Zıplayan tarih

Güncelleme Tarihi:

Zıplayan tarih
Oluşturulma Tarihi: Haziran 29, 2003 00:00

Geçenlerde dedemden dinlediğim bir mahpushane öyküsü aklıma geliverdi. Pehlivan dedem kolay kızmazdı. Ama kızınca da tutabilene aşkolsun.Bu nedenle anneanneciğimin mahpushane ziyaretleri çokçadır. Son anımsadığıma göre genç ve şımarık bir müddeummiyi yani savcıyı ve de arkadaşlarını dövmüştü. Avukat olan babam dedemi hapisten zor çıkarmıştı. Dedem eve mahpushane hatırası olarak bir bit ordusuyla dönmüştü. Galiba uyuz da kapmıştı.Çocuk yaşımda dinlediğim için öykünün inceliklerinin pek farkına varamamışım. Şimdi anımsayınca beni fena çarptı. Sizlerle paylaşmak istedim. Dedemden dinlediğim gibi anlatacağım.*Devir Abdülhamit devriydi. Edirne Mahpushanesi'nde 4 kişiydik. Balkan Savaşı'na katılsınlar diye mahpushaneleri boşaltmışlardı. Biz savaş sonrasının ilk mahpuslarıydık. İki efendiden delikanlı vardı. Biri evkafta biri vilayette katipmiş. Hafiyeler, bunları Cöntürk diye gammazlamışlar. Çünkü biri Fransızca biliyormuş. Öteki de cumaları camiye gitmiyormuş. Hatta oruç bile tutmuyormuş tövbe tövbe... (Dedem o zamanın lisesi olan idadi mezunuydu. Sarı Hafız namlı bir pehlivandı. Her ramazan oruç tutup ve Kuran'ı aslından okuyup hatim indirirdi. Ramazan ayından geri kalan 11 ayda da içerdi.) Mahpuslardan biri hırsızdı. Zorluk yılları, açlık yıllarıydı. İşe tavuk çalmakla başlamış, sonra işi büyütüp inek, at çalmaya vardırmıştı. Yıllar boyu yakalanmamıştı ve hepimizden zengindi. Uzun mahpushane gecelerinde uzun muhabbetler olur. Mahpushane yoldaşlığı yolculuk arkadaşlığı gibidir. En candan dostuna bile açıklamadığın sırları gece yarısı koğuş arkadaşına deyiverirsin. Çünkü, çıkınca birbirinizi artık görmeyeceksinizdir. Bir gece Muhsin'e sordum:‘‘Kaç yıldır hırsızlık yapıyorsun?’’‘‘Vallaa, ayını yılını unuttum Hafız... Yirmi beşimde miydim neydim? Hacıların çil horozunu kapıp sattımdı. Şincik ellisine vardımsa sen hesap ediver.’’‘‘Bunca yıl, mahpushane seni adam etmedi mi?’’‘‘Te be, benim bu ilk mahpusluğumdur. Daha önce hiç dam yüzü görmedimdi.’’‘‘Onca yıl yakalanmamayı nasıl becerdin?’’‘‘Abe Sarı Hafız, sen okumuş yazmış adamsın. Ama yine cahil kalmışsın. Bir hırsız niye çalar?.. Satmak için bittabii... Çaldığım koca davarı oturup yiyecek değilim ya! İşte mesleğin ince yanı nah burası; kime satacaksın?.. Tabiy ki seni yakalayacak olana satacaksın. Yani, zabıta amirine, hatta hakime satacaksın. Onlar altın yumurtlayan tavuğunu keser mi?’’‘‘Öyleyse niye buradasın?’’‘‘Salaklığımdan!.. Sarayiçli Hüsmen Ağa'nın ahu gözlü bir merkebi vardı. Eşek dersem sanma ki zelil bir karakaçan. Say ki miralayın bindiği bir küheylan!.. Merkebe atladığım gibi satmak için karakolun yolunu tuttum. Hakime olmazsa kolluğa en az üç altına satacağım. Kollukçular 'Ohoo Muhsin kızan, biz de seni bekliyorduk, hoş geldin sefalar getirdin' diyerek beni buraya tıktılar. Meğersem Sarayiçli Hüsmen'in gudubet kızıyla bizim kadı bozması hakim nişan takmışlar. Biz köylük yerde barındığımızdan Edirne'de olup bitenden haberimiz yok. Ben hırsızlıktan değil, bir nişan yüzüğü uğruna buraya düştüm Hafız.’’Bir gün koğuşu kolluk bastı. Her bir köşeyi yıkayıp yundular. Bizi de önlerine katıp hamama götürdüler. Biz, bu saltanat nereden icap etti diye tefekküre dalmışken koğuşa Kolağası Yüzbaşı Deli Ferhat Bey'i getirdiler. Deli Ferhat Bey'i hiç görmemiştik ama namını duymuştuk. Mahkeme, pazaryeri, evkaf filan dinlemez, kırbacıyla bir dalıp dağıtır her bir yerleri yola yordama sokup nizam ve intizamı sağlarmış. Osmanlı'nın son savaşlarının tümüne katılmış. Madalyalarının hepsini bir kerede takamazmış. Çünkü ufak tefek kara kuru bir subaydı. Göğsü onca madalyayı takacak kadar geniş değildi. Ama bu sefer kafasını sert kayaya çarpmıştı. Hafiyelik edip İstanbul'da saraya haber uçurduğu ve Edirneli genç Osmanlıları gammazladığı için müftüyü önüne katıp yer misin yemez misin diyerek Edirne Çarşısı'nı dolandırmıştı sanırım. O sırada yeni kurulan gizli İttihat-ı Terakki Cemiyeti'nin üyesiydi.Koğuşa girince sanki emir verilmiş gibi hepimiz hazırola geçtik. O da kıtasını teftiş eden bir zabit doğallığıyla ‘‘Rahat!’’ deyip bir ranzaya oturdu. Herhalde yapımdan ötürü beni gözüne kesmiş olacak ki yanına çağırdı.‘‘Senin suçun ne?’’‘‘Ben, bir Rum fırıncıyla iki oğlunu dövdüm.’’‘‘Niye?’’‘‘Müslümanlara ekmek vermiyorlardı. Verdiklerinin içinden de çivi, çorap filan çıkıyordu.’’‘‘Bu çocuklar kim?’’‘‘Onlar Cöntürk.’’‘‘Öyleyse bu gece kazmaya başlayacağız.’’‘‘Nereyi?’’‘‘Salak Hafız, tabii burayı... Dört, beş metre tünel açarsak duvarın dışına çıkarız. Sonrası selamet. Osmanlı çökmüş, bizi artık kim tutar?’’Biz de kazmaya başladık. Kazıdan çıkan toprakları gömleğimize, koynumuza doldurup kollukçular bizi volta için bahçeye çıkarınca yere döküp üstünde tepiniyorduk. Kazıyı kaşıkla, yemek sahanıyla yapıyorduk. Bu yüzden karış karış ilerleyebiliyorduk. Cöntürk delikanlıların attığı nutuklardan ötürü beni de bir hürriyet ateşi sarmıştı. Sabah namazımı kılar kılmaz kazmaya başlıyordum. Hırsız Muhsin yan çizdiği için herifin güneş yanığı ensesine bir iki şaplak çekmek zorunda kalmıştım. Cöntürk'lerin kaleme alışmış ellerinin kazıya pek faydası olmuyordu. Ama 8 ay sonra duvarın dibine gelmiştik. Deli Ferhat, zabitan elbiselerini fora edip bitkin düşene dek kazıyordu. Onu yarı baygın sırtlayıp delikten ben çıkarıyordum. Bir gece yarısı topraktan çıkıp mübarek ayı görmüştüm. Demek ki duvarın dışına varmıştık. Kıçın kıçın bir koşu emekleyerek Ferhat yüzbaşıma muştuyu verdim. Ertesi sabah namazından sonra da kaçmayı düzenledik. Biz sabah namazını kılarken koğuşu yine kolluk bastı. Mahpushane müdürü elinde bir telgraf kağıdı,‘‘Artık serbestsiniz. Aff-ı Şahane çıktı. Padişah Efendimiz hepinizi affetti’’ dedi. Biz hepimiz müdürün emrini ikiletmeden toplanmaya başladık. Ama Deli Ferhat,‘‘Beni affedecek padişah daha Valide Sultan'dan doğmadı. Çıkmıyorum be!’’ diye gümbürdedi. Aylardır kazdığımız tünele mi yanalım, Ferhat Ağa'mızın kalmak istediğine mi yanalım? O şaşkınlıkla,‘‘Biz de çıkmıyoruz’’ dedik.Deli Ferhat,‘‘Siz çıkın!’’ diye emretti. Biz de kös kös çıktık.‘‘Ee, Deli Ferhat ne oldu atababa?’’ (Biz dedemize atababa derdik)‘‘Sonra Kolağası Ferhat Bey'i bir gece tünelden çıkarken zaptiyelerin vurduğunu duyduk. Rivayete göre Hırsız Muhsin, bizim tüneli gammazlamış. Muhsin'i de Cöntürk İsmail vurmuş.’’Nasıl yapyakın bir tarihten gelip de Örevizyonu kazanıp, yarı final oynayıp, Yaşar Kemal'imizin romanlarını yedi düvele okuttuğumuzdan haberiniz var mı? (Bin kerre özür dilerim) Ben gibi bir Osmanlı pelvan torununun Kembriç, Viyana Hukuk, Brüksel Üniversiteleri'nde konferans verebileceğini hayal edebilir misiniz? (Utandığım için gerisini söyleyemiyorum.)Allah rızası için tünel kazmayı bırakmayın!DUYURUBİZ, İHTİYAR BOKSÖRLER KULÜBÜ yavrularımızı tekmeli, tepişmeli ve tehlikeli sporlardan korumak için bir yaz kursu düzenledik.Hiç yumruk yemeden, saçı bile bozulmadan boks öğretiyoruz.Boks yavrunuza hem beden hem ruh kontrolü sağlar.Kursumuz 12 yaşından büyük kız ve erkek delikanlılara açıktır. (2 Avrupa Şampiyonu kız boksörümüz, makyajları bozulmadan Macaristan'dan yurda döndüler. Haberiniz var mı?)Dersleri, Türkiye Şampiyonu ve milli olmuş efsane boksörlerimiz verecektir. (Vural İnan, Vedat Karakurum, Tacettin İçsel vb.)Kurslar, en gelişmiş sağlık ortamlarında ve bilimsel ve de şenlikli yapılacaktır.Veee en önemlisi,BEDAVADIR!..Ne yazık ki kurslarımız şimdilik sadece İstanbul'un iki yakası ile sınırlıdır. Dileyen bizi arasın.Hasan Çolakoğlu (Sosyolog ve Milli Boksör): 0.212 544 32 07ve ben (İst. Yıldızlar 2.'si ve Karikatürcü): 0.212 275 33 76
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!