Aluuu!

Ben bir şey keşfeden, bir şey icat edip insanlığın hizmetine sunan herkese hayranımdır... Hepsinin kulu kölesi olurum...Düşünün, Kristof Kolomb Amerika'yı keşfetmese, Amerika'ya gidebilecek, sağa sola ‘‘Geçen hafta Amerika'daydım'' diye hava atabilecek miydik?..Ama ben, yaşamımızdaki belki en önemli araçlardan biri olmasına karşın, ‘‘telefon''u icat eden Graham Bell'i affetmiyorum... Bu aleti özellikle biz Türk toplumunun başına sardığı için şiddetle kınıyorum...Rivayete göre Graham Bell, bir gün yolda yürürken yerde bir jeton görmüş... Telefonu, bulduğu bu jeton ziyan olmasın diye icat etmiş...Diğer bir rivayete göre de kendisine ‘‘Sizi telefondan arıyorlar Bay Graham!..'' denilmesinden çok hoşlanıyormuş, bu yüzden icat etmiş telefonu...Geçmiş yıllarda telefonda aradığını bulmak, aradığın kişiyle konuşabilmek öyle her babayiğidin harcı değildi...İstanbul'dan, Ankara'dan, İzmir'den, nerden kimi ararsanız arayın, tüm telefonlar mutlaka her nedense önce Adana'ya bağlanır; Adana'da hiç tanımadğınız, kel alaka insanlarla görüşürdünüz... Size telefonu bağlayan santral memureleri, ‘‘Aloo, Adanaaa, çık aradan!..'' diye ciyak ciyak bağırırlardı ama, aradığınız kişiden önce de, Adana'dan biriyle konuşmak kaçınılmazdı...Örneğin, Ankara'daki nişanlısını ararken, telefonda Adanalı biriyle tanışan, nişanlısını terk edip, onunla evlenen çok kişi olmuştur...‘‘Adana çık aradan!..'' sözünün, telefon terminolojisinde, önemli bir yeri vardır...***Aslında telefonun yaşamımız için ne denli önemli bir araç olduğunun tartışılacak hiçbir yanı yok...‘‘Tak'' diye dünyanın öbür ucunda bir numara çeviriyorsun... ‘‘Şak'' diye karşına çıkıyor, dilediğinle konuşuyorsun...Nereden nerelere geldik... Eskiden, hele de şehirlerarası biriyle konuşmak için, iki gün önceden rezervasyon yaptırmanız gerekir, santral kıza ‘‘N'olur cuma gününe kadar kendisiyle mutlaka görüşmem gerekiyor...'' diye bir de yalvarırdınız...İki gün sonra, o aradığınız kişi size bağlandığında ise, kim olduğunu, onu aslında sizin aradığınızı unutur, ‘‘Yanlış numara!..'' diye telefonu kapatırdınız...Sonra teknoloji gelişti... Adamı tam tırlattıracak yeni saçmalıklar çıktı ortaya...Örneğin, diyelim bir yere telefon ediyorsunuz... Karşınıza bir hatun sesi çıkıyor...Ve size, daha kimi, neden aradığınızı sormadan, kulağınıza dayıyor teybe alınmış o sesi...‘‘Aradığınız kişinin dahili numarasını biliyorsanız, 1'i... Göbek adını biliyorsanız 2'yi... Hangi yemeği sevdiğini biliyorsanız 3'ü... Kaç beden pantolon giydiğini biliyorsanız 4'ü tuşlayın...'' gibi ipe sapa gelmez bir alay lafı sıralayıp, Türk Telecom hesabına, yığınla parayı böyle cukkalıyor sizden...Ve, sözümona teknoloji adına yapılan, bu ve buna benzer bir sürü numara, sizi ayran budalası gibi telefon başında bekletirken, o gaddar Telecom da arkanıza dolanıp puanları alıyor, faturanızı kabartıyor...Ayrıca bu telefonlarda bir de müzik muhabbeti var...Birini arıyorsunuz... Telefona çıkan hanım, ‘‘Bir saniye bağlıyorum...'' deyip, sizi bir müzikle başbaşa bırakıyor...Sonra o hanımı bir daha ara ki bulasın da derdini anlatasın...Beş on dakika kadar müzik dinledikten sonra kimi aradığını bile unutup telefonu kapatıyorsun... Şayet sevdiğin bir parça çalıyorsa, bu süre on onbeş dakikaya kadar bile uzuyor...Hatta olur a, aradığın adamı o ara bağlarlarsa, insan kendini kaptırıp, karşısındakini ‘‘Yahu çıksana aradan kardeşim... Duymuyor