Almanya: İç ve dış

Hadi ULUENGİN
Haberin Devamı

Yarınki Alman seçimlerine ilişkin olarak hafta boyu yazdığım makalelerde eğer temel önceliği dış politikaya verdimse bu, hem söz konusu boyutun Türkiye dahil dünyayı daha çok ilgilendirmesinden, hem de aşağıda belirteceğim üç gerekçeden dolayı ve oylama sonucu ne olursa olsun artık ‘Berlin Cumhuriyeti’ndeki iç siyasetin dış faktörlerle atbaşı gidecek olmasından kaynaklandı.

Sıralayalım:

***

BİRİNCİ olarak, başta tek para birimi ‘avro’ insiyatifi velev ki Helmut Kohl AB bütünleşme dinamiğinde çok önemli adımlar atmış olsa dahi, doksanlı yıllar Bonn için özünde ulusal birliği yeniden sağlamak dönemi oldu.

Duvar'ın yıkılması ertesinde ülke yekpareliğini tekrar kazanan Almanya yaklaşık on yıl müddetle göreceli bir ‘içe dönüklük’ süreci yaşadı.

Bugün bu süreç bitmiştir. Önce işsizlik ve sosyal doku yenilenmesi, Doğu bölgelerde hala bir dizi sorun hüküm sürse bile ana hat rayına oturmuştur.

Dolayısıyla, ‘Berlin Cumhuriyeti’nde başbakanlığını üstlenecek olan lider Federal hükümeti 21. yüzyıla taşırken ancak yukarıdaki hatta giden lokomotifin makinisti olacaktır. Makas değiştirecek bir şefdögar olması mümkün değildir.

Ve yine dolayısıyla, hem yukarıdaki ‘dahili dönemin’ nihayete ermesinden ötürü, hem de üçüncü gerekçede açıklayayacağım unsurlar nedeniyle bundan sonraki Alman hükümeti ‘dış politika’ ağırlıklı davranmak zorunda kalacaktır.

***

İKİNCİ olarak, ha Ali Veli ha Veli Ali demeyeceğim ama belli başlı iki şansölye adayı olan Kohl ve Schröder arasında büyük bir uçurum yoktur.

‘Patronların yoldaşı’ tanımıyla hicvedilen ve ‘Kohl’lu yıllardan' bezmiş bir bölüm finans kapital grubunun da desteğini alan SPD lideri Gerhard Schröder CDU'lu rakibinden çok farklı bir toplum projesi sunmamaktadır.

Olsa olsa sosyal planda bir nebze daha ‘dayanışmacı’ konuşmaktadır. Biraz da ‘Keynes’ci' yaklaşımlarla ve müdahil mali politikalara prim vermektedir.

İki ana partinin katılacağı bir büyük koalisyonun kurulması halinde ise, sandık skorlarına göre başbakan koltuğuna Sosyalist Oscar Lafontaine'nin veya Hristiyan Wolfgang Schaeuble'nin oturması ancak nüansları değiştirecektir.

Her halükarda ‘Berlin Cumhuriyeti’nin ilk hukümeti ve ilk şansölyesi hangi kimliği taşırsa taşısın, bu hükümet ve bu şansölye salt iç siyaset gibi algılanan ekonomik ve sosyal konuları dış politikaya uyarlayacaktır.

Zaten üçüncü gerekçe de bu noktadan kaynaklanmaktadır.

***

BUGÜN Almanya Avrupa bütününün kopmaz bir parçasıdır. Hatta motorudur.

Yine başta tek para birimi ‘avro’, Federal Cumhuriyet'in AB angajmanları hem onu Brüksel'e bağımlı kılmaktadır, hem de Ortak Pazar ülkeleri arasındaki bu ‘karşılıklı bağımlılık’ Berlin'in dahili karar marjını sınırlamaktadır.

Tüm Topluluk başkentleri gibi egemenlik haklarından gönüllü olarak feragat etmiş olan Bonn bundan böyle iç siyaseti diğerleriyle beraber düşünecektir.

Başka bir deyişle, sosyal sigorta reformu, anayasal vatandaşlık kavramı, Doğu'ya mahrumiyet kredisi veya faiz haddi oranı, ilk bakışta tamamen ‘dahili işler’ olarak algınabilecek olan bu konuları ‘Berlin Cumhuriyeti’ artık Kıta bütünü içinde ele almak ve Kıta bütünü içinde ortak çözümlemek zorundadır.

Ama Almanya ağırlığı okkalı olduğundan da Federal hükümetin tavrı hayati önem taşıyacaktır. Berlin Brüksel'i, Brüksel de Berlin'i belirleyecektir.

Dolayısıyla, yarınki seçimler ertesinde bu hükümetin nasıl oluşacağı ve kimin başbakan olacağı özünde Almanya için bir dış siyaset, buna karşılık Yeni Avrupa için bir iç politika olayı şekillendirecektir. Çağın gerçeği budur.

Salı günü oylama sonuçlarını ve bunun Türkiye'ye etkisini ele alacağım.













Yazarın Tüm Yazıları