Zaferin yerini hiçbir şey tutamaz BAĞIMSIZLIK BİLE Mİ

Sarı-kırmızı İspanya kupa zaferiyle çıldırırken, kuytu köşelerde hasetten çatlayanlar vardı.

Hayır, Almanları değil, Bask ülkesi, Katalonya ve Galiçya’daki bazı ayrılıkçı politikacıları kastediyorum. Çatlamışlardır, çünkü o harika final öncesinde, açıkça Alman tarafını tuttuklarını söylemişlerdi. Şampiyonlar Ligi’nde de Manchester United deplasmanına giden bir grup Barcelona taraftarı "Katalonya, İspanya değildir" diye pankart açmıştı. Onlar da Katalan kulübünün, İspanyol kimliği taşımadığını ilan ediyordu. Ama Euro 2008’de tuhaf birşey oldu. Milli takımın her zaferi sadece Madrid sokaklarında değil, Barcelona meydanlarında da coşkuyla kutlandı. Maç yayınları sırasında Bask ülkesinin sokakları da boşaldı. Hatta Bilbao’da ellerinde İspanyol bayrakları, yüzleri sarı-kırmızı Basklılar bile görüldü. Katalonya ve Bask’ta milli maç yayınları sırasında TV reytingleri tavan yaptı. Peki bütün o etnik bilenmelere rağmen, nasıl oluyor da kitleler milli takımın peşinden sürüklenebiliyor? Barça’nın Xavi’si, Real Madrid’in Ramos’u ile birlikte uyum içinde oynadığı için mi? Ve nasıl oluyor da, etnik bölge politikacıları hálá rakip takımı tutabiliyor? Halka rağmen.

İspanyol ligindeki en ezeli rekabet, etnik milliyetçi bir rekabetten besleniyor. Katalonya’nın Barcelonası ile Real Madrid arasındaki rekabetten.

La Liga’nın ezeli olmayan rekabetleri de, etnik hissiyatla şekilleniyor. Deportivo La Coruna Galiçya’nın, Athletic Bilbao ve Real Sociedad da Bask bölgesinin gururu. Gerçi Sociedad ikinci lige düştü ve gururlar biraz incindi.

Ve bu bölgelerdeki ayrılıkçı partiler, üniter devlet yapısından koparak bağımsızlığı hedefliyor. Bask Milliyetçi Partisi yönetimindeki Bask bölgesel hükümeti, önümüzdeki sonbaharda özerklik için referanduma gidiyor. Madrid ise "Bu referandum anayasaya aykırıdır, yapılamaz" diyor.

Siyasette gerginlik had safhada. Siyaset ayrılık dilini konuşuyor, sokaklar ise futbolca.

Onlar da milli konularda demografik konuşmayı seviyor. Kaptan Casillas, final gecesi öncesinde "Kendimi 44 milyon İspanyola karşı sorumlu hissediyorum" diyordu.

Futbolcuların sahaya milli görevle çıkması alışılmadık bir durum değil. Ancak İspanyollar’ın "Seleccion" dediği milli takım, daha düne kadar birleştirici değil, tam tersine ayrıştırıcı işlev görüyordu. Turnuvalarda etnik sataşmalar iyice bileniyordu. Hatta bazı ayrılıkçı bölgelerin futbolcuları, "İspanyol milli takımına seçilmemek benim için şereftir" gibi açıklamalar yapıyordu. Basklı ve Katalan taraftar, milli hislerini kendi bölgesinin takımına, kendi renklerine saklıyordu. Derin antipati nedeniyle İspanya’nın, bazı bölgelerde ev sahibi olarak milli maç oynaması mümkün değildi. Sonuçta kulüp takımları uluslararası arenada zaferler kazandı, milli takım hep yattı.

