Yüzevler Kebapçısı ve bizim Selahattin

Bana bak, burası kebapçıdan başka her şeye benziyor! Yanlış yere mi geldik yoksa?

Nispetiye Caddesi üzerindeki villaya adımımızı attığımızda...

Allah sizi inandırsın, ilk tepkimiz bu oldu.

Hani bir İtalyan restoranına filan gitsek anlayacağım.

Alenen, bildiğin kebapçı.

Bizim aradığımız o.

Ama nasıl desem, burası fazla şık bir kebapçı için.

Hálá tereddütteyiz.

Yok, yok şaşkınlıktan ölmek üzereyiz.

*

Bir kere, aperitif alabileceğin bir giriş var.

Seraya benzeyen, yazın bahçeye dönüşen, yanları perde gibi toplanabilen, tepesi de açılan kebap yiyebileceğin ana mekana girmeden soluklanabiliyorsun orada.

Açık renk, rahat koltuklar.

Otur kokteylini iç, martinini için, bir kadeh şarap iç, sonra yemeğe geç.

Yanda minik bir bar.

Duvarda plazma televizyon.

Masalarda kırmızı laleler, tabaklar Rosenthal...

Yok artık daha neler!

Gülmem geliyor.

Birazdan da Selahattin geliyor...

*

‘‘Bu ne ya?’’ diyorum.

‘‘Etiler'de böyle olacaktı. Yeri sosyetik yaptım. Ama sosyetik kebap yapmıyorum...’’

‘‘Ona hiç şüphem yok da, biraz abartmışsın durumu.’’

‘‘Olur mu?’’ diyor en ciddi haliyle, ‘‘Ben Adana'yı temsil ediyorum. Gel gezdireyim binayı. Eski Fly In burası. Komple yeniden yaptım.’’

Üç katlı binanın önce mutfağa iniyoruz.

Ben Selahattin'i Adana'dan tanıyorum.

Yüzevler Kebapçısı'nın bizim Selahattin'i o.

Kendini yoktan var eden adamlardan.

‘‘Self made’’ biri yani.

Bu koyu renk takım elbiseli, beyaz gömlekli, elinde Davidof puro tutan esmer adam (artık böyle bir imajı var!) hiç çekinmez, küt diye bulaşıkçılıktan geldiğini söyler.

Yıllar içinde maaile işi büyüttüler, İstanbul'a geldiler, Önce Göztepe'de bir şube açtılar, birkaç ay evvel de kapağı Etiler'de attılar.

Bir ben kalmıştım görmeyen...

*

Pırıl pırıl bembeyaz mutfakta baştan çıkarıcı kokular arasında ayakta dikiliyorum.

Açlıktan ölüyorum.

Ama o yakalamış beni, anlatıyor da anlatıyor.

‘‘Biliyorsun, biz 7 kardeşiz’’ diyor, ‘‘Bedri kebapta, Orhan kebapta, Şevket kebapta...’’

Önce durumu kavrayamıyorum.

Sonra ‘‘Hah tamam’’ diyorum, elimi kebap pişiren ustalardan birine uzatıyorum.

‘‘Siz Orhan Usta'sınız değil mi? Memnun oldum.’’

Selahattin'in ailesi, yani Aydoğdu ailesi, ilginç bir aile.

Türkiye'in en iyi 10 kebapçısından biriyiz artık, mutfaktan çıkalım demiyorlar.

Yatırımı yapan, devriye gibi şubeler arasında abi Selahattin.

O kardeşlerin elebaşısı.

Diğerleri mutfakta.

Kebabı bizzat onlar pişiriyor.

Belki de o yüzden, kebap kebaba benziyor, çatalı vurdun mu dağılıyor.

Selahattin hatırlatıyor:

‘‘Bedri Göztepe'nin, Şevket de Adana'nın ustası. Kardeşlerimden başkasını sokmam mutfağa...’’

*

Sonra, gururla bütün katlara hizmet veren asansörü gösteriyor.

100 kişilik kapasiteli lokantasının her tarafını gezdiriyor.

‘‘Bak tuvaletin ışıklarına, girdin mi yanıyor...’’

Hoşuma gidiyor.

Gerçi söylüyorum, mekan, kebapçıdan başka her şeye benziyor ama her türlü ayrıntı düşünülmüş.

‘‘Kim yaptı burayı?’’ diyorum.

‘‘Halime’’ diyor.

‘‘O kim?’’

‘‘Ben mimar filan tutmam. Halime Özşahin bir arkadaşımın eşi. Aslında fizik, kimya öğretmeni. Ama çok zevkli biri. O seçiyor ben tamam diyorum’’

‘‘Valla, hayırlı olsun’’ diyorum.

‘‘Hadi artık kebap yiyelim...’’

*

On yıldır İstanbul'da olan Selahattin, bilmem söylememe gerek var mı, artık muhtar gibi.

Özellikle spor camiasından pek çok tanıdığı var.

Dolayısıyla Özhan Canaydın, Fatih Terim, Hakan Şükür ve daha bir sürü futbolcu müdavimi var.

Biz o akşam orada kebap yerken Hakan Şükür ve ekürisi vardı.

Bir de Çakır...

Ölüm ilanları çıktı ama ben gördüm adam basbayağı kebap yiyordu!

Neyse, kebaplar enfesti.

Parmaklarımı yemediğim kaldı.

Kebabınız gelirse Etiler'deki Yüzevler Kebapçısı'na uğrayın yani.

Pişman olmazsınız.

Telefonunu da veriyorum.

0212 287 01 01.

Son dört rakama da dikkatinizi çekiyorum.

Şehrin en iyi kebabını yapan adamlarından birinin, Adana'nın plakası dışında telefon numarası alması beklenemezdi değil mi?
Yazarın Tüm Yazıları