2023 yılında neler olacak?

Pek çok kişinin bu yılın sonunu görmekte zorlandığı bir dönemde, Türkiye’nin 16 yıl sonra nerelerde olacağını öğrenmek için Devlet Planlama Teşkilatı’nın raporlarına göz attım. Sonuçta, bundan 16 yıl sonrasının, yani Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100 yılının, bizlere nasıl bir yaşam getireceğinin bilançosunu çıkardım. Buyurun rakamlarla 2023 Türkiye’sinin görünümüne:

Yapılan hesaplamalara göre Türkiye’nin, 2023 deki gayri safi milli hasılası 1.9 trilyon, kişi başına düşen geliri 22 bin dolar; 2023 yılına kadar senelik büyüme hızı yüzde 6.7 olacak. Ülkemiz bu rakamlarla dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına girecek. Türkiye’nin nüfus artış hızı azalarak yüzde birin altına düşecek. Yaşlı nüfus oranı artacak, kırsal kesim nüfusu yüzde 40’tan yüzde 10’a düşecek.

2023 için sosyal hedefler de belirlenmiş. Buna göre, uzun dönemde nüfus artış hızı yavaşlayarak, ortalama yıllık yüzde 1.1’e, 2020’den sonraysa yıllık yüzde 1’e düşecek. Bu hesapla Türkiye nüfusu 2023 de 84 milyon olacak.

Buna bağlı olarak, nüfusun yüzde 31’ini oluşturan 0-14 yaş grubu, 2023 de nüfusun yüzde 23’ünü oluşturacak. 15-64 yaşları arasındakiler yüzde 64’ten yüzde 69’a, 65 yaşından büyükler ise yüzde 5’den yüzde 9’a çıkacaklar.

2023 de kentsel nüfus yüzde 90’a ulaşacak. Bu rakam şimdi yüzde 60 civarında. Yani nüfusun yüzde 30’u gelecek 16 yıl içinde köyden kente göç edecek. Kaba bir hesapla senede bir milyon kişi kentlere yerleşecek.

Bu arada Ankara’nın şehir büyüklüğü, Büyükşehir Belediyesi’nin hazırladığı Nazım Planı’na göre 4 misline çıkacak. Şehir büyüdüğü gibi, diğer şehirlerle aradaki mesafe ise küçülecek. Nasıl mı? Hızlı trenin devreye girmesiyle Ankara-İstanbul 3 saate, Ankara-İzmir 3,5 saate, Ankara-Konya ise 1,5 saate inecek. Otoban bağlantıları sayesinde de bir çok kente araçla gidilen mesafe yarı yarıya kısalacak.

Vekillere diksiyon şart

CUMHURBAŞKANLIĞI oylamasında ilk kez kürsüye çıkan Meclis katip üyesi AKP Ağrı Milletvekili Fatma Kotan’ın, "Haluk, Agah, Elazığ" gibi birçok ismi yanlış telaffuz etmesi, gereksiz hece uzatmalarına gitmesi milletvekillerine diksiyon dersi tartışmasına neden olmuştu. Türkçe konusunda yetkin bir çok kişi de, milletvekillerinin toplumda örnek alındığına vurgu yaparak, "Bütün milletvekillerinin Ankara’ya gelmişken güzel bir diksiyon dersi almalarında fayda var" demişti.

Hatırlanacak olursa, Sezer döneminde Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nün ilginç bir ziyaretçesi vardı. Ünlü tiyatrocu Semih Sergen’in eşi Ümit Sergen, haftanın belli günleri köşke gidip, Türkçeyi düzgün konuşma üzerine diksiyon dersleri veriyordu. Ümit Hanım, kimine göre Ahmet Necdet Sezer’e, kimine göre de Köşk personeline eğitim veriyordu. Tabii Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in konuşmalarında akıcılığın ve vurgulamaların daha iyi olduğunu gözleyince de derslerin sırf personel düzeyinde kalmadığını anlamıştık.

Daha sonraki yıllarda Semih Sergen’i Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yanında, daha doğrusu bir AKP toplantısında notlar alırken gördük. Bu kez de Başbakan için diksiyon dersleri aldığı söylentileri ortaya çıktı. Aslında birçok tiyatrocu, televizyon ve radyo sunucusu için diksiyon dersleri veren Semih-Ümit Sergen çifti, hakimlere, savcılara, kaymakamlara ve emniyet müdürlerine de katkı sağlıyorlar. Doğaldır ki, bu katkıları milletvekilleri için de oluşabilir.

İşte burada sorun, Meclis kürsüsünün herkesin İstanbul Türkçesiyle konuşacağı bir yer olarak görülüp, görülmemesinde. Ülkemizde her yörenin kendine göre konuşma aksanı olduğu kaçınılmaz bir gerçek. Anadolu’nun kentinden, kasabasından ve köyünden çıkan insanların bu doğal konuşma biçimlerini kürsüye yansıtmaları da bir derecede normal karşılanabilir. Ama, unutulmamalı ki, milletvekillerinin, yeni nesillere güzel ve akıcı bir Türk dilini aktarma sorumluluğu da var. Bu ikilem arasındaki denge ise biraz çaba gösterilerek kurulabilir. Yöntemlerden biri de pek ala diksiyon dersi olabilir.