musun, müzik dinliyoruz!..'' diye azarlayabiliyor bile...Aslında, bundan böyle müzik dinlemek için öyle müzik setleri falan edinmenin hiç gereği yok... Herhangi bir yere bir telefon yeterli...Düşünün, ellerinizde içkileriniz, sevgilinizle oturup, çevirmişsiniz bur numara, başbaşa müzik dinliyorsunuz... Yanınızdaki hanım yeni tanıştığınız biri de olsa, müziği aynı telefon ahizesinden dinlemek zorunda olduğunuzdan, bu başbaşalık durumu zaten kendiliğinden oluşuyor... Bu da telefonun size bir hizmeti oluyor...Ayrıca biliyorsunuz artık ‘‘görüntülü telefonlar'' çıktı... Bu görüntülü telefonlar iyice yaygınlaşacak... Bundan böyle birini aradığımızda, artık müzik dinleme yerine giderek ‘‘klip'' izleyeceğiz.***Ama bu medeniyet canavarının en tehlikelisi ve en dehşetengizi, tabii ki şu ‘‘cep telefonları...''Ve bu cep telefonları nedeniyle ‘‘Beni cepten ara!..'' sözü, son yıllarda yaşamımıza girmiş en abuk, sabuk söz...Aslında biz, yıllardır başta devletten, bakkala çakkala vs.'ye kadar hep ‘‘cep''ten aranmaya alışık bir toplumuz...Ama bu deyim, gene de insana ters geliyor...Ben bu cep telefonundan tam üç tane kaybettim... Şu anda dördüncüsü var...Doğru dürüst hiç kullanmadığım halde, karım herhalde ‘‘yerim belli olsun'' diye olacak, her kaybedişimde yılmıyor, bir yenisini alıyor... Namert şey pahalı da...Bazen, ‘‘Artık hanıma da ayıp oluyor... Şuna bir ip geçirip, ilkokulda silgi astığımız gibi boynuma asayım, kaybetmeyeyim...'' diye düşünüyorum... Sonra, pek hoş bir manzara olmayacağından vazgeçiyorum...Bu cep telefonu işi memleketimizde tam gemi azıya almış manyaklık mertebesine ulaşmış bir durumda...Herifin cebi delik, adam gibi cebi yok... Ama cep telefonu var!..Geçen gün bizim mahalle bakkalından öteberi alıyorumdum... Üstü başı, kireç, toz, toprak içinde bir inşaat işçisi arkadaş, cep telefonuyla ‘‘Lan Hüsiin bakkal veresiye vermiir...'' diye inşaattaki arkadaşlarıyla konuşuyordu... Adamın peynir ekmek alacak parası yok... Ama cep telefonu var...Eskiden normal telefonlardaki hat karışmaları, yanlış numara düşmeleri de, bu cep telefonlarında ayyuka çıkmış durumda...Örneğin, bir gün cep telefonuyla damadım Savaş'ı arıyorum...‘‘Alo, Savaş!..''Karşıdan cevap: ‘‘Savaşma barış!..''Tekrar tuşluyorum numarayı...Karşıdaki biraz gırgırını geçtikten sonra, ‘‘Hangi Savaş?..'' diye sorduğunda, bu kez ben bozuluyorum:‘‘Üçüncü Dünya Savaşı!..'' deyip telefonu kapatıyorum...Ercan Saatçi'nin ‘‘Tam ondört saat oldu... Telefonum hiç çalmadı!..'' diye bir şarkısı var...Yatsın, kalksın da dua etsin... Telefonu çalsa, o ondört saate kimbilir ne abuk sabuk kişilerle, ne abuk sabuk şeyler konuşacaktı!..Bu cep telefonlarında bir de ‘‘mesaj'', yani haber bırakma servisi var...Kızı yurtdışında okuyan bir arkadaşım, kızı tatile geldiğinde telefonunu ona veriyor, giderken alıyormuş...Daha sonra da telefonda, ‘‘Sizi cuma günü ağdaya bekliyoruz...'' falan gibi mesajlar bulup, tırlatıyormuş...Cep telefonlarının, uçak düşürme vs. gibi birçok yan etkileri var... Ama ben onlardan korkmuyorum...Firmalar bu telefonları bir rekabet halinde her geçen gün giderek o kadar küçültüyorlar ki!..Zaten taşırken abuk sabuk yerlerimize sokuşturduğumuz bu telefonlar sonunda cebimizden kıçımıza kaçacak... Birbirimizle adam gibi konuşup anlaşmaya en çok gereksinim duyduğumuz şu günlerde, gene birbiriyle kıçından konuşan bir toplum olacağız...Ben ondan korkuyorum!..
Yazarın Tüm Yazıları