Özlem Erkan
Özlem Erkan
Özlem Erkan

Kamyon arkası yazılar

Üstü başı kirlenmeden, terden sırılsıklam olmadan, yeni ayakkabıları paralamadan, kırılıp incinmeden, ağlayıp sızlamadan çocukluk yaşanmazmış meğer.

Haberin Devamı

Eskiden eğlenceli kamyon arkası yazıları vardı. Oldukça arabesk ama son derece yaratıcı yazılarla çok eğlenirdim. Hala vardır eminim ama artık şehiriçi trafiğinde kamyonlarla karşılaşmıyorum. Şimdilerde önümdeki araçlarda en çok gözüme takılan ve hiç de yaratıcı bulmadığım; ‘arkada prens/prenses var’ yazıları. Çocuğum prenses olduğunda ben de İngiltere kraliçesi oluyorsam sorun yok tabii.

Kalabalık bir ailenin ilk torunu olmam sebebiyle, el bebek gül bebek büyütülmüş, pamuklara sarılmış bir halde üniversitenin kapısına bırakılmıştım. İlk kez ailemden ayrılıyordum. İlk kez tek başıma yaşayacaktım. Herşey çok heyecan vericiydi. Kendimi çok büyümüş ve havalı hissediyordum. Sadece birkaç gün sürdü, acımasız yaşıtlarım sayesinde nadide bir prenses olmadığımı öğrenmem. Meğer dünya bana hizmet etmiyormuş, kalbimin kırılması, ruhumun incinmesi kimsenin umrunda değilmiş. Üstelik binbir nazla yediğim yemeklerin yerini, ne yaparsan onu yersin menüsü almıştı. Okulun ilk yılında aç kalmaktan nasıl korktuysam, 9 kilo birden almıştım.

Haberin Devamı

Sabahları öperek uyandıran yoktu, kahvaltı için kapris yapabileceğim kimse de ama uzun otobüs yolculuğu ile okul yolunu tutmak, yorgun argın dönerken bir de akşam yemeği için alışveriş yapmak gibi yenilikler eklenmişti hayatıma. Arabası olan bir arkadaşıma, yol parasını paylaşmayı ve okula birlikte gitmeyi önermiştim. Memnuniyetle kabul etti. Sabah beni evimden alırsın dediğimde, ‘Alamam, caddeye yürü’ cevabına 3 gün ağlamıştım.

Çocukluğum boyunca ne kadar temiz, ne kadar uslu, ne kadar düzenli olduğum tüm ailemin dilindeydi. En efsane hikaye de; oynamak için sokağa çıktığımda üstümü hiç kirletmeden eve dönüyor olmam ve ayakkabılarımın asla ama asla eskimemesiydi.

Şimdi düşünüyorum da ne kadar acıklı! Oğlumun ayakkabıları eskimese oturur ağlardım sanırım. Üstü başı kirlenmeden, terden sırılsıklam olmadan, yeni ayakkabılarını paralamadan, kırılıp incinmeden, ağlayıp sızlanmadan çocukluk yaşanmazmış meğer. Günü gelip de bir prenses edasıyla sarayımdan çıktığımda, baksanıza ne çok şaşırmış, ne çok bocalamışım.

Haberin Devamı

Kendi kral/kraliçeliklerini gelecekte ilan edecek yetişkinlerin, özgürce ayakkabılarını paralayan çocukluktan geçtiğini neyse ki geç olmadan öğrendim.

Yıllar sonra anne olduğumda, oğlumla elimden geldiğince gerçek bir ilişki kurmaya çalıştım. Yorgunsam yorgunum dedim, arkadaşlarımla olmak istiyorsam, onlarla eğlenmeye ihtiyacım var, seninle yarın oynarız dedim, kızgınsam, kızgınım çünkü işyerindeki Osman beni bugün delirtti dedim, neşeliysem, müziği açıp onunla koltukların üzerinde dans ettim. Her türlü duygu ve düşüncemi onun yaşına uygun bir şekilde ifade etmeyi tercih ettim. Üzülmemesi için gerçekleri saklamadım, rol yapmadım. Sırf o istiyor diye, kendi çok istediğim birşeyden vazgeçip, ona gereksiz sorumluluk vermedim. Benim için biricik olduğunu ancak hayatımın merkezi olmadığını, birbirimize bağımlı olmadığımızı ama kalpten bağlı olduğumuzu anlatmaya çalıştım. Kısacası aramızda efendi/köle ilişkisi yaratmamak için elimden geleni yapmaya çalıştım. Ne ben onun sahibi oldum, ne de onun beni yönetmesine izin verdim. Geldiğimiz nokta; o benim prensim, ben onun prensesiyim. Ama bunu sadece ikimiz biliyoruz.