Açık imza, kapalı devlet

HABER aslında hemen hemen yalnız Türkiye’yi ilgilendiriyordu ama, her nedense bizim medya tarafından şöyle üstün körü bir geçiştirmeyle yansıtıldı.

Kastettiğim gelişmeyi, diplomasi icábı 1915 olayı açıkça telaffuz edilmese dahi, Ermeni Tehcir’ine "soykırım" dememenin Fransa’da cezai "suç" (!) addedilmesini öngören yasanın, bu ülke hükümeti tarafından aniden "hasır altı" edilmiş olması oluşturuyor.

Kanun tasarısı, sessiz sedasız ve yangından mal kaçırır gibi, geçen ay geri alındı.

Oysa, "ultra" lobinin hazırladığı bu tasarı Meclis’le Senato arasında mekik dokukuktan sonra nihai şeklini almış ve resmi gazetede yayınlanmasına rakam kalmıştı.

Pekiii, ne oldu da Sarkozy hükümeti "tükürdüğünü yalamak" zorunda kaldı?

***

ŞÜPHESİZ, yukarıdaki "mutlu son"da (!) Paris’in Ankara’ya sürdürmek zorunda olduğu "realpolitik" ilişkilerin payı vardır. Bu, inkár edilmez bir vakıadır.

Ancak, çok daha da önemlisi, "sürpriz"in bir de "entelektüel boyutu" mevcuttur.

Ve, geleneksel olarak o boyutun her zaman çok önemli yer tuttuğu Fransa gibi bir ülkeyi sarsan ve silkeleyen gelişmenin esas "kahramanları" da bir bölüm Türkiyeli aydındır.

Üstelik de, kendi ülkelerinde "vatan haini" (!) ve "Ermeni satılmışı" (!) diye hayasızca suçlanan insanların tá kendisidir!

***

EVET öyledir ve Fransa’daki tartışmayı izlemiş olanlar şunu çok iyi bilmektedir.

Paris "intelligentsia"sındaki "sorgulama; dolayısıyla da siyaset sınıfına yansıyan "kırılma", dokuz Türkiye aydınının "Liberation" gazetesinde bu ülke kamuoyuna hitáben yayınladığı "açık çağrı" ertesinde ortaya çıktı. "Fay hattı" buradan itibaren netlik kazandı.

Çünkü, "tarihi kanunlaştırmak sizin parlamenterlerinizin üzerinize vazife değil! Böyle bir gaflete düşmeyin" diye özetlenebilecek olan bu çağrının imzacıları aynı zamanda, "Ergenekoncu" saldırganlık altında ve binbir baskıya maruz kalınarak İstanbul’da gerçekleştirilen ilk "Ermeni Konferansı"nın öncü isimlerinden oluşuyordu.

Yani, soru işareti yaratarak Fransa’yı "kendine getiren" Türkiye aktörleri, o Türkiye’deki "resmi söylem"in dışında kalan "muhalif "şahsiyetleri kapsıyordu.

Buradan itibaren Paris’teki tartışma alevlendi ve, "Ankara tezlerini onaylamayanlar bile böyle dediğine göre, kraldan fazla kralcı davranmanın álemi ne" görüşü ağır bastı.

Ve, bunun böyle olması da sonsuz doğaldır!

Zira, muhataplarıyla ortak bir dil konuşmaktan bile áciz olan ve daima üç maymunları oynayan bizim "resmiciler"in, aynı muhtaplarla masa etrafında buluşmak şansı dahi yoktur.

Nerede kaldı, karşısındaki ikná edip Paris Parlemantosu’ndan yasa geri çektirmek?

***

BU sonsuz gerçek ve sonsuz somut örneği, dünkü makalemde sözünü ettiğim gibi,1915 Tehcir’i için Ermeni kardeşlerimizden özür dileyen imza kampanyasının aslında Türkiye Cumhuriyeti Devleti açısından dahi bir fırsat oluşturduğunu vurgulamak için verdim.

Çünkü, o devlet biraz "kurnaz" ve "kıvrak" olsa, lánet okumak yerine, söz konusu girişimi dış dünyaya, "bakın, biz hür bir demokrasiyiz ve serbest biçimde özür dileniyor. Ama 300 Ermenistanlı aydın, Ankara-Erivan ilişkilerinin normalleşmesini ’soykırım’ şartına bağlıyor" gibisinden bir diskurla sunmak "açıkgözlülüğünü" gösterebilirdi.

Artı, farkına varırdı ki, Fransa tecrübesinin de ispatladığı gibi, tabii ki karşı tarafta da mevcut olan nefretleri ve aşırılıkları törpüleyecek uzlaşmalara doğru kavis kırmanın yöntemi, yukarıdaki tür "muhalif söylemlerin" hazırlayacağı bir "orta yol"u aramaktan geçmektedir.

Ve o "muhalif söylemler" de özünde, "resmiler"i dahil, ülkenin nefes borularıdır.

Ah ah, kapalı devlet gözünü biraz kıpırdatsa, açık imzadaki ufkun derinliği görebilirdi.
Yazarın Tüm Yazıları