Alsancak MİKO’da 1 yılın ardından

Haberin Devamı

PİYANONUN önüne ilk defa 1969’da oturmuşum; hayâl meyâl...
Ankara Tenis Kulübü’nde ilk defa “dinleyen birileri”ne çalmışım.
Rıfat Akaltan ile nota, solfej; Erkan Yüksel’le “Allaturca Piyano...”
Turhan ve Mülkiye Toper’le repertuvar; usûl, makam, nazariyat.
Cinûçen Tanrıkorur’un, piyano çalındığı için terk ettiği konser; Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi...
Ankara Üniversitesi, Ali Şenozan, Hacettepe Üniversitesi, Cahit Ünyaylar, Safiye Ayla.
Mülkiye’de Klâsik Koro, Ankara Türk Müziği Derneği, Kadri Şarman, Avni Anıl...
İsmail Baha Bey’in “telkinleri”, Melahat Pars Hanım’ın “tavsiyeleri”; Yusuf Nalkesen’in, “Siz hâkimliğe devam edin” diye beni Klâsik Koro’ya almayışı.
Kutlu Aktaş’ın himâyesinde Malatya Musiki Cemiyeti...
Halûk Derinöz ile birlikte kanun–piyano, Gülten Yeğin’le kemençe–piyano.
Konserler, resitaller, yazılar, makaleler. Ve daha buraya yazamadıklarım...

Haberin Devamı

Sonraki yıllar, “meze niyetine” geçiştirilmeden, rakı–balık sofrasında tüketilmeden, -adâbıyla bir alaturka- hasretiyle geçti. Türk müziği sazlarıyla çalınabilen her şeyin Türk müziği olmadığını bilmeyenlerden, yoz kültürün sığ sularında büyümüşlerden kaçtım. Meselâ, Münir Nureddin Bey’i, bu şehrin ustası Rüştü Şardağ’ı, Avni Anıl Hoca’yı doya doya dinleyememekten yakındım. Sanki “Müzeyyen” hiç iz bırakmamış, Gönül Yazar, Behiye Aksoy Efes Oteli’ne hiç uğramamış, Zeki Müren “Manolya Bahçesi”nden hiç geçmemiş gibiydi.

“Ben ‘unutulmuş devirlerin musikisi’ni özlüyorum, ötesi var mı? Biraz üstelerseniz, belli bir kuşak da fark eder özlediğini... İzmir’de ‘Bir nefes alaturka’ya muhtaç haldeyiz” derken, sevgili Erol Yafe ve Cenap Türksavaş, “Bu enstrümantal yorum ancak MİKO’da yapılır” diye üstelediler. Böylece karar verdik; “en son yirminci asırda”, eski İzmir evlerinin cumbalarından ve yalı pencerelerinden yükselen unutulmuş sesleri meraklısına hatırlatmaya.
 Bir devrin musiki terbiyesinden ve bir terbiyenin kendine has musikisinden, ses ve saza dair “sırlanmış” örnekler sunmaya çalıştık. Her salı, bir “Alaturkaya övgü” akşamıydı. Meselâ, “Sultaniyegâh Sirto”nun tarifsiz büyüsüyle “merhaba” dedikten sonra, kadına “Hanımefendi”, erkeğe “Beyefendi”, candan çok sevilen canâna bile “Siz” diye hitap edilen zamanlara uzanıyorduk. Sevgiliye, “Yine bir gülnihal aldı bu gönlümü” diye iltifat, “Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın” diye sitem ediyorduk. Yol üstünde “Kandilli”ye uğrayıp, “Hülya tepeler, hayal ağaçlar/durgun suda dinlenen yamaçlar” hâlâ yerinde mi bir bakıyorduk... Biraz Yahya Kemal, biraz Münir Nurettin. Tatyos Efendi, Ümit Yaşar, Tanburî Mustafa Çavuş ve hattâ biraz da Orhan Veli.
Semt-i Nihavend, Hicaz, Rast, belki Hisarbûselik, Segâh ve Şedaraban, nihayet Mahûr diyerek, “Refik Tâl’ât Bey” ile vedâlaşıyorduk... Neden ısrarla geçmiş zaman kullanıyorum? İzmir’de, kültür, sanat, menü ve ufuk genetiği bu anımsamaya en uygun olan MİKO’da, “Her salı akşamı, kendi halimizde dolaşalım tuşlarda” derken, şaka maka 1 yılı devirmişiz; 52 hafta yani... Yarın akşam bir tür “küçük yıldönümü”. Bu süre içinde, beni piyanonun başında, ısrarla yalnız bırakmayan dostlara özellikle teşekkür ediyorum. Henüz yolu düşmeyenleri de bekleriz efendim...

Yazarın Tüm Yazıları