25 yıl önceki Bodrum gibi

Eren Talu söyledi:

“Mutlaka git, bayılacaksın! 25 yıl öncenin Bodrum’u gibi. Gölköy’de, adı Shenai, yemekleri olağanüstü, zeytinyağlılara ve otlara öleceksin...”

Dinledim. Sevgilimle gittik. Sonra tekrar arkadaşlarımızla...
Sonra tekrar.
Alışkanlık yaptı. O masa da... Suyun dibinde olan masa, hani ayakların sen rakı içerken suyun içinde...
Aslında size methederken abartabileceğim bir özelliği yok Shenai’ın, en büyük özelliği, sade, samimi, sıcak bir yer olması. Şık salaş. Ve yemekler, ah yemekler gerçekten öldürücü! Minicik tabaklarda binlerce şey geliyor, anne-kız içeride pişirmişler önümüze dayıyorlar.
Bir de fırından çıkmış ekmek gelmesin mi?
Alp Dağları’ndaki Heidi’nin dedesinin yaptığı ekmek gibi. Bir de yanında tereyağı yok mu? Ekmeğe sür, tuzla ye... Sonra mezelere dal... Sonra balık... Roka, otlar... Rakını yudumla... Ayakkabılarını çıkar, ayağını suya sok... Öyle bir yer. /images/100/0x0/55eb653ff018fbb8f8be6405
Sahibi de Şenay.
Görür görmez, “Aaaa ben bu kızı bir yerden tanıyorum” dedim, çok güzel gözleri var, gülünce kayboluyor, hah hatırladım, o da yıllar önce Hürriyet’te çalışıyordu...
Buyurun hikayesini buradan okuyun...


Bodrum’a ne zaman geldin?
- 2000 yılının 21 Mart’ında. Öyle bir dolu yağıyordu ki, geldiğim uçakla geri dönmeyi düşünmüştüm...

Hangi rüzgar attı seni?
- Yazgımın rüzgarları.

Oooooo! O ne demek?
- “Yaşamın içindeki varlığımı, kendimi arıyordum” demek. Bodrum’a geldim. Ve burada belamı buldum! Rüzgardan fazlasıydı esen... Fırtınaydı, fırtına! Büyülü, feci bir fırtına. Yaşamımı yerle bir edip, bedenimin ve ruhumun her zerresini doğaya karıştırıp, beni istediği kıvama getirene kadar, esti de esti...
/images/100/0x0/55eb6540f018fbb8f8be6407
Ya bir dakika, sen aşktan mı söz ediyorsun...
- Evet, evet. Yıkıcı bir aşktan. Bodrum’da bir adama aşık oldum. Onunla ortak oldum, birlikte iş yaptım.

İnsanın aşık olduğu adamla, ortak olması iyi bir fikir miymiş?
- (Gülüyor) Hem de nasıl! Tehlikenin ne kadar dibinde olduğunu görüyorsun. Gerçi benim fark etmem zaman aldı. Çünkü kendimden geçmiş, ilahi bir ruh halindeydim. Dağlarda, denizlerde, yıldızlarda dolaşıyordu ruhum...

Peki sonra...
- İnsan, bu kadar yükseklere çıkınca, düşüşü acı oluyor, ayvayı yiyorsun! Yere inince, senin hissettiklerinle karşındakinin düşüncelerinin alakası olmadığını görüyorsun. Literatürde bunun adı “aşk acısı...” Kendime gelir gibi olup da, ortaklık haklarımı aradığımda, ne yazık ki elde var sıfır olduğunu anladım. Paylaşmak ve sahip olmak konusunda dibe vurduğumu anladım. Her türlü rezillik yaşandı.

Sonra?
- Boş ver ya sonrasını... Ne anlatayım ki? Sonrası... Karanlık dar geçitler, kurumuş ağaçlar, yıldızsız gökyüzü, kokusuz, tatsız günler... Aslında yalnız değil, tek başınaydım! Çünkü doğa bana kollarını açtı, iyileşme sürecim başladı. Benim yaşadıklarımın sevgi bölümü içtendi. Evet; acı verdi ama beni büyüttü, yüceltti. Bu ilişkide kötü ne hissettiysem, çoğu işle ilgiliydi. Çünkü ben bu Bodrum macerası başlamadan önce Hürriyet’te çalışıyordum. Gayet düzgün bir işim vardı. Başarılıydım. Bir anda dibe vurdum.

