Zeki BAŞESKİOĞLU

Güncelleme Tarihi:

Zeki BAŞESKİOĞLU
Oluşturulma Tarihi: Nisan 05, 1998 00:00

Bir kadının kafası

en az poposu

kadar önemlidir

İki iyi popo var: Brezilya poposu ve İsveç poposu. Brezilya modeli düzgün gelen popo, ama hudutsuz seksi! Öbürü kuzey modeli, kalkık. Düşük oldu mu bizim Türklerinki gibi...

Haberin Devamı

İlk uzay defilesinde yer almak istiyorum!

Bir kadın enayi olursa, erkek onu tutabilir, akıllı olursa tutamaz.

Kadının dizden aşağısı Schaffer dolmakalem gibi olacak.

Mezardayken bile Zeki Triko'ya müdahale ederim!

Mebus yeminini sular seller gibi bilirim.

Çocukluğumda inanılmaz çok dayak yedim!

Benim aklıma normal bir şey gelmez!

İlk kez donla suya girdim, neyle gireceğim?

Zor karşısında hep zorladık kafayı.

Karda kışta yalınayak giderdim okula.

Kalemim bitince çöpleri karıştırırdım!

Hudutsuz

seksi popo hangisi

Dünyaca ünlü mankenleri keşfeden Zeki Başeskioğlu'dan ‘‘tutacak kadın’’ formülleri

Hiç böyle biriyle karşılaşacağımı zannetmiyordum.

O Cindy Crawford'ları, Claudia Schiffer'lari keşfeden adamdı. Bir Türk mayo markası olarak Fransa'yı fetheden adamdı. Daha yeni Cannes'da mağaza açmıştı. Bugüne kadar 134 dergiye kapak olarak Türkiye'nin uluslararası PR'ı olmayı başarmıştı. Yanlış anlaşılmasın o dergilerin için de Cosmopolitan ve Stern de vardı!

Yani neticede dünya çapında bir adamdı.

Ama aynı zamanda dünya tatlısı...

İnsana güven veren, ‘‘Vay be analar neler de doğururmuş!’’ dedirten, karnınız ağrıyana kadar sizi güldüren, açıksözlülüğü ve komplekslerinden arınmış haliyle insanı şaşırtan bir adamdı.

Para daha bir çok şeyin öneminden kendi kurtarmaya başarmıştı.

Allah bizi de kurtarsın!

Amin...

Çocukken mayoyla mı denize girerdiniz?

- Bizim Akseki'de deniz yoktu ki! 10 yaşımda havuza girdiğimi hatırlıyorum. Gerçi o da havuz değildi, bazı şeyleri yapmak için biriktirilmiş bir suydu...

Yani ilk on yaşındayken suyun içine girdiniz, peki ne giydiniz?

- Akseki'de mayo yoktu ki! Herhalde donla girmişizdir, neyle gireceğiz?

Çocukluğunuza bakanlar bugünün başarılı bir işadamı olacağınızı görebilirler miydi?

- Bu çocukta iş var diyorlardı. Fakat ben çok fakir bir ailenin çocuğu olduğum için çok çok çok imkansızlıklar içerisindeydim. Yine de insanlar zorlanınca bir çıkış noktası arıyorlar ve buluyorlar.

Herkes değil, bunun için de sanki ekstra bir zeka gerekiyor.

- Bazen ödünç alıyordum! Yaramaz çocuklar genelde büyüyünce akıllı oluyorlar. Akseki'nin en yaramaz çocuğuydum ben.

Çocukken büyüklerin hışmından kurtulmak için geliştirdiğiniz özel yöntemleriniz var mıydı?

- Olmaz mı? Ben hep babamdan dayak yerdim. Bir, üç, beş, beşyüz artık çok bıktım. Ama yaramazlık yapmaktan da kendimi alamıyordum. Dayağın acısı geçince tekrar yapmaya karar veriyordum.

En çok ne yapınca dayak yiyordunuz?

- Cam kırınca. Nedense hep de halamın camı kırılıyordu! Beni babama en çok şikayet eden halam olduğu için, bir gün yağmur yağarken, iyi bir fikir geldi aklıma. Onun evinin damına çıktım. Kiremitleri araladım, bütün suları salonuna akıtmaya başladım. Halamın kızı beni gördü. ‘‘Hemen anneni çağır Kur-an'ı getirsin, beraberinde bir de ekmek’’ dedim. Onlar ekmeğe ellerini bastılar mı, bitti, bir şey yapmazlar! ‘‘Ben kiremitleri yerine koyacağım ama bir şartla artık cam kırıldığında beni şikayet etmeyeceksin tamam mı hala?’’ dedim. ‘‘Hadi şimdi Kur-an el bas, bir de o ekmeğe’’. Bir daha halamdan şikayet gelmedi. Zor karşısında hep zorladık kafayı!

