Geçmişin gölgesinde bir mola

Günümüzde saraylar, kasırlar, köşkler ve bazı müzeler uluslararası müzecilik standartlarına uygun olarak Milli Saraylar Başkanlığı idaresi altında. Milli Saraylar tanımı ilk olarak Büyük Önder Atatürk’ün kaldığı saraylar için kullanılmış. Halen Atatürk’ün anısına Dolmabahçe ve Beylerbeyi saraylarında nöbet tutan askerler var. Cumhuriyet’in ilk yıllarında çalışmaya başlayan kurum, geçmişten gelen mirasımızın gelecek nesillere aktarımında çok önemli bir görev üstleniyor. Bu hafta, İstanbulseverlerle yeniden kavuşacak olan ‘İstanbul Hakkında Her Şey’ kitabımda detaylıca bahsettiğim saray, kasır ve müzelerin bazılarını yazdım...

Haberin Devamı

OSMANLI’NIN YENİ DÖNEMİNİ SİMGELİYOR
Dolmabahçe Sarayı

Son altı Osmanlı padişahına ev sahipliği yapan saray, çok sayıda binadan oluşan Topkapı Sarayı’nın aksine tek büyük bir yapı ve etrafında birkaç köşk ve geniş bir bahçe olarak inşa edilmiş. Yenilikçi bir sultan olan Abdülmecit’in yeni sarayını, Tarihi Yarımada’nın dışında Boğaz’a yaptırması Osmanlı’nın geçmişle geleneksel bağını kırdığının da işareti kabul ediliyor.

Geçmişin gölgesinde bir mola

Saray, Balyan ailesinden Garabet ve oğlu Nigoğos Balyan tarafından tasarlanmış. 13 yıl süren inşası 1856’da tamamlandığında ana binanın 285 odası, 43 salonu ve 6 banyosu varmış. Özellikle yaz aylarında ayrı bir güzelliğe kavuşan saray bahçeleri, ustaların sanatlarını sergilemek için yarıştığı alanlar haline gelmiş. Sarayın iç dekorasyonu Paris Operası’nı da tasarlayan Sechan isimli bir Fransıza ait. İçerideki Bakara ve Bohemya kristalleri, Sevres ve Yıldız porselenleri, Hereke halıları göz kamaştıran güzellikte. Kullanılan döşemelik ve perdelik kumaşlar yerli malı. Birçok yabancı konuğun hediyeleriyle zamanla daha da görkemli bir dekorasyona kavuşmuş.

Haberin Devamı

İmparatorluğun ihtişamını vurgulamak için gösterişli detaylarla süslenmiş Selamlık bölümünden protokolün hüküm sürdüğü Süfera Salonu’na çıkan muhteşem kristal merdivenlerde, Atatürk’ün hayata gözlerini yumduğu odada, önemli kutlamalar için kullanılan Muayede Salonu’nda, sarayın günlük yaşantısına şahit olabilecek şekilde düzenlenmiş Harem bölümünde geçmişin ihtişamını hissedebilirsiniz. Sarayın yaklaşık 500 tablodan oluşan bir resim koleksiyonuna sahip olduğunu da hatırlatayım. Sarayın saltanat kapısına doğru giderken Sultan II. Abdülhamit için inşa edilen 27 metre yüksekliğindeki, dört katlı saat kulesine biraz zaman ayırın. 1890’da Sarkis Balyan tarafından yapılan kulenin köşelerine birer fıskiye, zemin kata iki termometre ve iki barometre yerleştirilmiş. Süslü ikinci katta Sultan II. Abdülhamit’in tuğrasını, dördüncü katın her yüzünde Fransız yapımı saatleri görebilirsiniz.

Haberin Devamı

Kabataş’tan Beşiktaş’a kadar uzanan bu saray kompleksinin Veliaht Dairesi günümüzde Resim Müzesi’ne ev sahipliği yapıyor. 1937’de İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’ne (bugünkü Mimar Sinan Üniversitesi) bağlı olarak Atatürk’ün emriyle kurulan müze, 19’uncu yüzyıl Türk sanatçılarının tablolarından oluşan geniş bir koleksiyona sahip.

