Paylaş
Resim hep ertelediğim bir şeydi, benim için içimdekileri yazmak kadar resmetmek ya da çiziktirmek aynı haz.
Bazı işlerin aile olmadan çok önce ivmelenmesi gerektiğine inananlardanım ya da bu benim şahsi bahanem ve kurgum.
Ya da kendi tempom ve önceliklerimin hayallerimi yutuşu, bazen de fazlaca taşan heyecanım.
Velhasıl size gelen en iyi şeyi kişi yine kendi bilir, bir atölye hem yazı hem resim, yemekler, kokular, tencerede fokurdamalar, molalarda kıkırdamalar, yanında hep sade duble kahvesi ve önlüğüm… Aslında bu kadar keyif benim için hayatın özeti yanında sevdiklerimle.
Boya kokusu hayatıma arzı endam etmişken, hem dördüncü kitap hem sergi çalışmalarım hem de yemek tutkum birbirinden ayrılmaz parçalar benim için artık.
Bunun en büyük sebebi, kitap yazıyorum tıkandım bir yerlerde dediğimde benim boş vaktim var, bana yolla bitireyim diyen şaşkın şuurdaki insanların artık hayatımda olmaması ve hafiflemem.
Sırtınızdaki yükleri hafiflettikçe bakın omuzlarınız nasıl da dikleşiyor, rahatlıyor.
Kemikleşmiş hal, hatır, değerler diye siz didinip tabiri caizse o işkenceye katlanırken, kendin olma savaşında kendi bildiğin gibi korkusuz yol almanın hazzını düşünsene… Çünkü her şeyin dıştan olduğunu anladığın zamanlar… Oysa susmak bazen ne güzel, bilmek de susmak, görmek de susmak.
Bizi ilgilendiren kimsenin hayatı değil ki, babayiğit gibi susmak yerine, ahkam kesmek ilgilendiren kısmı.
Nereye kadar?
Öğrenene kadar elbet altı ay önce paylaşmıştım. ‘Öğrendim ki’ şiirini ne çok sevdiğimi sonra da küçük küçük alıntılar yapmıştım, Ataol Behramoğlu’ndan, hah işte… O şiirdeki kelimeler gibi öğrenmek ve bilmek başka bu hayatta.
Oyunsuz ve çabasız olmak hallerin en güzeli.
Dıştan bakıldığında diye bir şey var bu hayatta, sözlük anlamı suret.
Eğitimli eğitimsiz, evli bekar, çoluklu çocuksuz, genç ya da yaşlı, geçiniyor geçinemiyor aklınıza gelen her türlü sosyal statü belirleyici ve insanların etiketlediği her şeyin suret aldatması olduğuna inanıyorum, herkesin mi?
Herkes olamaz ama çokluğun. Dıştan bakıldığında her şeyin fazla düzgün olması, artık bazı şeylerin battaniyesi olmuş 40 yaşa adım kalmışken öğreniverdim galiba.
Ben o düzgün dünyalara kanıp içerden baktığımda en acı, en hesaplaşmalı, en ağır, en yalanlara şahit oldum olalı, tövbe ettim başkalarını savunmaya da karalamaya da.
Çok iyi bildiğin ve şahit olduğun bir şeyi söylemek de doğru değilmiş meğer. İçindeki o hazımsızlığı ve başkaldırıyı, olup bitten her şeyi kalpten kalbe yolladığında bak nasıl efil efil kalacaksın.
Niye bunları yaşadım, nerden girdi bu insanlar hayatıma derken büyük kentlerde yaşayan, hali vakti yerinde, özü sözü bir sanılan, alim edasıyla dolanan insanların öyle kapanmayacak yaraları vardır ki ne çok çocuklu imaj, ne çok eşli her seferinde yaşadıkları müstesna aşkmış halleri, ne de gözü dönmüş ne yapacağını bilemez, üretiyorum ben diye yırtınan halleri aslında kazanırken en değerlerini kaybetmiş olan bu insanların sarsıcı hikayesidir çoğu zaman.
İşte tam da bu nedenden girmiştir çoğu zaman hayatlara, ayna tutmak için içime o kaçtı, bu kaçtı diye kendince aydınlatadursun, aydınlattığı içine kaçtığı sanan Şems, Mevlana halinden değil, kendi yansımasını birebir yansıttığı içindir oysa.
O yüklendiği ve takındığı roller seni sana getirir.
Yazı yazmak ve resmetmek de böyledir işte, bir hayatın içinde, başka hayatların izlerini okursun içlerinde. İstediği kadar zemin siyah olsun, sen sana göz kırpan renkleri görebiliyor musun onu de kendine.
Özlen ben, Lara ve Ali’nin annesi ve tek eşli!
Paylaş