Çapkınlık Bir Hastalık Mıdır?

Sadakat aşkı tamamlar, bağlılık güçlendirir ve saf sevgi sonsuz kılar… Peki, ya çapkınlık? Çapkınlık da aşka dairdir diyebilir miyiz? Yoksa yıkıp enkaza çevirmek dışında işe yaramadığını emin bir şekilde ifade edebilir miyiz? Ya da aşk ve çapkınlığın bir ortak paydası olduğunu söylersek ne kadar inandırıcı bulursunuz?

Haberin Devamı

Aslına bakılırsa söz konusu insan olduğunda duyguları hormonlardan, hormonları aşktan ve çapkınlıktan ayırmak mümkün değildir. Çünkü aşkı da çapkınlığı da kalp değil, hormonlar yönetir

Aşkı hormonlar mı yönetir?

Aşk kimyasal bir tepkimedir. Kimilerine göre de takıntılı bir duygusal yoğunluktur. En az serotonin kadar dopamin ve oksitosin de aşk ve sevgi duygularını kontrol etmektedir. Oksitosin sevgi hormonudur. Yeni doğum yapan annelerin kanında çok yüksektir. Dopamin, normal şartlarda, enerji, neşe, hareketlilik, dikkat yoğunlaşması ve keyif hali ile alakalıdır. Yeni bir aşkın eşiğinde olan bir kimse, dopaminin verdiği coşku ile birkaç gece uykusuz kalabilir. Güneşin doğuşunu, yağmurun yağışını bambaşka bir pencereden ele alabilir. Hiç olmadığı kadar pozitif düşünebilir. Aşk’ın duygusal yanını dopamin ve oksitosin tamamlarken, fiziksel yönünü de adrenalin ve noradrenalin yerine getirir. Bir diğer deyişle, aşkın tesiri ile bulutlarda gezinmeyi, dopamin, serotonin ve oksitosin sağlarken, ellerde titreme, göz bebeklerinin büyümesi, ses tonunda değişiklikler, yüzde kızarma ve nabızda hızlanma gibi fiziksel tepkimeleri de adrenalin ve noradrenalin yerine getirir.

Haberin Devamı

Aşkı, Mecnun gibi yaşamak mümkün mü?

1.yüzyıl Arap edebiyatından başlayarak, Fars ve Türk edebiyatında da anlatılan, Fuzuli tarafından kasideye dönüştürülen Leyla ile Mecnun efsanesi, aşık kişinin gündelik hayattan ne kadar uzaklaşabileceğinin tipik bir örneğidir. Efsanede Mecnun’un bir köpeğin peşinden saatlerce koşup, nefes nefese onu yakaladıktan sonra köpeğin ayaklarını öpmesi çevresindekileri çok şaşırtır ve herkese onun aklını kaybettiğini düşündürür. Halbuki Mecnun açısından o köpek, normal bir köpek değildir. Çünkü bu büyük aşık, onu Leyla’nın bahçesinde gezerken görmüştür.

Çapkınlık Bir Hastalık Mıdır

Sadakatin bir kimyası var mıdır?

Mecnun’un kasidelere konu olan sadakati destansı bir boyut alır. Peki, gerçek hayatta bunun bir karşılığı var mıdır? Aşkın kimyasal yönünü incelediğimizde, insanları evlilik ve tek eşliliğe iten olayın sadece sosyal gelenekler olmadığını söyleyebiliriz. Sadakatin temelinde, dışarıdan fark edilemeyen kimyasal ve hormonal bir karışımın rolü olabilir. Nitekim beynimizin accumbens merkezindeki dopamin1 ve dopamin2 reseptörlerinin çalışma şekilleri erkek-kadın ilişkilerinde büyük rol oynar. Nukleus accumbens çekirdeği duygularımızı, dürtülerimizi yöneten prefrontal korteks ile çok yakın ilişki içindedir. Eğer D1 reseptörü devre dışı kalmışsa ya da iyi çalışmıyorsa sadakat duygusunda aksama olur ve erkek veya kadın çapkın biri olarak karşımıza çıkabilir.

Haberin Devamı

Çapkınlık bir beyin hastalığı mıdır?