Peki okulda dayak yer miydiniz?

- Hem nasıl! Başöğretmen beni her gün yanına çeker, demir cetvelle döverdi. ‘‘Bir daha yapma!’’ derdi ama ben elimde olmadan yine yaramazlık yapardım. Gerçi bir gün demir cetvelden kurtulmanın yolunu da buldum: Bizim Akseki'nin halkevinde bir hoparlör vardı, başka radyo filan da yok köyde. Tenefüste mebus yeminine takıldım. Tüylerim ürperdi. O anda iyi yemin eden birisi vardı herhalde, biraz geç kalmışım sınıfa. Ne kadar geç kaldığımı bilmiyorum. Sanırım bir iki ders kadar! Boyuna yemin dinliyorum. Duya duya ezberlemişim...

uzay defilesi

Hatırlıyor musunuz hala o yemini!

- Vatan ve milletin saadet ve selametine ve milletin bilakaydışart hakimiyetine mugayir bir gaye takip etmeyeceğime namusum üzerine söz verir ve and içerim! Tabii geç kalınca beni sınıfa almadı Fatma Öğretmen. Aslında beni severdi. Aile durumlarımızı da bilirdi. Sanırım biraz da üzülüyordu halime. Çünkü pabuçlarım eskiyince, karda kışta, yalınayak gider gelirdim okula. Kalemim bitince sınıfın çöp kutusunu karıştırırdım, biri kalem atmış mı diye. Ama gururluydum, herkes gidince yapardım bunu. Dedim ki, Fatma Öğretmen'e ‘‘Ben mebusların yeminini öğrendim ondan geç kaldım’’. Ve başladım sınıfın önünde okumaya. Ama ben bunu nasıl söylüyordum biliyor musun, burundan! Tam benzeterek. Bütün sınıf beni alkışlamaya başladı. Mebus yeminini ezberlediğimi Başöğretmen de duymuş, diğer bütün öğretmenleri de toplamış, ‘‘Hadi oku bakalım yemini Ahmet Zeki’’ dedi, okudum. ‘‘Bundan sonra demir cetvel yok, katiyen!’’ dedi. Böylelikle demir cetvelden de kurtulmuş oldum...

Dünyadaki ilk uzay defilesinde yer alma fikri nereden aklınıza geldi?

- Benim zaten normal bir şey aklıma gelmez! Nasıl olsa bir gün uzayda defileler olacak. Bu müessese gelecekte de var olacak, sadece ben olmayacağım. Fena mı olur, şimdiden sıraya gireriz diye düşündüm...

Üşümezler mi?

- Üşümezler de, düşmezler de! Gelecekte çok büyük salonlar olacak uzayda. Gösteriler, şovlar yapılacak. İnsanlar toplanacak. Yani bir defile olmuş çok mu?

Bu mayoların o zaman kime satılması hedefleniyor. Yani hangi uzaylılara, Marslılara, Venüslülere...

- Onlardan bize ne! Dünyaya satarsın yine! Dünyanın tepesindesin, daha ne istersin? Hem büyük reklam olur. Teknoloji o kadar hızla ilerliyor ki, ben 2300'lerden filan söz ediyorum.

Bir marka olarak Zeki Triko'nun o denli uzun hayatta kalacağına inanıyor musunuz ki!

- Elbette. Mezardayken bile müdahale ederim ben!

Gelelim sorunun esasına, ‘‘tutacak kadını’’ nasıl anlıyorsunuz?

- Bu yalnız tutacak mankeni anlama meselesi değil ki, tutacak mobilyayı, tutacak kahve takımını da anlarım ben.

İyi de nasıl!