E peki adamla ilişkin bitti. Neden çekip gitmedin? Bodrum’u terk etmeni engelleyen şey neydi?
- O kadar çok şey var ki... Dağları, denizi, yağmuru, gecesi, yıldızları, güneşi, ayı, kışın etrafı saran odun kokusu, zeytini, mandalinası, inciri, dutları ve daracık, kimsesiz sokakları...

Sonra ne yaptın?
- Yemek işine devam. Ben annemin mutfağında büyüdüm. Pek marifetliyim mutfakta. Baktım seviyorum da bu işi, önce Türkbükü’ndeki Maki Otel’in mutfağında çalıştım. Satın alma, ön hazırlık, malzemenin sağlıklı koşullarda stoklanması gibi bir sürü şey öğrendim. Sonra Life Co’nun mutfağına geçtim. Sağlıklı yemek, sağlıklı beden ve ruh. Yemeğin tedavi edici gücünü, doğadaki mucizevi otları ve doğru pişirme tekniklerini öğrendim.

Süpermiş... E peki burayı nasıl buldun?
- Bu da yazgımın rüzgarı! Beni buraya savurdu. Kıştı ve akşamları Life Co’dan çıkıp arkadaşlarımın evlerinde yemekler yapmaya başlamıştım. Çok beğeniliyordu ve içimde o kadar çok güzellik, lezzet, tat, koku birikmişti ki, daha çok insanla paylaşmanın zamanı geldi diye düşündüm. Ve... Bir gün, buradan geçerken bu evi gördüm.

Bu evde seni baştan çıkartan ne?
- Gölköy’de denizin kenarında tek başına duruyordu. Gizemli, sessiz, çok şeyler yaşamış; kendini saklayan, güzelliğinin farkında olmayan bir haldeydi. Dokunmak istedim, kendime dokunur gibi...

Ne güzel ifade etin. Yemek konusunda ne kadar iddialısın?
- Çoook! Çünkü öğretmenim annem, o benim en büyük desteğim. Mutfağımızda, aileden gelen geleneksel tatlarla, Bodrum’un topraklarındaki yöresel lezzetleri buluşturduk. Lezzet ile güzelliği, damak ile estetiği, doğa ile felsefeyi, organik ile mükemmeli, sadelikle, incelikle, zerafetle bir araya getirmeye çalışıyoruz. Başardığımız için de hiçbir yere benzemiyoruz.

Eren Talu buraya “yeniden doğuşun yeri” diyor. Defne’yle ayrılırken yaşadıkları en zorlu zamanlarında buraya gelmiş...
- Evet geldi. O buraya, “25 yıl önceki Bodrum” diyor. Çocukluğumuzdaki gibi... Eren’in evi gibidir burası, canı istediği zaman mutfağa girer, yemek yapar. Ve Eren tek değil, onun gibi bir sürü müdavimim var, gelirler haftalarca kalırlar, Türkbükü’nün dibi ama kimse bilmez burada olduklarını...

Hayallerin ne?
- Kışın rüzgarlı, yağmurlu, şömineli gecelerinde yaptığım zeytinlerin, reçellerin, içi bademli incirlerin ve özel sıkım zeytinyağlarının, “Sheanai made in Bodrum” markasıyla satılması...

Eminim gerçekleştireceksin. Kışları ne yapıyorsun?
- Kış geldiğinde, “benli zamanlar ” başlıyor... Benli, bizli, Gölköylü ama sizsiz! Her gün cennet koyuna köpeklerimle, ormanın senfoni orkestrası eşliğinde yürüyüşler yapıyorum. Ve tabii sonsuzluğa uzanan iskelemde yoga... Shenai’dan sonra, en sevdiğim yer Farilya At Çiftliği, gidip ormanın içinde kayboluyorum. Sonra birileri beni Shenai’ın mutfağına sokuyor. Doğa coşuyor, mutfak bereketiyle ve Şenay’ın hayalleriyle dolup taşıyor...
Yazarın Tüm Yazıları