Zaplayın geçsin

Ertuğrul ÖZKÖK
Haberin Devamı

Geçen salı akşam üzeri, Frankfurt'u o güzel Rheingau bölgesine bağlayan yolda, yemyeşil üzüm bağları arasında gidiyoruz.

Kuzey'in geç batan güneşi, ışığını en cömert şekilde tabiatın üzerine sermiş.

Burası, Avrupa'nın en önemli beyaz şarap merkezlerinden birisi.

Ren Nehri'nin iki yanında koyu bir yeşil hüküm sürüyor.

Sonra nehir kenarını terk edip yavaş yavaş yukarı doğru tırmanya başlıyoruz.

Eski ve derin Almanya'nın izleri dar sokakları çevreleyen evlere sinmiş.

Yukarı çıktıkça orman sıklaşıyor. Biraz sonra güneş ışığına izin vermeyen ağaçların altında uzanan bir yola giriyoruz.

Bu yol bizi, Rheingau Bağları'na yukardan bakan bir düzlüğe çıkarıyor.

Aşağıda Ren Nehri bütün güzelliği ile akıyor. Nehrin iki tarafındaki şatolar, uzaklardaki Bavyera'nın efsanevi kralı İkinci Ludwig'i gözünüzün önüne getiriyor.

Ve tepenin üzerinde dev bir anıt.

Gerçekten dev bir anıt.

Almanya'nın kaybettiği bir savaştan sonra inşa edilmiş. Üzerinde Alman ruhunu okşayan ifadeler.

* * *

Nehrin kenarında bir otelde yemek yiyoruz. Otel'in adı Crown.

On altıncı yüzyılda inşa edilmiş.

Salonları, Avrupa ortaçağının bütün özelliklerini taşıyor.

İşte burada, bu ortaçağ otelinin restoranında Türkiye'ye dönüyorum.

Bizim ülkemiz neden bir türlü bu huzura kavuşamaz? Neden her günümüz ilkel kavgalarla geçer?

Neden bazılarımız bu ülkeyi o ortaçağın karanlıklarına sürüklemek isterler?

Neden?

Bu insanlar hayattan hiç mi zevk almazlar?

Bizler neden böyle güzellikler karşısında bile, hep ülkemizin çetrefilli coğrafyalarına döneriz?

Neden en güzel anlarımızda bile bu ağır iklimi terk edemeyiz?

* * *

Dün Meclis'teki oylamadan sonra hâlâ bunları düşünüyorum.

Türkiye, hiç hak etmediği bir 11 ayı geride bıraktı. Akıl ve sağduyu galip geldi.

Yüzde 20 oyla bu ülkeyi kendisine benzetmek isteyen bir zihniyet, demokrasinin gerektirdiği seviyeye indirildi.

Yani yüzde 20'lik coğrafyasına ricat ettirildi.

Halkından aldığı oya ihanet ederek onu laikliğe meydan okuyan bir partiye ipotek eden partiyi, bizzat kendi milletvekilleri cezalandırdı.

Milletvekillerinin en azından üçte biri, oyları sahibine iade etti.

Şimdi çıkmışlar, ‘‘Bu partinin milletvekilleri kandırılarak, şimdi başka tarafa geçirilmiştir'' diyebiliyorlar.

Hangi tarafa geçmiş? ‘‘Biz Atatürk'ün yolunda yürüyeceğiz, bu ülkeyi Refah'a teslim etmeyeceğiz'' diyerek alınan oyları, acaba şimdi nereye götürmüşler?

Sahibine mi iade etmişler, yoksa hâlâ aynı yerde duranlar gibi, tam karşıdaki simsara ipotek mi etmişler?

Hâlâ konuşuyorlar. Hâlâ demokrasiden söz ediyorlar.

Hâlâ, ‘‘Demokrasi bizim için bir tramvaydır. Gideceğimiz yere kadar gider, orada ineriz'' diyen bir zihniyetle aynı yatağı paylaşıyorlar.

Paylaşmaya devam etsinler.

Ama artık bu ülkeyi, modern ve çağdaş bir dünyada yaşatmak isteyen bu halkın yakasından düşsünler.

Şimdi yeni bir dönem açılıyor.

Yeni ve umut veren bir dönem. Halkın büyük çoğunluğu rahatladı. Ekonomi daha şimdiden olumlu sinyaller veriyor.

* * *

Ülkenin 11 ayda bir Ortadoğu aşiretine çevrilen imajı yavaş yavaş bu ipotekten kurtuluyor.

Şimdi restorasyon dönemi başlıyor.

Kırık döküklerin tamiri, sırı dökülmüş aynaların onarımı, oraya buraya bırakılmış değerlerin tozunun alınması, bozulmuş makyajların tazelenmesi dönemi başlıyor.

Emanet sahibine iade ediliyor.

Yüzde 80, on bir ay boyunca içine düşürüldüğü azınlık psikozundan kurtuluyor.

Bedevi çadırlarının gölgesi Türkiye üzerinden çekiliyor.

Sivil toplum, tarihinin en büyük direnişinin zaferini kutluyor.

Akşamları saat 9.00'larda söndürülen elektrikler yeniden yakılıyor, Türkiye aydınlanıyor.

Türk halkı, oyunu gasp edenlerden hesabını böyle soruyor.

Söyleyin, demokrasinin başka tarifi var mıdır?

O yüzden, birkaç soytarının gazete köşelerinde, televizyon ekranlarında oynadıkları sözüm ona demokrasicilik farsına hiç takmayın.

Zaplayın geçsin. Çekin sifonu gitsin.

Yazarın Tüm Yazıları