18 yaşın altına yasak

Ben bu yazıyı Sevgililer Günü'nde yazdım. Fakat siz yazdıklarımı teknik nedenlerden ötürü 3 gün sonra okuyacaksınız. Ama olsun, sevgi sevgidir ve de günü, ayı, yılı yoktur.

Benim pencerem heyüla gibi apartmanlar arasına sıkıştırılmış küçük bir parka bakar. Bankta tek başına oturan kızı yarım saattir izliyordum. Bankın ucunda tek başına öylece oturuyordu. Kımıldamıyordu bile. Ihlaya tıslaya giyindim. Giyinmek aslında bir bela. Hele pantolon giymek, belanın dik álası. Düşünün, gut hastalığı olan bacağımın üstünde tek ayak durup diğer ayağımı pantolon deliğine yere yuvarlanmadan rastlatacağım. İskoç olup kilt etek giymediğim için kaderime bir kez daha döşendim. Tabii tek ayak üstü dururken duvara dayanmak ya da sırt üstü yatıp pantolona sürpriz yaparak bir anda iki bacağımı birden deliklerden geçirivermek gibi teknikler geliştirmedim değil. Ama enayi bir kumaş parçasıyla boğuşmak, bu yaşta bile adamın ağırına gidiyor.

Giyim kuşam tamamlanınca ben ve bastonum tıngır mıngır sokağa çıktık. Bizim sokağın köşesindeki Cilveli Roman çiçekçimden bir gül alıp parka geldim ve yalnız kızın yanına oturdum.

‘‘Sevgililer Günün kutlu olsun.’’ deyip gülü uzattım.

‘‘Benim artık sevgilim filan yok.’’

‘‘Niye, sen hem güzel hem cici bir kızsın.’’

‘‘Kaya ile dün kavga ettik.’’

‘‘Kaya kim?’’

‘‘Bizim sınıftaki gözlüklü çocuk.’’

‘‘Niye kavga ettiniz?’’

‘‘Yanımda oturduğu halde yazılıda bana kopya vermedi. Ben de beslenme saatinde çantamdaki muzdan ona vermedim. Böylece küsüşüp ayrıldık.’’

‘‘Siz kaçıncı sınıftasınız?’’

‘‘İlkokul 2.’’

‘‘Sorular zor muydu?’’

‘‘Yok yav, ben zaten hepsinin cevabını biliyordum.’’

‘‘Öyleyse niye kopya istedin?’’

‘‘Beni ne kadar sevdiğini anlamak için.’’

Kadın milleti beni hep şaşırtmıştır. 8 yaşındaki bir genç kızın yürüttüğü mantık karşısında kendimi bir kez daha aptal gibi hissettim.

‘‘Şimdi sen bu Sevgililer Günü'nü tek başına mı geçireceksin?’’

‘‘Evet ve Kaya bunu pahalıya ödeyecek!’’

‘‘Bugün için senin sevgilin olmamı ister misin? Hem Kaya da kıskançlığından çatlar. Bak sana gül de getirdim.’’

‘‘Ben gül sevmem.’’

‘‘Ne seversin?’’

‘‘Fulya severim.’’

Haydaa, kalktım tekleye topallaya Roman Çiçekçi'me gittim, bir demet fulya alıp döndüm.

‘‘Şimdi oldu mu?’’

‘‘Hayır olmadı. Sen benim babamdan da ihtiyarsın.’’

‘‘Kız evlenecek değiliz, ben senin bir günlük sevgilin olacağım sen de Sevgililer Günü'nü yalnız geçirmemiş olacaksın.’’

Velet beni ilk kez alıcı gözüyle süzdü.

‘‘Ama sen gözlüklüsün.’’

‘‘Kaya da gözlüklü değil miydi?’’

‘‘Araban var mı?’’

‘‘Vardı ama sattım.’’

‘‘Fakirlik krizinden mi?’’

‘‘Yok canım, bu trafikte canımı kurtarmak için sattım.’’

‘‘Ama sen topalsın.’’

‘‘Vallahi değilim, bacağımda arada bir gut hastalığı krizleri tutuyor. Bu bastonu o nedenle kullanıyorum. İstersen seninle dans bile edebilirim.’’