Matbah-ı Amire (Dolmabahçe Saray Mutfakları) binalarıysa Dolmabahçe Sarayı depolarında saklanan eserlerin sergilenebilmesi için 2006’da bir depo müze olarak açıldı.

Geçmişin gölgesinde bir mola

BATI TARZINI YANSITIYOR
Ihlamur Kasrı

19’uncu yüzyılda Haliç kıyıları gözden düşmeye başladığında Boğaz’daki yeni saraya yakın, ağaçlıklı küçük vadi Sultan Abdülmecit’in ilgisini çekmiş. Dolmabahçe Sarayı’nın 1856’da tamamlanmasından sonra padişah Nigoğos Balyan’ı kasrı yapması için görevlendirmiş. Hâlâ güzelliğini koruyan ve o zamanki gözde Batı tarzını yansıtan padişahların hasbahçesi ve süslü havuz muhteşem. Daha büyük olan Mabeyn (Merasim) Köşkü’nün şık tavan süslemelerine dikkat edin. İngiltere’den ithal edilmiş porselen şömineler ve çivit renkli cam kapı panelleri sultan ve misafirlerinin kullanımına sunulmuş. Harem ve maiyetin geri kalan kısmı için yapılan Maiyet Köşkü, bugün kafe olarak hizmet veriyor. Her iki binanın dış yüzeyi, içlerinin aksine Osmanlı geleneksel süslemesinden farklı oymalarla bezeli.

Haberin Devamı

Geçmişin gölgesinde bir mola

BOĞAZ’DA BİR YAZLIK
Beylerbeyi Sarayı

II. Mahmut’un 1829’da yaptırdığı ahşap sahil sarayı, 1851 yangınında büyük hasar görmüş. Küçük bir kısmı ayakta kalabilen sarayı Sultan Abdülaziz 1861’de dönemin ünlü mimarı Sarkis Balyan’a emanet etmiş. Sürgünden 1917’de dönen II. Abdülhamit, 1918’de ölene kadar burada yaşamış. Bina yazlık saray olarak inşa edildiğinden ısıtma sistemi yok. 26 odalı binadaki altı salon içinde en dikkat çekici olan ‘Havuzlu Salon’ 16 mermer sütunla çevrilmiş. Saray köşelere yerleştirilmiş odaların bir sofaya açıldığı geleneksel Osmanlı evi tarzında yapılmış. Tıpkı Dolmabahçe Sarayı’nda olduğu gibi Beylerbeyi de baştan aşağı Hereke halıları, Bakara kristalleri ve Yıldız porselenleriyle döşenmiş. Sarayın en göze çarpan özelliklerinden biri duvarlar ve tavanlardaki Polonyalı sanatçı Stanislaw Chlebowski’ye ait deniz ve gemi tabloları. Bu da Sultan Abdülaziz’in denize olan düşkünlüğünün bir sonucu. Dekorasyonda ayrıca Kuran’dan ayetler, şiirlerden alıntılar kullanılmış. Sarayın ünlü ziyaretçileri arasında 1869’da Süveyş Kanalı’nın açılışına giderken İstanbul’a uğrayan İmparatoriçe Eugenie, İran Şahı ile ünlü Windsor Dükü ve Düşesi de var. Beylerbeyi’nin son dönem Osmanlı saraylarından ayrılmasını sağlayan ‘Set Bahçeleri’ ve altından geçen tünel görenleri etkiliyor. Bu bahçelerde yer alan Sarı Köşk, saltanat atlarının barındığı Ahır Köşk, eski saraydan kalan Mermer Köşk günümüze ulaşabilen en önemli Osmanlı mimari anıtları arasında.

Haberin Devamı

Geçmişin gölgesinde bir mola

SULTAN ABDÜLMECİT’İN SÜSLÜ AV KÖŞKÜ
Küçüksu Kasrı

Küçüksu Kasrı, 19’uncu yüzyılda Osmanlı padişahlarının nasıl yaşadığını görmek isteyen ama Dolmabahçe Sarayı’nı kalabalık ve boğucu bulanlar için mükemmel bir yer. Nigoğos Balyan 1856-57 yıllarında Sultan Abdülmecit için eski bir ahşap binanın yerine 8 odalı bir av köşkü olarak yapmış binayı. Kasır, Küçüksu Deresi’nin kıyısında, nilüferlerle süslü küçük bir bahçenin içinde. Sultan kayıkla gelirmiş buraya, günümüzün ziyaretçileri, süsleme işçiliği daha sade olan arka taraftan alınıyor kasra. İçeri girdiğinizde varaklarla süslenmiş kubbenin altında at nalı biçiminde bir salon karşılıyor misafirleri.

