Yükselişin beraberinde gelen risk

Güncelleme Tarihi:

Yükselişin beraberinde gelen risk
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 21, 2010 12:02

Financial Times'ın iki Türkiye temsilcisi Delphine Strauss ve David Gardner, kaleme aldıkları tam sayfa analizde Türkiye'nin bölgesinde yükselen bir güç olduğunu, ancak Batıya sırtını dönmesinin söz konusu olmadığının altını çizdi.

Haberin Devamı

Yazarlar, bu yükselişin bazı riskleri de beraberinde getirdiğini belirtti. Bu riskler arasında en önemlisi Washington ve AB'nin Türkiye'yi güvenilmez bir ortak olarak görmeye başlaması. Bir diğer risk de Ankara'nın iç politikada karşı karşıya kaldığı sorunlar.

 

İşte Strauss ve Gardner'ın makalesinden satır başları:

 

"Bir hafta içinde Toronto, Brüksel, Bişkek ve Londra, ertesi hafta Lizbon’dan Kabil’e ziyaretler. Bir yıl önce Türkiye’nin dışişleri bakanı olduğundan bu yana Ahmet Davutoğlu, Türkiye’yi yükselen bölgesel bir güç haline getirme vizyonuyla 100’den fazla yurtdışı seyahat yaptı.

 

Haberin Devamı

Mesajında itiraz edecek bir şey yoktu: Profesyonel bir hava ve rakamlarla ve tarihlerle ilgili akademik bir takıntıyla Davutoğlu Türkiye’nin komşularıyla sıfır sorun politikasını yayıyor. Bu slogan akıllara Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış” sözünü getiriyor.

 

Davutoğlu, bu yaklaşımla Balkanlardan Bağdat’a sorunlara aracılık etti ve Ankara’nın hızla büyüyen ekonomik gücünü hem aralarında Rusya ve Brezilya’nın da olduğu yükselen güçler hem de eskiden düşman görülen Suriye, Irak ve Yunanistan gibi ülkelerle yeni dostluklar oluşturmak için kullandı. Ancak geçtiğimiz aylarda Türkiye’nin bölgesel hedefleriyle, Batı’yla kurduğu geleneksel ittifaklar arasındaki gerginlik ayyuka çıktı.

 

İLK MESELE ERMENİSTAN SÜRECİ

İlk olarak Ermenistan’la ilişkilerin normalleştirilmesi sürecinde bir sonuca varılamamasıyla ABD ve diğer yerlerdeki Ermeni diasporaları 1915 olaylarının “soykırım” olarak tanınması yönündeki çabalarını artırdı. Ardından da Mayıs ayında İsrail’İn Türk yardım filosuna düzenlediği baskın geldi.

 

Ankara İsrail’le ilişkileri tamamen koparma tehdidinden geri adım attı ancak Davutoğlu, baskın uluslararası soruşturmaya açılmasan ve İsrail özür dileyip kurbanlara tazminat ödemeden ilişkilerin eski gibi olmayacağı konusunda kararlı. Bu ay Londra’da yaptığı açıklamada, Dışişleri Bakanı, “Bu sorular cevap bulmadan, İsrail’le ilişkilerimizde ilerleme kaydedilemez” dedi.

 

Haberin Devamı

ABD’nin bakış açısından, Ankara’nın duruşundaki değişimin en güçlü işareti geçen ay İran’a uygulanacak yeni yaptırımlarla ilgili BM Güvenlik Konseyi oylamasında hayır oyu vermesi oldu. Ardından gelen fırtına Türkiye’nin Batılı ortakları için artan öneminin altını çizdi.

 

ERDOĞAN NASRALLAH'I TAHTINDAN ETTİ

Filistinlilerin haklarının savunucusu ola Türkiye şimdi İran’ın bölge üzerindeki hakimiyetini de sona erdirdi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Hizbullah’ın lideri ve Tahran’ın yakın müttefiki Hasan Nasrallah’ı Arap halklarının gözündeki tahtından etti. Washington merkezli düşünce kuruluşu German Marshall Fund’ın analisti Nathalie Toccie, “Suriye’de insanlar Şam’ın kendini tehdit altında hissettiğinde İran’a, fırsat peşinde olduğunda da Türkiye’ye gittiğini söylüyor” dedi.

 

Haberin Devamı

Ankara’nın Washington’dan bağımsız hareket ettiğini gösterme isteği bölgesel güvenilirliğini artırdı. Buna karşılık, Washington’daki algı Ankara’nın dengesiz ve güvenilmez bir ortak olduğu yönünde. Kongre’den bazı isimler İsrail’le ilişkilerin kopmasının otoriter bir İslamcı hükümetin doğuya kayışının kanıtı olarak görüyor. Genellikle farklılıkları kapalı kapılar ardında tutmayı yeğleyen ABD’li yetkililer şüphelerini açık açık dile getiriyor.

