İstanbul’da tek bir Art-Deco bina bırakmadık

Güzelim İstanbul'umuzda Art-Deco stilinde iki adet şahane mekán vardı, ama maalesef ikisini de yıktık. Bir Park Otelimiz vardı, tabağına, çatalına kadar Art-Deco modasını yansıtan, karakteri olan bir oteldi. İkinci Art-Deco bina ise şimdiki Sheraton Oteli'nin yerinde bulunan Taksim Belediye Gazinosu idi.

Bugünlerde Londra'da, Victoria & Albert Müzesi'nde (kısası V&A) 1910 - 1939 seneleri arasında dünyaya hakim olan Art-Deco (Türkçe okunuşu Ar - Deko) stilinin sergisi var. Bu aralık İngiltere'ye gidemediğim için sergiyi göremedim ama eksik olmasın bir arkadaşım serginin kalın kataloğunu yüklenmiş bana getirmiş, biraz tetkik ettikten sonra kendi bilgilerimi de katarak sizlerle paylaşmak istedim.

Art-Deco ismi moderne verilen bir isim olmakla birlikte, 'modernci' demek değildir. 20. yüzyılın başlarına ait bir stil olup iki savaş arasında ortaya çıkarak bütün dünyaya yayılmıştır ve neredeyse her türlü görsel sanata damgasını vurmuştur.

İKİ SAVAŞ ARASINDAKİ DÖNEM

Güzel sanatlardan mimariye ve dekorasyona, modadan her türlü dokumaya, filmlerden fotoğrafçılığa kadar her konuda izleri görülür. Bu devrede, teknoloji dramatik bir şekilde öne çıkar, toplumlardaki aşırı ilerlemenin yanında politik ve ekonomik krizlerin getirdiği şaşırtıcı kontrastlar arasında keşfedilen bir görselliği içerir.

Art-Deco, 1920'lerin köpüren lüks çılgınlığından depresyona, kapitalizmin hiçbir şeye aldırmadan yayılmasının yansıması olan faşizm ve komünizm gibi totaliter rejimlerin hákim olmasının neticesindeki bunalımlar arasında çıkan bir stildir. 'Great Gatsby' filmi bugünleri çok güzel yansıtır.

Paris'teki apartmanını dekore etmek isteyen yeni zenginlerden Amerika'nın ortasında toprağını işleyen çifçiye kadar herkes bu akımın esiri olmuştur, çünkü teknolojinin getirdiği kolaylıklardan herkes yararlanmak istemiştir.

Art-Deco, şimdi herhangi bir görsel eşyanın harpler arasındaki modayı yansıttığı bir kelime olmuştur. 1966'da bu modayı yansıtan eşyalara evvela 1925'te Paris'te yapılan ‘‘Uluslararası Dekoratif Sanatlar ve Modern Sanayi’’ sergisine dayanarak ‘‘25'ler senesi’’ adı verilmişti. Sonra 1969'da Bevis Hillier'in ‘‘Art-Deco’’ isimli kitabını yayınlaması ve 1971'de Minneapolis Sanat Enstitüsü'nde ‘‘Art-Deco Dünyası’’ adını taşıyan bir serginin hazırlanması neticesinde bu stilin adı da Art-Deco olarak tespit ve kabul edilmiş oldu.

Bu sanatın esası, artık seri imalata geçilmesi sebebiyle imalat kolaylığında geometrik desenlerin yaratılarak bu stile hakim olmasıydı. Makinelerden estetik görüntüleri elde edebilmek için hayvanları ve nebatları hep köşeli şekilde yaratarak geometrik biçimlere kaydırmışlardı. Anlayacağınız, sanat imalata ve sanayiye geçmişti.

Göğüssüz kadınların boru gibi entarileri giyerek çarliston dansları yaptıkları bu devrede sinema salonlarında renkli ve bol geometrik çiçekli desenlerin yanında krom ve cam malzeme kullanılmıştı. Modaya hükmeden meşhur Paul Poiret bile artık kıyafetlerde seri imalata geçilmesini önerirken, kıyafetlerle birlikte yaşanan mekánlardaki dekorasyonların da değişmesi gerektiğini söylemekteydi. İsviçre doğumlu mimar, filozof ve desinatör Le Corbusier bile bir evin ‘‘yaşamak için bir makine’’ olması gerektiğini ileri sürmüştü.