Haberin Devamı

Muhteşem Hereke halıları ve hayvan desenlerinden ayırt edebileceğiniz İran halısıyla odalardaki Bohemya kristali avizelere hayran kalacaksınız. Burası av köşkü olarak tasarlandığı için yatak odaları yok ama 4’üncü Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel burada kaldığında üst kat odalarından birine bir yatak koydurup uyurmuş. Küçüksu Kasrı’nın hemen yanında Boğaz boyunca görülebilecek en güzel çeşmelerden olan ve III. Selim’in annesi için 1807’de yaptırdığı Mihrişah Sultan Çeşmesi var. Yazar ve sanatçıların güzelliğine övgüler dizdiği çeşme Anadoluhisarı’ndaki Göksu Deresi ile beraber Avrupalılar tarafından ‘Asya’nın Tatlı Suları’ olarak anılan Küçüksu Deresi’nden gelebilecek sel tehlikesine karşı bir kaide üstüne oturtulmuş.

Geçmişin gölgesinde bir mola

HIDİVİN HEDİYESİ
Beykoz Mecidiye Kasrı

Hünkâr Kasrı olarak da anılan, Beykoz’un kuzeyinde, tepenin üstünde tüm güzelliğiyle mermer bir köşk durur. Mısır Hıdivi Kavalalı Mehmed Ali Paşa tarafından Padişah Abdülmecit için Sarkis ve Nigoğos Balyan’a yaptırılmış. Ancak 1855’te başlayan yapım, 1866’da tamamlandığı için kasır, Mehmet Ali Paşa’nın torunu Said Halim Paşa tarafından Sultan Abdülaziz’e armağan edilmiş. Mısır’daki Memluk yönetimine son veren Mehmet Ali Paşa’nın Osmanlı’ya karşı başlattığı isyan Rusların yardımıyla bastırılabilmiş, bunun sonucunda da Rus savaş gemilerinin Boğazlardan geçişine izin veren 1833 Hünkâr İskelesi Antlaşması imzalanmış Beykoz’da. Fransız İmparatoriçesi Eugenie, Hünkâr Kasrı’nda kalan konuklardan sadece biri. Yetimhane ve hastane olarak hizmet veren köşkü 1997’de Milli Saraylar Başkanlığı devraldı. Yapılan restorasyon çalışmaları sonrasında kasır, müze olarak 2017 yılında hizmete açıldı.

Geçmişin gölgesinde bir mola

PAŞANIN ŞEHİRDEN UZAK CENNETİ
Beykoz Abraham Paşa Cam ve Billur Müzesi

Mısır Hıdivi İsmail Paşa’nın kethüdası olan Abraham Paşa, Sultan Abdülaziz tarafından paşalık rütbesi verilerek vezirliğe kadar yükseltilmiş, inanılmaz derecede zengin bir devlet memuruymuş. Aynı zamanda avcı ve kumarbaz olan paşa, Pera’daki ünlü Cercle d’Orient’in de sahibiymiş. Beykoz’da bugünkü Beykoz Korusu’nun olduğu yerde içindeki köşkler, kuşhaneler, havuzlar, tiyatro binası ve ahırların olduğu, biraz daha gözlerden uzak bir yer yapmış kendisi için.

Abraham Paşa’nın çiftliğindeki ahır binaları üç yıl süren restorasyon sonucunda geçen günlerde Abraham Paşa Cam ve Billur Müzesi olarak açıldı. Adını Osmanlı dönemindeki Beykoz Cam ve Billurât Fabrika-i Hümayunu’ndan alan müzede Selçuklu’dan Osmanlı’nın sonuna kadarki dönemden 1500 eser yer alıyor. Abraham Paşa çiftliğinin bahçesiyle de titizlikle ilgilenmiş.

117 farklı ağaç türüne ev sahipliği yapan bahçede kendinizi bir botanik müzesinde gibi hissedeceksiniz.

Yazarın Tüm Yazıları