkanlığında toplanan “Kadına Şiddet” komisyonuna davet edildim. Böyle bir komisyonun kurulmuş olması bile beni bu konuda ümitlendirdi doğrusu. Bugüne kadar yapılan çalışmaları öğrendikten sonra ise umutlarım daha da arttı.

Ancak kadın cinayetleri yalnızca psikolojik sorunlar nedeniyle işlenmiyor. İçinde bulunduğumuz sosyoekonomik koşullar nedeniyle benliği zedelenmiş erkeklerin yanı sıra, kadının işgücü piyasasına girişiyle artan gücüne, geleneksel erkeğin tahammül edememesi de bu cinayetlerde önemli bir rol oynuyor.

Konuyla mücadele etmek üzere kurulan sivil toplum örgütleri, vakıflar ve gönüllülerce kurulan dernekler de kadın cinayetlerini durdurabilmek için canla başla çalışıyorlar ancak bu çalışmalar yasalarla desteklenmedikçe kadınlarımızın vahşice öldürülmelerini durduramayacağımız belli. Ben de yıllardır bu acılı hikâyeleri kadınlardan çok kere dinlemiş bir psikiyatrist ve yazar olarak elimden geleni yapmaya; yazmaya, çizmeye, konuşmaya ve televizyon dizilerinde bu konuları sıkça göstermeye ve konunun takipçisi olmaya devam edeceğim. Bu, hepimizin boynunun borcu...

Haftaya yeniden görüşmek üzere,

Hoşça kalın,

Sevgiyle kalın.

Yazarın Tüm Yazıları