- Şimdi nasıl anlatayım? 58 yılına dönmem lazım! Benim baldızım vardı atölyenin müdürü, bir gün karşıdan geliyor, baktım yanında da çok güzel kızlar. Saçları başları yapılmış, bakımlılar. ‘‘Bunlar kim?’’ dedim. ‘‘Bizde çalışıyorlar, nişana gidecekler de’’ dedi. İşte o kızları görünce kararımı verdim: Bundan sonra elbiseleri canlılar üzerinde tanıtacaktım! O zamana kadar Türkiye'de mankenlik mevzuu yoktu. Su borusundan standlar vardı, elbiseler oraya asılırdı. ‘‘Defile, defile!’’ diyorum. Millet böyle bir şeyi görmemiş, ‘‘Defile de ne?’’ diyorlar. ‘‘Avrat üzerinde göstereceğim’’ diyorum. Öyle diyeceğim tabii, Mahmutpaşa'dayız! Defile yapacağız ama nasıl? Sandalye bile yok. Kahvelerden bulduk, dizdik. Dedik ki, ‘‘Peki müzik ne olacak?’’. Radyo var ama sadece sabah, öğlen, akşam, yayın yapıyor. O anda çalacak mı, ne çalacak? ‘‘Gramofon bulalım’’ dedik. Kiraladık: Sahibinin Sesi. Plaklar aldık, artık ne çıkarsa! Selahattin boyuna çeviriyor gramofonu. İnsanlar boyuna yazıyor bu elbiseden şu kadar, şundan bu kadar. Bayıldılar! Bir baktık ki çok büyük sipariş var. 1960'dan itibaren Türkiye'de ne kadar güzel kız varsa topladım. Ama defile yapacak salon yok. En sonunda sinemalara karar verdik: Antarktlarda defile yaparız. Ondan sonra Jean Shrimpton'u getirdim. Cindy şimdi ne ise 60'larda Jean öyleydi...

Yabancı mankenleri getirmek nereden geldi aklınıza?

- Ee gazete okuyordum! Mesela Jean Shrimpton'un fotoğraflarına bakıp, ‘‘Ya bu kadın, miniyi dünyaya tanıtan kadın, ben bu kadını Türkiye'ye getirirsem ne büyük bir yenilik olur’’ diyordum. Kalktım gittim İngiltere'ye. Ama kimseyi bulamadım Shrimpton'un ajansıyla temas edecek. Sonra bir Türk lokantasında biriyle tanıştım. Kıbrıslı bir Türktü. ‘‘No problem!’’ dedi. Birlikte kızın ajansına gittik. Ajans bana saray gibi geldi. ‘‘Türkiye'de daha önce hiç defile yaptınız mı?’’ dediler. Boyuna soruyorlar: Podyumu, müziği, ışığı. Ben de anlatıyorum, Hilton'da masaları telle birleştirip T şeklinde bir podyum yapıyoruz. Eski halıları da üzerine yayıyoruz. Bir orkestra var, müziği onlar çalıyor. Bir de takdimci var. Elektrikçi İsmail su borularından ayak yapıyor, ışığı podyuma veriyor. Gülmeye başladılar ama hoşlarına gitti. Tuhaftır o zaman dünyanın en meşhur mankeni olan Jean Shrimpton'a da Türkiye'ye gelmek egzantrik geldi. ‘‘Bu lambalar olmaz, biz ışığı kuralım, müziği kuralım’’ dediler. Gerçekten de herşeyi onlar yaptı. Yanar döner ışıklar bile vardı. Artık insanlar, ışıklara mı mankenlere mi baktı bilmiyorum. Ama yıkıldı ortalık! Kız bitti, çok hoşuna gitti. O kadar memnun kaldılar ki, hepsi ağladı giderken. Ben de! Üç sene bana ‘‘smoke salmon’’ yolladı Jean Shrimpton. Böyle başladı işte yabancı mankenleri getirmek...

Ben hala ‘‘tutacak kadınları’’ nasıl anladığınızı merak ediyorum.

- 154 mecmuada nasıl kapak olmuşsak! Stern'e nasıl kapak olunur, nasıl otobüse müşteri bulunur, balon satarken nelere dikkat etmeli biliyoruz işte...

NASIL ANLIYOR

Kadın, kadın!

- Cindy'nin önce küçük bir resmini gördüm. Çok hoşuma gitti. Altı ay cebimde gezdirdim. Çok güzel bir surat o kadar ama kimse tanımıyor kızı. Sonra buldum Amerika'da, Alman bir fotoğraçı sayesinde. O Alman fotoğrafçı Cindy sayesinde çok meşhur oldu, Cindy onun sayesinde, ben de Cindy sayesinde. Sonra da Claudia'yı bulduk...

İyi de ‘‘ölçü’’ ne?