‘‘Tarkan gibi dans edebilir misin?’’

‘‘Hayır, o kalçalarını çok fazla sallıyor. Ben öyle çalkalamaya kalksam bel fıtığından hastanelik olurum. Üstüne de iki ay sırtüstü yatarım. Ben tango, vals, zeybek gibi danslardan söz ediyorum.’’

‘‘Bir tango yap da görelim.’’

‘‘Ama tango tek başına olmaz ki, senin de benimle dans etmen gerek.’’

‘‘Sen benimle dalga mı geçiyorsun? Ben senin daha beline bile gelemem. Dansı tek başına yapacaksın, bakalım beğenecek miyim?’’

Çaresiz bir iki tango figürü çektim.

‘‘Hoop hop, sen şike yapıyorsun. Bastonsuz dans et.’’

‘‘Sana ayağım ağrıyor dedik.’’

‘‘Ben ayağı ağrıyan sevgili istemem.’’

Zorunlu olarak bastonu da bıraktık.

‘‘Kocaman adamsın, niye küfredip duruyorsun ayıp değil mi?’’

‘‘Sana değil, bacağıma küfrediyorum.’’

‘‘Neyse, dansını beğendim. Fulyaların da taze. Göbeğin de babamınkinden daha küçük. Sanıyorum bir miktar kelsin. Ama benim baktığım yerden tepen görünmüyor. Fakat boyun uzun, hem de omuzların geniş sayılır. Yani bugünlük idare edersin.’’

‘‘Çok teşekkür ederim.’’

‘‘Ee, şimdi nereye gidiyoruz?’’

‘‘Karşı kaldırımdaki pastaneye.’’

Ben kendime bir kahve söyledim, o iki şişe kolayla dört pasta yedi. İnşallah bu gece hastalanmaz. Sonra da gözlüklü sarı bir oğlan gelip selamsız sabahsız zart diye masamıza oturdu. Tek söz etmeden elini tutup küçük kıza kötü kötü bakmaya başladı.

Ben sessizce kalkıp garsona masaya iki kola dört pasta daha getirmesini söyledim ve hesabı ödeyip tüydüm. Çünkü bacağımın ağrısı bir aşk kavgasını artık kaldıramazdı.

* * *

Gece Sezen Aksu telefon edip Sevgililer Günü'mü kutladı. Biz çok eski sevgiliyizdir. Ama ben onu Maria Kallas gibi, o da beni muhtemelen Van Gogh gibi sever.

‘‘Ne o abi, sesin biraz kırık geliyor.’’

‘‘Sorma Sezen'ciğim kuşum ötmüyor!’’
dedim. Hay demez olaydım. Kız gülme krizine girdi. Kendini biraz toparlayınca,

‘‘Tabii abicim yaşındır, ayrıca ameliyatlarında bir sürü narkoz vermişlerdir. Kuş dediğin ondan ötmez.’’ dedi.

‘‘Benim kuşumla narkozun ne ilgisi var be!.. Kaplumbağam öldükten sonra ben yeni bir saka kuşu aldım. Herif hálá cik demedi. Sen ne fesat kalpli bir karı olmuşsun!..’’

‘‘Ben zaten doğuştan beri fesatımdır. Eee, bu Sevgililer Günü'nde ne yaptın bakalım?’’

‘‘Sevgilimle pastaneye gittik.’’

‘‘Kaç yaşındaydı?‘‘

‘‘Sekiz.’’

‘‘Artık seninkine sübyancılık bile denmez, bunun adı sapıklıktır.’’

‘‘Ben kendimden değil, o küçük kızdan söz ediyorum. Çünkü kız sarı ve çilli bir oğlana áşıktı.’’

‘‘Haydi be, sekiz yaşında aşk mı olurmuş?’’

‘‘Sen ilk áşık olduğun zaman kaç yaşındaydın kız?’’

Telefonda uzun bir sessizlik oldu. Fısıltı halinde 4 ya da 5 gibi bir sözcük duydum.

Bence bu işin yaşı başı artık kanunla belirlenmeli. Çocuklara da áşık olma hakkı tanınmalı. Zaten áşık olup duruyorlar.
Yazarın Tüm Yazıları