TOHYO YOLCULARI

Bu konunun önemini vurgulamak açısından İstanbul’a doğru uçak yolculuğumda başımdan geçen fıkra gibi olayı sizlere aktarmak istiyorum. Uçağa binmiş, üçlü sıranın koridor tarafındaki yerime yerleşmiştim. Yanımdaki koltukta, gurbetçi oldukları her hallerinden belli bir karı-koca oturuyordu. Konuşmalarına istemeden de olsa kulak misafiri olduğum için, İstanbul aktarmalı Almanya yolcusu olduklarını öğrenmekte gecikmedim. Temiz ve şık giyimli adam, pos bıyığını bura bura gazetesini okurken, abiye kıyafetinin altına spor ayakkabı giymiş kadın ise elindeki derginin bulmacasını çözmeye çalışıyordu.

Kadın, bir soruda takılmış olacak ki, "İsmail, Japonya’da bir kenti soruyor. Neresi olabilir?" diye kocasının yanıtlamasını istedi. Kendinden emin tavırla kocası "Tohyo" cevabını verdi. İçimden olabilir, adamın şivesi "Tokyo" demeye müsait değil, "Tohyo" diyor diye üzerinde durmadım. Aradan 5 dakika geçti ve kadın yeniden kocasına seslendi.

"İsmail, uçan hayvanlara kuş denmez mi?, ama huş diye bir şey çıkıyor..." deyince kahkahayı basıverdim. Kocasının "Tokyo"ya "Tohyo" demesini olduğu gibi yazan kadın, sıra yukarından aşağıya gelince "kuş"u "huş" diye yazıyordu.

Şimdi diksiyonun önemini anladınız mı?

Menajer bozuntusunun marifetleri

Oldum olası, ciddiyetlerine inandığım birkaçı hariç, menajerlerle irtibat kurmaktan hoşlanmam. Üstüne üstlük, onların ısrar ettiği hiçbir organizasyona da katılmam. Bu konuda ne kadar haklı olduğumu da, geçen gün yaşadıklarımdan sonra bir kez daha anladım.

Gazete ve televizyonlarda sık sık okuyor ve izliyorsunuzdur; birbirinden güzel manken kızlarımız, o açılış senin, bu aktivite benim dolaşıp duruyorlar. İşte onların turlarının sürdüğü bir zamanda yolları Ankara’nın ünlü barlarından birindeki özel partiye düştü. Kah bar arkasında, kah davetlilerin arasında seksi kıyafetleriyle ortalıkta dolaşıp, salonu dolduranlara zevkli dakikalar yaşatıyorlardı. Tabii, basın da bardaki yerini almış, bu renkli görüntüleri makineleriyle fotoğraf karelerine yansıtma gayreti içine girmişti.

Gece bitmiş, aktivite ertesi günlerde gazete sütunlarında ve dergi sayfalarında yer almaya başlamıştı. Aradan birkaç hafta geçmişti ki, mankenleri konuk eden müessesenin sahibiyle, eskilere dayanan dostluğumuzun verdiği rahatlıkla koyu bir sohbete dalmıştım. Söz dönüp, dolaşıp o geceye ve mankenleri getiren menajere geldi. Mankenlerin her biri için 3’er bin dolar alan menajer, ayrıca basına dağıtmak üzere arkadaşımdan 6 bin dolar para istemişti. Şaşkınlık veren bu sözler üzerine dona kalmıştım ki, anlatmaya devam etti.

"Bak, dergi ve gazetelerde çıkan haberleri kendisinin yaptırdığını, buna karşılık da o paraları dağıttığını söylüyor"

Bu sözler üzerine şaşkınlığım yerini kızgınlığa bırakırken, menajer bozuntusunu telefonla arayıp, benimle konuşturmasını ve meslektaşlarımı zan altında bırakan bu sözleri bir kez de bana söylemesini istedim. Mankenleri pazarlayan bu sahtekar, parayı İstanbul’dan Ankara’ya uçakla getirdiği ve beş yıldızlı otelde ağırladığı gazeteciler için harcadığını söyledi. Haberin çıktığı gazete ve dergilerdeki muhabirlerin Ankaralı olduğunu ve kendisini hiç birinin tanımadığını söylediğim zaman ise başına gelecekleri anlayıp, "cep telefonumun şarjı bitiyor, telefon her an kapanabilir" diyerek, konuşmayı bitirdi. Tabii, daha sonra da telefonu hep kapsama alanı dışında kaldı.
Yazarın Tüm Yazıları