Gerçek şu ki, D1 eksikliğinde sadakat duygusu zayıflamaktadır. Hovarda, bir kadından diğerine koşan ve sürekli partner değiştiren erkeklerde ise D1’in aşırı etkisizliğini ifade edebiliriz. Tabii, bu kadınlar için de geçerlidir. Sonuçta kulağa ilginç gelse de, düzenli aile yaşamı ve seviyeli beraberlikler için, D1 reseptörünün iyi çalışması şarttır. Bu durumda D1 resetörü monigamiyi, D2 reseptörü ise poligamiyi temsil etmektedir. Çünkü çapkınlıkta D1’in eksikliği kadar D2’nin aşırı etkinliği de rol oynar. Diğer bir deyişle çapkın bir kişide ya D1 yetersizdir ya da D2 aşırı etkindir. Çapkın kişilerde D1 yetersizliği ve D2 baskınlığı olsa da acaba bu kişiler çapkın oldukları için mi D1 yetersizleşip, D2 baskın oluyor? Bu konu da tartışmaya açık bir konudur. Diğer taraftan çevresel şartlar, eğitim unsurları, ailevi faktörler, kişinin maruz kaldığı görüntülü medya, sosyal ve digital medya uyaranları da D1 ve D2 yi etkiliyor olabilir. Dolayısıyla reseptör algılamalarındaki dengesizlikler, kişinin sosyal hayatını ve aile yaşamını değiştirebilir daha da önemlisi tehlikeye sokabilir.

Haberin Devamı

Aşk hormonları, seks hormonlarından farklı mıdır?

Dopamin, oksitosin, endorfin, noradrenalin, fenilatilamin, vazopressin ve serotonin aşk hormonlarıdır. Dopamin ödül sisteminin temel molekülüdür. Özlemek, sevgiliyi görmeden duramamak ve tutku onun işlevidir. Tutku, coşku ve hareketlilik sağlar. Oksitosin eşler arasında bağlanmayı sağlayan mokeküldür. Normalde emzirme ve orgazm sırasında artar ve sosyal bağlanmaya hizmet eder. Oksitosin, eşler arasında empati oluşmasını sağlar. Sevgi, şefkat ve empati başlıca işlevleridir.

Diğer taraftan serotonin hormonunun az salgılanması aşk acısını körüklemekte hatta dayanılmaz hale getirmektedir. Depresyonlu ya da depresyona eğilimli kişilerde aşk duyguları daha yoğun yaşanmakta ve ortada aşkın neden olduğu bir acı varsa, bu daha derin ve yoğun hissedilmektedir. Bu nedenle aşktan dolayı üzüntü ve elem yaşayanlara antidepresan ilaçlar fayda sağlayabilir. Ya da diğer bir ifade ile aşk acısı, beyinde serotonin salgısını arttıran ‘’manyetik stimülasyonla’’ (TMS) da tedavi edilebilir.

Haberin Devamı

Çapkınlık Bir Hastalık Mıdır

Testesteron, androjen, östrojen, progesteron ise başlıca seks ve üreme hormonlarıdır. Aşk ve seks hormonlarını birbirinden ayırmak gereklidir. Çünkü bu hormonlar bazen zıt etki bile oluşturabilir. Örneğin oksitosin tek eşliliği, sevgiyi, şefkati ve sadakati temsil ederken, testesteron ise aksine çok eşliliği teşvik etmektedir. Dolayısıyla testesteron oranı ne kadar yüksekse bir erkeğin çapkın olma ihtimali de o kadar yüksektir. Her ne kadar modern tıp teknolojisi ile D1 ve D2’yi inceleyerek bir kişinin çapkın olduğunu anlayamasak da testesteron yüksekliği veya oksitosin düşüklüğü ile bir fikir sahibi olabiliriz.

Haz molekülü ‘’Endorfin’’

Çapkınlık konusunda endorfin’e de ayrı bir paragraf açmak gerekiyor. Endorfin hayattan tat ve lezzet alabilmemiz için gerekli bir nörotransmitterdir. Eğer endorfin olmasaydı, hayat işkence halini alabilirdi. Sabah saatlerinde daha az salgılanır, depresyon hastalarının kendilerini sabahları daha kötü hissetmelerinde bu vakitlerde endorfinin daha az salgılanmasının da rolü vardır.

Haberin Devamı

Endorfinin iki önemli etkisi vardır. Biri haz verici etkisi, öbürü ise ağrı kesici etkisidir. Aslında azı zarar, ortası yarar, fazlalığı yine zarar bir maddedir. Ağrı kesici etkisi bilinen morfinin 30 katıdır. Doğum esnasında hem endorfinin ağrı dindirici etkisi hem de annelik hazzı iş başındadır. Spor müsabakalarında yarış kazanma azmi ile sporcuları ivmelendiren yine endorfindir. Örneğin bir futbol maçında gol atan oyuncuda ya da rekor denemesini başarı ile sonuçlandıran bir sporcu da en yüksek seviyelere çıkar.

Av tutkunlarının sürekli bir avdan öbürüne koşmaları, avlanma esnasında endorfinin oluşturduğu hazza yeniden kavuşmak istemelerindendir hep. Dağcılar da her tırmanış sonucunda aynı hazzı tadarlar ve her zaman aynı zevki yaşamak isterler. Kumar tutkunları için de böyledir. Aslında kumarbazlar kumar esnasında kazanmanın meydana getirdiği hazza müptela olmuşlardır. Para kazanmak geri plandadır. Çoklarının zaten paraya da ihtiyacı bulunmamaktadır.

