Affınıza sığınıyorum ve sizinle vücut ölçülerimi paylaşıyorum

Şu yanda gördüğünüz cihaz nedir?

a. Elektrik süpürgesi

b. Nasa'nın geliştirdiği bir uzay aleti

c. Diş temizleme makinesi

d. LPG

İtiraf ediyorum, ben en çok elektrik süpürgesine benzettim. Hantal, çirkin, biraz da eski model bir elektrik süpürgesine. Ama süpürgelerin bile yeni modelleri hap kadar küçük oluyor. Fotoğrafta gördüğünüz bu şeye, kuşkuyla baktım yani önce. İri gövdesi, hiç mi hiç güven telkin etmedi bana. Ama işte haziranda orama burama pareyo bağlamadan, utanmadan bikini giymeye ant içmiştim. Daralacaktım, sıkılaşacaktım, insanlığın ortak sorunu: Ben zayıflayacaktım! Ne kaybederim ki dedim, denemeye karar verdim. Çünkü ben kış uykusuna yatmıştım, ağırlaşmıştım. Ve sevmiyordum kendimi, bedenimi. Giyinik idare ederdim, ama soyunuk? I-ıh. Biliyorum, biliyorum mühim olan ruh güzelliği! Ama fena mı olurdu yani, yataktan kalkıp, banyoya çıplak giderken utanmasam, çarşafla kendimi saklamaya uğraşmasam, ‘‘Selülitlerim çok mu?’’ diye çekinerek sevdiğim adama sormasam, o da ‘‘Yoooo!’’ diye yalan söylemek zorunda kalmasa. Neyse uzatmayayım, mezuranın beni kırmama gibi dertleri yoktu, gerçekleri yüzüme vurdu:

Göğüs: 89.

Bel: 70.

Göbek: 88.

Kalça: 95.

Basen: 97.

Hesabım şuydu, söylemiş miydim, o zaman aylardan nisandı, nisan 1, iki ay dişimi sıkacaktım: Bu ne demek? Şu demek: Kendimi öldürmeden diyet yapacaktım, elveda beyaz ekmek, karbonhidratlar ve tatlılar. Tekrar merhaba koşu bandı, Fashion TV eşliğinde yapılan 40 dakikalık yürüyüşler ve ve ve...

Tanıştığımıza memnun oldum EL Pİ Cİ...

*

Nedir LPG? Niye şimdi bu şişman elektrik süpürgesine benzeyen şeyin adı LPG? Gazeteci misiniz niye bu kadar çok soru soruyorsunuz! Cihazı bulan kişinin baş harfleri. Neydi diye sormayın lütfen şimdi o beyefendinin ismini. Leonard Philippe Gunstenberg desem bir şey ifade edecek mi? Etmeyecek. Zaten, uydurdum o ismi. LPG'nin ne işe yaradığını öğrenmek önemli. Bir de ticari taksilerdeki LPG'yle bir alakasının olmadığını bilmek gerekli!

İnsanı zayıflatmıyor. Onunla haşır neşir olarak kilo veremiyorsunuz yani. Ama kesinlikle diyete yardımcı oluyor. Vücudunuzun sıkılaşmasına yarıyor. Yani şekil veriyor, forma sokuyor, hazirana hazırlıyor! Popon kalkıyor, basenin, bacağın inceliyor. Daralıyorsun. O şişman şeyin, ucundaki hortumun ucundaki şeyle (bir şey bu kadar kötü anlatılabilir!), biri (benim için o biri Dilek) sana çok kuvvetli bir masaj yapıyor. Vakumla başlayan mekanik bir masaj. O döner başlıklı el masaj aletini bedeninin üzerinde yürütüyor ve kan dolaşımın hızlanıyor, yağ yakımı çabuklaşıyor, falan filan. Sen orada iki seksen yatıyorsun, Dilek'le sohbet ediyorsun, haftada üç gün 35 dakika süren bu faaliyetin bir işe yaraması için de, bol bol su içiyorsun. Çünkü su, kırılan yağların dışarıya atılmasına faydalı oluyor...

Kapiş?

Anlatabildim mi yani?

*

Gelelim sonuca...

Bütün bir nisan boyunca, iki kız kardeş (Şebnem & Ebru) ve bir eniştenin (Orkun) sahibi olduğu Etiler'deki Aqua'ya taşınmış ve para bayılmış olmamın bana faydası olup olmadığına...

Evet.

Gururla söylüyorum evet.

Bana (aslında ailemize!) faydası oldu.

Tabii ki, abur cuburu kesmem ve koşu bandında can vermiş olmam da işe yaradı, ama bu LPG de hantal, çirkin bir alet değil. Bakın onu söyleyeyim. Kadın ruhundan anladı, bana nazik davrandı ve beni kendine bağladı.

Böyle yani.

Havadisler bu kadar.

Ha bir de dün Aqua'da Seda Sayan ve Gülben Ergen'i görünce, ‘‘Vay be! LPG'yi hayatıma sokarak farkında olmadan doğru bir şey yapmışım’’ dedim.

Görgüsüzlüğümü mazur görün, o kadar sevindirik oldum ki, yeni vücut ölçülerimi sizinle paylaşmakta bir sakınca görmüyorum.

Çünkü dün mezura günüydü.

Ölçtük, biçtik beni.

Bakınız son durum:

Göğüs: 89

Bel: 67

Göbek: 84

Kalça: 90

Basen: 93

Önümde bir ay daha var.

