Amatörün Oscar karnesi

Bu yıl her türlü imkânı devreye sokarak Oscar adayı filmlerin önemli bir bölümünü önceden seyrettim

Haberin Devamı

Oscar, Grammy, Emmy türü ödüllere bayılmayan, ancak “istemem yan cebime” tavrıyla takip etmeyi sevenlerdenim. Ödül törenleri çoğunlukla eğlenceli olur, iyi ve ilginç performanslar -Grammy’de- olur vesire.
Konuşmayı uzatanlara gıcık olmak, kazanamayanların yüz ifadelerinde ‘kaçak his’ aramak, “O elbise ne öyle be güzel insan?” diye söylenmek gibi yan eğlenceler de vardır elbette.
Son yıllarda Oscar adayı filmlerle pek bir bağım olmadı.
Bu yıl her türlü imkânı devreye sokarak aday filmlerin önemli bir bölümünü önceden seyrettim. Spielberg’ün ‘Lincoln’ü ağır, koyu, yer yer sıkıcı desem de kötü diyemeyeceğim bir film; Daniel Day-Lewis muhteşem.
‘Life of Pi/ Pi’nin Hayatı’, aday filmler içinde en çok beğendiğim yapım oldu; iki tur seyrettim, arada yine seyrederim herhalde.
‘Les Miserables/ Sefiller’ ile ilgili iki temel problemim vardı. Birincisi Anne Hathaway. Hayranlarını kırmak istemem ama oynadığı iyi bir film seyretmiş değilim henüz; kerameti kendinden menkul. Bir de müzikallere çok meraklı sayılmam. Sinema dünyasının iyi örnekleri de varken bir Sefiller’e daha ihtiyacı var mıydı, o da ayrı mesele. Yine de seyretmek azmindeydim fakat zevkine güvendiğim arkadaşlarım “Yapma, etme, kıyma kendine!” dediler, vazgeçtim.
‘Zero Dark Thirty’yi merakla izledim. Bin Ladin Operasyonu konulu filmin ‘Kahraman Amerika’ çizgisine kayması kaçınılmaz ve ben de bu durumdan hoşlanan sinema seyircilerinden değilim. Ancak, ABD tarafının hatalarını, günahlarını da bir ölçüde yansıtıyor. Neticede süper bir film değil ancak karşısına geçtiğinizde tek nefeste bitiriyorsunuz. Jessica Chastain, kadın oyuncu dalında kuvvetli adaylardan ve bunu hak ettiğini söylemek durumundayım.
Amour’un yabancı film dalında şansı yüksek ancak En İyi Film’i ne yazık ki yedirmezler. İyi bir film seyrettiğim hissine yol açan nadir bir güzellik...
Beasts of the Southern Wild da korkarım arada kaynayacak filmlerden; şimdiden “Yazık oldu” diyeceğim. Siver Linings Playbook ise aday filmler içinde şu ana kadar seyredemediğim tek film oldu.
Django Unchained’e gelirsek... Quentin Tarantino’nun kalbimdeki yeri ayrı. Bir numaram ‘Rezervuar Köpekleri’, iki numaram senaryosunu yazdığı ‘True Romance’dır. Kill Bill’leri, Pulp Fiction’ı, Jackie Brown’ı da severim. Inglourious Basterds en iyi filmlerinden değildi ama eğlenceliydi. Django Unchained ise iyi karikatüristin kötü karikatürü gibi bir hadise. Diğer filmlerden farklı olarak avans vererek, sevmeye şartlanarak seyretmeye başladım. Bittiğinde sadece “Fiyuv, atlattık neyse” diyebildim. Artık önümüzdeki filmlere bakacağız...

KİM KAZANIR?

Haberin Devamı

‘Argo’ veya ‘Operasyon Argo’ var bir de tabii. Şu ana kadar, istisnasız her biri Oscar’ın habercisi olarak anılan törenlerde 30 kadar ödül topladı Ben Affleck’in filmi. Filmin sloganı: “Film sahteydi, görev gerçek.” Doğru söylemişler. Film gerçek bir olayı biraz çarpıtarak ele alıyor. 1979’da İran’da rejim değişikliğinden sonra ABD Konsolosluğu basılmıştı. Argo, Kanada Büyükelçiliğine sığınan 6 ABD’li diplomatın kurtarılması için CIA’in düzenlediği fantastik operasyonu konu alıyor. Övüldüğü kadar olmasa da tartışıldı film. Gerçek olay diye yola çıkıp, Kanada’nın ve İngiltere’nin rolünü küçülten, CIA’e hak etmediği derecede prim veren, İranlıları toptan vahşi gösteren filmin gerçekle uyuşmayan çok noktası var. Havaalanında kovalamaca hiç yaşanmamış. Operasyon tam başlayacakken “İptal” diye bir karar hiç gelmemiş vesaire vesaire. Neticede filmdir, gerçeklerle oynanabilir. Fakat bir de sıkıcı bu film arkadaşlar. Beğenenler çoğunlukta, benim de ‘orijinal’ olmak gibi bir derdim yok ama bildiğiniz sıkıldım filmi seyrederken.
Hâlâ “Kim kazanır?” diyorsanız, bu kadar gürültü patırtıya Argo alır götürür, gerisi sadece “Ahan da sürpriz” dedirtir.

Yazarın Tüm Yazıları