Tabiki buradaki asıl mevzumuz endorfinin çapkınlıkla olan ilişkisi. Çapkınlık olayında da bir endorfin bağımlılığı söz konusudur. Burada farklı bir kişi ile birlikte olma hazzı bağımlılık yapmıştır. Yoksa orgazm her zaman aynı orgazmdır. Dolayısıyla dağcılık da, avcılık da, kumar tutkunluğu da ve çapkınlık dabir çeşit endorfin bağımlılığıdır. Ancak herhangi bir araçla endorfin temin eden kişi, genellikle aynı şekilde endorfin tatmini arar. Bir diğer deyişle dağcılıkla uğraşan ve bu şekilde sürekli endorfin temin eden bir kişinin, aynı zamanda çapkın olabilme ihtimali zayıftır. Sürekli keşifler peşinde olan bir araştırmacının öyle pek aşkla meşkle işinin olmadığına çok şahit olunmuştur. Çünkü yeni bir icat, yeni bir buluş geliştirmenin hazzı ile zaten yeterli endorfin temini sağlanmaktadır.

O halde çapkınlıkta sadece dopaminin D1 ve D2 reseptörleri sorumlu olmayıp, endorfinin de bunda bir payı bulunmaktadır. Bilindiği gibi D1 tek eşliliği, D2 ise çok eşliliği telkin etmektedir.

Bu hususiyetle evlilik öncesi çok sayıda ilişki yaşayanlar; endorfin bağımlılığının gelişmesinden dolayı, sadakatsizlik riski ile karşı karşıyadırlar. Çünkü evliliğin ilk dönemlerinde yüksek olan endorfin düzeyleri daha sonra giderek normale dönmekte, daha önceki ilişkiler nedeniyle endorfin bağımlılığı geliştiğinden kişinin tekrar aynı hazzı arama ihtimali ortaya çıkabilmektedir. Belki de aşkın ömrü en fazla 2,5 yıl derken bahsettiğimiz şey, aşkın değil endorfinin tükenişidir.

Aynı şekilde tehlikeli yollardan da, örneğin uyuşturucu maddelerle de suni olarak endorfin bağımlısı olunabilmektedir. Aslında buradaki bağımlılık, uyuşturucunun fazla endorfin salgılanmasına neden olarak oluşturduğu ‘’yapay hazza’’ olan tutkudur.  Elbette, avcılık ve dağcılık gibi doğal yollardan oluşan endorfin bağımlılığı ile uyuşturucular ile oluşturulan tehlikeli endorfin bağımlılığı bir değildir ve kesinlikle kıyaslanamaz. Bir tarafta doğal bir eylem öbür tarafta ise beyni ve vücudu mahveden bir tutku söz konusudur. Ayrıca uyuşturucular hem endorfini hem de dopamini patolojik düzeylere çıkarırlar. Dolayısıyla oluşan bağımlılık da patolojik düzeyde olur.

Endorfin salgılanmasını bazı gıdalar da arttırabilir. Özellikle çikolata, muz, üzüm, dondurma ve acı biber kan düzeyini yükseltebilir. Bu durum kişiden kişiye değişmekle beraber, obez kişilerde de asıl olay endorfin bağımlılığıdır. Zira yenilen yemeklerden duyulan haz, sürekli aynı şeyleri tüketmeye sevketmektedir. Bu ise vücuda ihtiyaç duyduğundan daha fazla gıda alınmasına ve depolanmasına neden olmakta, sonuç obeziteye kadar gitmektedir. Nitekim obezite tedavisinde kullanılan bazı ilaçların, endorfinin bağlandığı bazı reseptörleri bloke ederek etki gösterdiği belirlenmiştir.

Şimdi sonuç olarak akla şu soru geliyor; çapkın bir kişi ‘’Ne yapayım, bu bir hastalık, hormonlarım böyle, benim elimde değil’’ diyebilir mi?

Her ne kadar hormonların, dopaminin (D1,D2) ve endorfinin etkisi var ise de, çapkınlık bir irade ve tercih konusudur. Elbette yukarıdaki faktörlerin rolü olabilir ama yine de kişi kendi süper egosu ile davranışlarını kontrol altında tutabilir ve toplum normlarına saygılı olabilir. Bir düşünür der ki; ‘’Bütün gün ne düşünürseniz o’sunuz…’’ O halde hiçbir bahaneye sarılmadan kendi hayatımızı yine kendimiz düzgünce ve sağlıklı olarak yaşayabiliriz.

Nöroloji Uzmanı Dr. Mehmet Yavuz

https://twitter.com/drmehmetyavuz

Yazarın Tüm Yazıları