Zirvesel bir gün

PARALAR paralar, bozulmasın aralar! Belki İstanbul argosuyla biraz karikatürize ettim ama, dün Brüksel'de başlayan AB zirvesinin en çetrefil konusunu yukarıdaki cinsten bir ‘mangır meselesi’ oluşturuyordu.

Hayır, bu defaki sorun ‘şu kadar sübvansiyon isterim’ veya ‘bütçeye zırnık koklatmam’ türü geleneksel çingene pazarlıklarını aşmaktaydı. Daha ciddiydi.

Zira, 11 Eylül ertesinde terörle mücadeleyi somutlaştıran başkentler kendi yurttaşları da dahil, karşılıklı suçlu iadesi öngören bir anlaşmaya vardılar.

Ancaak, herkes kabulleniyor da bir tek İtalya mızıkçılık ediyor.

Çünkü anlaşma maddesi aynı zamanda, sermaye kaçıran kodamanlardan, para aklayan bankerlere, bilimum ‘mali katakullici’lerin de iadesini içeriyor.

Eh, ‘ultra liberal’ Silvio Berlusconi'nin cüzdanında bazı ‘gölgeler’ var ve Çizme Yarımadası zaten malum, Sinyor ‘olmaz da olmaz’ diye tutturdu.

Ama anlaşılan, Belçika Başbakanı Guy Verhofstadt hafta içi Roma'ya yaptığı yıldırım ziyarette ‘hayır dersen seni parmakla gösteririm’ diye adamı tehdit etti ki, ‘anayasa engeli’ falan diye lafı ağzında gevelese bile, dün ben bu satırları yazarken Berlusconi'nin ‘hizaya gireceği’ hemen hemen kesinleşmişti.

İşte bugünkü zirvenin ilk konusu buydu ve bizim açısından bakarsak, suçlu addettiğimiz şahısların Türkiye'ye iadesinde de hayırlı olacağa benziyor.

* * *

HADİ yine Türkiye'yle ilgisi bulunduğu ve diğer çok önemli bir maddeyi oluşturduğu için, hemencecik Ortak Pazar'ın genişlemesi sorununa dalalım.

Bir kere, bu iş mutlaka olacak. Ya bugün, ya yarın yayınlanacak ‘Brüksel Deklarasyonu’ bir irade beyanı; hatta bir garanti belgesi niteliğini taşıyacak ve adaylar arasında hiyerarşi gözetilmeden, kimler ki ‘Avrupa standart’larını tutturdu, onların iki üç yıla dek Topluluk'a dahil edileceği duyurulacak.

İyi güzel duyurulacak da, peki ‘genişleme’ nasıl gerçekleşecek?

Doğrusu, bir - iki mikroskopik ülke hariç kimin ne şekilde AB'ye gireceği konusu hala muamma niteliğini koruyor. Bunu somut biçimde bilen beri gelsin.

Sadece koca Polonya'nın tarım sektörü bile iktisaden bir dipsiz kuyu.

Fakat, Varşova'sız bir genişlemeyi düşünmek de siyaseten mümkün değil.

Dolayısıyla, evet Belçika başkenti bugün her adayın adresine tahahütlü bir zarf yollayacak ama mazruf boş. Bomboş... Zarfın içinde mektup falan yok.

Ve, yine bugün ve yine aynı başkentte, o mazrufu doldurmak; o mektubu yazmak; yani genişlemeyle AB'nin nasıl bir çehre alması gerektiğini öngörmek için ‘Avrupa Geleceği Konvansiyonu’ adı altında yeni bir kurum oluşturulacak.

Tabii, buna da bir başkan, bir ‘akil adam’, bir ‘bilge kişi’ saptanacak.

Eyvah, işte burada durum Türkiye açısından bayağı bayağı çetrefilleşiyor.

* * *

ÇÜNKÜ, kör talihe bak, söz konusu makama gelmesi ihtimali en yüksek şahsiyeti sabık Fransa Cumhurbaşkanı Valery Giscard d'Estaing oluşturuyor.

Malum, fi tarihinde Brüksel masasını yumruklayarak Atina'yı AET'ye empoze etmiş olan bu muhterem iş Ankara'ya gelince tam tersine bir tutum alıyor.

Açıkça ve uluorta bağırıyor ki, Türkiye'nin Avrupa'da yeri meri yoktur.

Eh, AB'de sevildiğinden falan değil şu anki güç dengeleri kendisine aradan sıyırtmak şansı tanıdığından, eğer Giscard d'Estaing ‘Avrupa Konvansiyonu’ başkanlığını kapıverirse, şüphe yok ve yandı gülüm keten helva, hazretin ‘bilge kişi’ olarak bize ‘öngöreceği’ gelecek hiç parlak olmayacaktır.

İşin yoksa, ‘mösyö katip, mösyö katip, mazrufumuzu değiştir’ diye hazreti dürtükle ve ‘akil olmayan’ başkentleri de ‘şuna sahip çıkın yahu’ diye uyar.

Neyse, umalım ki bugünkü AB Brüksel Zirvesi'nde Valery Bey ‘Konvansiyon Reis’liğine seçilmez ve bizim başımıza da yeni bir dert daha çıkmaz.
Yazarın Tüm Yazıları