Ancak Euro 2008’de manzara değişti. Her maçı kazanan İspanyol takımının zaferlerinden sonra Barcelona’dan Madrid’e, Coruna’dan Cartagena’ya bütün şehir meydanları şarkılar ve kornalarla inledi. İspanya’nın, finalde Almanya’yı sahaya mıhlayarak kupayı kazanması öyle bir ortak bir ruh yarattı ki, ülkenin bölünmeye sürüklendiğinden endişe edenler, "Acaba futbol sayesinde yırtıyor olabilir miyiz?" diye düşünüyor şimdi.

ARAGONES FAKTÖRÜ

Bazı otoritelere göre etnik gerginliğin azalmasında Teknik Direktör Luis Aragones’in payı büyük. Hocanın takımı seçerken oyunculara değil, uyum hedefine odaklanması iklimi yumuşattı. Mesela ayrılıkçı kimliğini gizlemeyen Barça’lı Oleguer Presas’ı sırf bu yüzden takıma almadı. Takıma çok gol kazandırmakla birlikte ekip ruhunu bozan Real Madrid’li Raul’a da yol verdi. Takımın her ne pahasına olursa olsun, yarı yarıya Real Madrid ve Barcelona’dan oluştuğu dönemlerde ortaya çıkan etnik gerginlik ve kıskançlıklar yatışmış oldu. Şampiyon takım, geçmiş 11’lere göre daha heterojen. Puyol, Andres Iniesta ve Xavi Hernandez, Barça’dan. Casillas ile Sergio Ramos, Real Madrid’den. Oyuncuların beşi İngiliz liginden ki, bunların arasında Basklısı, Katalanı var. Ayrıca Villareal ve Getafe gibi küçük kulüpler de milli takıma oyuncu verdi.

FRANCO DÖNEMİ NİHAYET BİTTİ

Aragones’e övgüleri sayarak Fener’in hocasına bu kadar paye vermek yeter.

Futbolun etnik kimlik üzeri birleştirici etkisinin ardında tabii ki bazı sosyolojik nedenler var.

Mesela, Franco devrinin kapanmasından sonra yetişen kuşaklarda milliyetçi ihtirasların alt sınıra dayanmış olması. Yeni gençlik artık giderek Avrupa’ya yöneliyor ve ülkenin üzerine sinen diktatör mirasından kurtuluyor.

Ayrılıkçı partilerin seçimlerde aldığı sonuçlardan da belli. Geçen marttaki genel seçimde Katalan milliyetçi partisi Esquerra Republicana de Catalunya (ERC), üçüncü olarak çıkabildi sandıktan. Ancak onlar hálá aynı kafada. ERC’den birkaç politikacı, final öncesi Almanya’yı tuttuğunu açık açık ilan etti.

Oysa Katalonya’da anketler milli takıma yoğun destek olduğunu gösteriyor. Barcelona’da halkın sadece yüzde 30’u "Ben milli takımı tutmam" diyor. Yüzde 30 geniş bir kitle olarak görülebilir ama, bir zamanlar İspanya lehinde tek bir tezahürat bile mümkün değildi.

ETNİK KİMLİK - DİMDİK

Katalanlar’ın, milli takımı desteklemesi, etnik kimliklerinden taviz verdikleri anlamına da gelmiyor. Sadece milliyetçi kışkırtmalar prim yapmıyor, o kadar. "Katalanım ama, milli takımı da desteklerim" diyen on binlerce insan var.

Devlet okullarında sadece Katalanca öğretiliyor. İspanyolca ise ek ders olarak haftada üç saat. Bu aşırı durum, Franco döneminde (1936-1975) Katalanca’nın tamamen yasaklanmış olmasına bir tepki niteliğinde. 1978’de demokratik anayasanın yeniden tesisinden sonra yeniden çok kültürlü, çok dilli bir toplum haline gelen İspanya, etnik milliyetçiliğin artık sökmemesi sayesinde bölünme tehlikesini atlatmış olabilir.

Ancak şöyle bir tehlike de yok değil; İspanyolca’nın 7 milyon nüfuslu Katalan bölgesinde tamamen ölü dil haline gelmesi.
Yazarın Tüm Yazıları