 

Davutoğlu ülkesinin bir şekilde “şartlı tahliye edildiği” iddialarından rahatsız oluyor. Daha önce yaptığı açıklamalarda, Türkiye’nin bir mesele değil, bir aktör olduğunu belirten Dışişleri Bakanı, “Biz NATO’nun içinde Batı’yı savunmak için sert güç kullandığımız zaman da aktördük, Doğu Akdeniz’de AB’nin değerlerini savunmak için yumuşak güç kullandığımız bugün de aktörüz” dedi.

 

Haberin Devamı

TÜRKİYE'NİN İKİ KİMLİĞİ

Türkiye sadece NATO’nun üyesi değil, aynı zamanda 57 ülkelik İslam Konferansı Örgütü’nün başkanlığını yapıyor. Ankara bu ikili kimliğin liderlik boşluğundan muzdarip bir bölgede aktivist bir politika uygulamasını gerektirdiğine inanıyor. Türkiye, İsrail’in savaş yanlısı tavrının ve İran’ın nükleer hedefleriyle ilgili yaşanan gerginliğin bölgedeki en önemli ili tetikleyici faktör olduğuna inanıyor. Dolayısıyla Ankara geçmişte İsrail ile Suriye ve İsrail ile Filistinliler arasındaki arabuluculuk çalışmalarında bulundu son dönemde de Brezilya’nın da desteğiyle İran’ın zenginleştirilmiş uranyumunu kendisine teslim etmeye ikna etti.

 

Haberin Devamı

Bu sadece Brüksel’in Türkiye’yi AB’ye kabul etmemek için gösterdiği gönülsüzlüğe verilen bir tepki değil. Dahası stratejik ibrenin Doğu’ya dönmesi ya da yeni-İslamcı AK Parti’nin ideolojisinin Müslüman ülkelerin tarafına kaymasından da söz edilemez. Erdoğan kendine güvenen, dinamik Türkiye’nin seçenekleri olduğunu ve Avrupa’nın Ortadoğu’da nasıl kullanılacağını unuttuğu yumuşak gücün kullanımında uzman olduğunu göstermek istiyor. Ancak Davutoğlu Doğu’ya doğru ya da Batı’ya karşı bir dönüş olmadığında ısrarcı: “Hala ilk ve en önemli stratejik hedefimiz Avrupa’yla bütünleşmedir.”

 

AK Parti’nin diplomasini eleştirenler dahil uzmanlar, Türkiye’nin etkisinin ve Arap dünyasındaki cazibesinin Batı’yla ilişkilerini, kimliğini ve Batılı imajını korumasına bağlı olduğunu düşünüyor. Dolayısıyla tartışılması gereken Türkiye’nin Doğu’ya kayıp kaymadığından ziyade çıkarlarının peşinde etkili bir biçimde koşup koşmadığını ve eski ve yeni ittifakları arasında denge kurup kuramadığını sorgulamak gerekiyor.

 

SONUÇLAR KARIŞIK

Şimdiye kadar Davutoğlu doktrininin sonuçları karışık oldu. Başarı hanesine Suriye’yle kurulan dostluk, Kuzey Irak’taki Kürt politikacılarla kurulan makul ilişkiler ve Ortadoğu’da bir gümrük birliği oluşturulması için atılan ilk adımlar yazılabilir. Ankara’daki yabancı diplomatlar Türkiye’nin Balkanlardaki ve Irak’taki siyasi gruplar arasındaki rolünün faydalı olduğunu ancak Ankara’nın kibirli ve haddini aşan bir tavır içinde olduğunu belirtiyor.

 

Bu güç gösterilerinin büyük bir kısmının hedefi Türkiye’deki vatandaşlar. 1990’lı yıllara kadar dış politika çoğunlukla güvenlik kaygılarıyla yönetiliyordu. Şimdi kamuoyunun dışarıdan gelen etkilere karşı şüpheyle yaklaşması ve güçlü Amerikan karşıtlığı dış politikaya da yansıyor. Washington’da bulunan Brookings Institution uzmanı Ömer Taşpınar, “Bizim gördüğümüz İslamcı bir dış politikanın yükselişi değil, Türklerin ABD ve Avrupa’ya duyduğu öfkeye cevap verip bunu sömüren popülist bir hükümettir” dedi."

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!