Yoğurdu üfleyerek yemek

CUMHURBAŞKANI Ahmet Necdet Sezer’in, yeni 15 üniversitenin Kurucu Rektör adaylarını belirleme yetkisini Yüksek Öğretim Kurulu yerine hükümete veren yasa hükmünü "tekrar görüşülmek üzere" Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne iade etmesi, hafızamızı yoklayıp eski günleri gözden geçirmeye zorladı bizi:

Biz bilindiği gibi "moda"laşan sloganlarla yaşarız. Bir zamanlar "her ile bir fabrika" idi sloganımız.

Sonra her ilçeye bir "lise" istedik.

Şimdi "her ile bir üniversite" dönemini yaşıyoruz.

Hoş öyle liselerden mezun olan çocuklar hálá cehalet abidesi gibi ortalarda dolaşıyorlar ama zarar yok. Lisemiz var deniyordu ya...

"Her ile bir üniversite" modasını da 1992’de çıkarılan 3837 sayılı yasayla Afyon, Aydın, Balıkesir, Bolu, Çanakkale, Denizli, Hatay, Kars, Isparta, İzmir (Dokuz Eylül), Kahramanmaraş, Kırıkkale, Kocaeli, Kütahya, Manisa, Mersin, Muğla, Niğde, Sakarya, Şanlıurfa, Tokat ve Zonguldak’ta iki Yüksek Teknoloji Enstitüsü, 21 üniversitenin kurulması başlattı.

Yeni üniversiteler pek çok kimseyi memnun etti ama o arada fark edilmeyen bir nokta sonra anlaşıldı:

Bu 23 yeni kurumun başına getirilecek olan Kurucu Rektörler’in tayininde YÖK değil hükümet etkili olacaktı. Bir başka deyişle Kurucu Rektörler dört yerine sadece iki yıl süreyle görev yapacaklar, rektör tayininde normal olarak Yüksek Öğretim Kurulu tarafından cumhurbaşkanına sunulan 3 adaydan birini cumhurbaşkanının tayin etmesi gerekirken bu defa o yol izlenmeyecek, adayları hükümet belirleyecekti. Bunlardan uygun gördüğünü cumhurbaşkanı tayin edecekti.

Bu usul o zaman yani Turgut Özal’ın cumhurbaşkanlığı döneminde işledi. Çünkü yeni rektörlerde aranacak nitelikler konusunda cumhurbaşkanının, başbakanın ve Milli Eğitim bakanının bakışları uyumlu idi.

Nitekim bu 23 üniversite kurulduktan kısa bir süre sonra ülkenin orasından burasından "burada irtica yuvalandı" feryatları gelmeye başladı.

Bir kısmı daha önce kurulmuş üniversitelerin Özal tarafından getirilmiş rektörleri ile yeni kurulan bir kısım üniversitelerin marifetli rektörleri başlarında bulundukları yüksek öğretim kurumlarını giderek medreseleştiriyorlardı.

Anımsanacaktır, YÖK Başkanlığı’na Prof. Dr. Kemal Gürüz gelince bu tablo ile çok uğraşmak zorunda kaldı. Örneğin Cami-ül Ezher’de kaçak olarak okuyup gelen ama elinde "üniversite" ile denk bir diploması bulunmayan kişileri "öğretim görevlisi" olarak çalıştıran Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü’nü bu görevden uzaklaştırmak için anasından emdiği süt, burnundan geldi.

Şanlıurfa’daki Harran Üniversitesi’nin gericiliğiyle şöhret sahibi bir yöneticisini oradan uzaklaştırmak için vermedik mücadele kalmadı.

Marmara, Sütçü İmam, Manisa, Isparta’daki Süleyman Demirel üniversiteleri laik Türkiye için birer tehlike kaynağı haline dönüşmekteydi. Ama "üniversiteyi ele geçirme" mücadelesi hálá bitmedi.

Şimdi Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in "yoğurdu niçin üfleyerek yediğini" anlayabiliyor muyuz?
Yazarın Tüm Yazıları