Biliyor musunuz, sizin de var, LPG olmaz da, yürüyüş olur, yüzme olur, mayıs yeniden yapılanmanın zamanıdır, hadi harekete geçin, önce kendinize sonra da birlikte olduğunuz adama kıyak yapın, daralın, incelin, zayıflayın. Hem sağlığınıza da iyi gelir. Ama tabii benim bikini giyme gibi sufli dertlerim yok diyorsanız, siz bilirsiniz... Sahi yok mu gerçekten?

HAMİŞ: O çirkin ama nazik aletten pek çok güzellik merkezinde var. İlla seninki diye tutturanlara, Aqua: 0212 257 90 52.


20'sine kadar gözünüzü seveyim kendinize mukayyet olun


K.A'nın sağlık durumu iyi değil.

Bir değişiklik yok yani.

O melek, o bebek hali sürüyor.

Çocuklarını, torunlarını bile tanımıyor.

Yüzünde kedimde olan şaşkın bir ifade, öylece duruyor.

Gerçi, bir güzellik, bir duruluk geldi üzerine.

Gençlik -hatta çocukluk- hallerine benzedi.

Uzun uzun bakardım ben onun eski fotoğraflarına, incelerdim; zamanın dondurulduğu anlar hep ilgimi çekmiştir, beni büyülemiştir: Ne düşünmüştür bu fotoğraf çekilirken? Kafasından neler geçmiştir? Ne hissetmiştir, tam da bu anda, yüzünde şu gülümseme varken...

Şimdi de soruyorum aynı soruları.

Ama cevabını alamıyorum.

En ufak bir fikrim bile yok.

O bir televizyon ekranı gibi.

Dondu kaldı sanki.

Başka bir dünyadan ses veriyor bize.

Her şeyi izliyor.

Katılabildiği oranda bize katılıyor, ama sonra kendi kabuğuna çekiliyor.

Mutsuz mu? Hiç öyle görünmüyor.

Ama hayatta en korktuğu şeyin başına gelmiş olması -belki de çaresizliğini bile fark edemiyor olması- beni çok mutsuz ediyor.

Burada değil artık.

Eski babaannem gitti.

Nereye gitti?

Geri gelir mi?

‘‘82 yaşına kadar sigara içtim, içmeye de devam edeceğim’’ der mi?

‘‘Ben hiçbir şeye karışmıyorum, en iyisini siz bilirsiniz kızım!’’ deyip, her şeye ama her şeye karışmaya devam eder mi?

Ah ben ne salağım, yüzlerce insana teyp dayıyorum, hayat hikayelerini dinliyorum, kaç kere ‘‘Geleyim de neneciğim, üç-beş kaset dolduralım sizinle birlikte, anlatın bana, aklınıza ne gelirse’’ dedim de... Bir türlü gidemedim. Gittim ama havuçlu pilavını yedim. Hem günler torbaya mı giriyordu, nasıl olsa geçmişi konuşacak daha önümüzde çoook zaman vardı...

Öyle değilmiş işte.

Zaman bir fotoğraf karesi gibi küt diye donabilirmiş.

En son benim için ‘‘O hanımefendi kimdi? Hemşire miydi?’’ demiş.

‘‘Ama o Ayşe...’’ diyenlere de, gülümsemiş:

‘‘Yok canım, Ayşe yaylaya gitti...’’

Aslında 20'sine kadar Toros'lara yaylaya çıksam hiç fena olmayacak galiba.

Hayat, kendimi yeniden yapılandırma faaliyetleriyle oyalanmama rağmen ağır geliyor da!

*

Yemin ederim, bu yazıya başka bir niyetle başlamıştım.

‘‘K.A'nın sağlık durumu iyi değil’’ ilk cümle olacaktı, ama sonra, bu aralar başına saçma sapan işler gelen bütün diğer sevdiklerimin baş harflerini yazacaktım. Sizi de kendinize mukayyet olun diye uyaracaktım.

İzninizle yapıyorum.

A.A'nın elini köpek ısırdı, hastanelik oldu.

R.A'nın kalçasındaki protez sorun yarattı, hastaneye kaldırıldı.

L.A, bir restoranda yemek yerken tuvalete gitme ihtiyacı hissetti, ama bir tuhaflık vardı, yürürken bacaklarından kan akıyordu. Karanlıktı, kimse fark etmedi ama tuvalet bir kan gölüne dönüştü, ver elini Amerikan Hastanesi. O da bir operasyon geçirdi.

N.Ö de yüksek tansiyonundan bir hastane ziyareti gerçekleştirdi.

H.A da öyle.

B.M'nin yürürken ayağı takıldı, serçe parmağı kırıldı, kaburgaları ezildi, acilen alçı ve korse gibi aksesuvarlar edinmesi gerekti. Şimdi evde dinleniyor.

Diyeceğim o ki, bu aralar bir şeyler ters gidiyor.

Üst üste aksilikler çıkıyor, hayat yağ gibi kolay akmıyor.

Belki de sadece benim için öyle.

Tabii ki bunların gökyüzüyle alakası yoktur, Bay Merkür'ün bir dahli olduğunu düşünmek cidden absürd, mutlaka yoktur, ne bileyim belki de vardır, ama ne olur yani kendinize dikkat etseniz, ben sadece bunu söylüyorum... Daha az sinirlenseniz, birtakım şeyleri çok da zorlamasanız, yeni ve büyük projelere atılmasanız, hayatı biraz rölantiye alsanız...

Ve bu satırları kaleme alan kişiyi kafayı yemekle suçlamasanız!
Yazarın Tüm Yazıları