- Saçlar güzel ve gür olacak. Demek istiyorum ki, kadın dediğin saçsız bir şey olmayacak. Kulakları da kepçe olmayacak. Alnı düzgün olacak. Kaşlar düzgün olacak. Gözler parlayacak, mümkünse renkli olacak. Burun kalkık olacak, Türkiye'de kalkık değil ya, özellikle kalkık olacak. Ağız ve dişler çok iyi olacak. Buradan düşüşü (boyundan göğüslere doğru olan kısmı kastediyor) fotojenik olacak. Buralarda (bu sefer kastedilen bel) herhangi bir fazlalık olmayacak. Göğüslerin çok güzel olması lazım. Dik. Bikini giyecek ya, yürüdüğü zaman önünde olacak, hafif bedeniyle birlike sallanacak. Koltuk altlarında kırışık olmayacak. Arkası düzgün olacak, yani sırtı etli olmayacak. Ama kaburga kemikleri de görünmeyecek, inişler güzel olacak, göbek, ayva göbek olacak. Kılları olmayacak. Ayakları güzel olacak. Bacakları da. Dizden aşağısı da Schaffer dolmakalem gibi olacak...

Popo?

- İki iyi popo var dünyada: Bir Brezilya poposu, biri İsveç poposu. Brezilya modeli düzgün gelen bir popo, ama hudutsuz seksi! Öbürü kuzey modeli, kalkık. Bakın bu Brezilya poposu, şu İsveç poposu. Düşük oldu mu bizim Türklerinki gibi, mayo bikini güzel durmuyor tabii.

Sizin manken kızların kafasının çalışması da gerekiyor mu?

- En az popo kadar önemli. En başta kafası çalışsın...

Ama katalogta bakarken entellektüel birikimi merak etmiyoruz!

- Akıllı kadın farklı bakar. Nasıl güleceğini, nasıl poz vereceğini iyi bilir, problem çıkarmaz...

Sizin ‘‘tutan kadın’’ı tutan adam onu evde tutabilir mi?

- Kadın enayi olursa tutabilir tabii, akıllı olursa tutamaz. Hayatta evvela iş önemlidir. İşini kaybedersen herkes kaybolur. Erkek için de kadın için de bu böyle. Tutmaya çalışıyorlar ama kaçırıyorlar, mesela Richard Gere. Bak şu kızların hiçbirinin kocası yok. Cindy'nin yok, Claudia'nın yok, Naomi'nin yok. Yok da yok! Zaten niye çeksinler adamların ağız kokusunu.

Nasıl bir patronsunuz, verir misiniz, alır mısın?

- Hiç kimseden bir şey almam, veririm. Hep buna alışmışım...

Şu an cebinizde ne kadar para var?

- (Sayıyor) Bir hafta önce 100 milyon vardı, demek 17 milyon harcamışım, 83 milyon var.

Paraya ne kadar ihtiyacınız var?

- Çoğunlukla parasız dolaşıyorum. Yemeğe gidiyoruz, ‘‘Farkında değilim param yok’’ diyorum. Parayla işim yok benim.

ÊAllah korusun şu an iflas etsiniz ne yaparsınız?

- Büyük Postahane'nin önüde işportacılık yaparım. Benim için büyük bir şereftir...

Saç telinden tırnağına kadar kadın

Saçlar güzel ve gür olacak. Demek istiyorum ki, kadın dediğin saçsız bir şey olmayacak. Kulakları da kepçe olmayacak. Alnı düzgün olacak. Kaşlar düzgün olacak. Gözler parlayacak, mümkünse renkli olacak. Burun kalkık olacak, Türkiye'de kalkık değil ya, özellikle kalkık olacak. Ağız ve dişler çok iyi olacak. Buradan düşüşü (boyundan göğüslere doğru olan kısmı kastediyor) fotojenik olacak. Buralarda (bu sefer kastedilen bel) herhangi bir fazlalık olmayacak. Göğüslerin çok güzel olması lazım. Dik. Bikini giyecek ya, yürüdüğü zaman önünde olacak, hafif bedeniyle birlike sallanacak. Koltuk altlarında kırışık olmayacak. Arkası düzgün olacak, yani sırtı etli olmayacak. Ama kaburga kemikleri de görünmeyecek, inişler güzel olacak, göbek, ayva göbek olacak. Kılları olmayacak. Ayakları güzel olacak. Bacakları da. Dizden aşağısı da Schaffer dolmakalem gibi olacak...

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!