1923'te Tutankamon'un mezarının bulunmasıyla, bir müddet Mısır etkisi her yerde göze çarptığı gibi Orta ve Uzak Doğu'nun dekoratif elemanları da bu stili çok etkilemişti.

Bana göre Art-Deco stili, sinema veya konser salonları, oteller, gece kulüpleri, transatlantik gemiler gibi büyük mekanlarda çok hoş görünmekte ama ev veya apartmanlar gibi küçük iç mekanlarda hantal eşyaları, soluk aydınlatmasıyla ve o devrin moda renkleriyle fevkalade soğuk gelmektedir. Şayet Art-Deco bir ev döşeyecek olursanız mutlaka her türlü eşyanızın o devre ait olması şarttır, zira bu stil başka hiçbir stille, bugünkü modern üslupla bile bağdaşmamaktadır. Sofradaki tabak-çanak, çatal-bıçak hepsi Art-Deco olmak zorundadır. Her şeyiyle tamam bir evde yaşasanız dahi bir müddet sonra sıkıldığınızı hissedersiniz. Halbuki 18. yüzyılın klasik eşyasında bu tür sıkıntıları yaşamazsınız ve pek çok başka eşya ile hatta modern eşya ile bile karıştırabilirsiniz.

Art-Deco stilinden yegáne klasik olarak kalanlar mimarisini yansıtan binalardır, sinema ve tiyatro salonlarıdır ve bence en harikası da bugün bile geçerli olan mücevherlerdir. Cartier gibi kuyumcuların yarattığı Art-Deco stili mücevherler hálá kullanılmaktadır ve güzelliklerinden hiçbir şey kaybetmeyerek klasikleşmişlerdir.

Bir de Art-Deco devri posterlerine bayılıyorum. Art-Deco stili kitap ciltleri de hoşuma gider.

İKİ BİNAYI DA SAKLAMALIYDIK

Güzelim İstanbul'umuzda Art-Deco stilinde iki adet şahane mekán vardı, ama maalesef ikisinin de kıymetini bilemedik ve yıktık. Gençler hatırlamazlar ama bir Park Otelimiz vardı, tabağına, çatalına kadar Art-Deco modasını yansıtan ve karakteri olan bir oteldi. Eski sahipleri bakamadıkları için sattılar, şimdiki sahibi ise tamamen yıkıp yeni bir bina yapmak üzere iken akılları başlarına gelen otoriteler inşaatı durdurdular. Bir beton karkas senelerdir göz zevkimizi bozuyor.

Aslında eski oteli yıktırmayacaklardı. Tabii, devrinin ihtiyacına göre yapılmış olan bu otel artık rantabl olmayabilir ama yanına modern bir bina ilave ederek bu Art-Deco stilinin yaşaması temin edilebilirdi ve rantabl olurdu. Allah'ın Hindistan'ında bile Bombay'daki Tac Mahal Oteli bu yöntemle problemini halletti ve pek çok turist de eski kısımda kalmayı tercih ederek özellikle o bölümdeki odalardan birini istiyor.

İstanbul'daki ikinci Art-Deco bina ise vaktiyle şimdiki Sheraton Oteli’nin yerinde bulunan Taksim Belediye Gazinosu idi. Bütün önemli düğünler orada yapılırdı ve çok tipik bir Art-Deco stili salondu. Sanki Taksim parkında hiç yer yokmuş gibi bu binayı da yıktılar ve yerine o gökdelen otel yapıldı. Bu gazinoyu bir köşede tutsalardı da otelin bir bölümü gibi devrinin modasını yansıtan bir salon olarak kalsaydı fena mı olurdu? Bence bu küçücük binaya da yazık oldu. Şimdi maalesef gençlerimize gösterebileceğimiz güzel bir Art-Deco örneğimiz bulunmuyor.
Yazarın Tüm Yazıları