Yine sözün bittiği yerdeyiz

PKK’nın iki gün içinde birbiri ardına gerçekleştirdiği menfur saldırılar, son dönemde ciddi bir tırmanmaya girmiş olan çatışmada örgütün Ankara’ya yöneltmiş olduğu bütün zamanların en şiddetli meydan okumalarından biridir.

PKK, hem polis hem de askeri birlikte hedef alabileceğini, kırsalda ve kentte aynı anda harekât yapabilme yeteneğine sahip olduğunu göstermiş oluyor.

TOPYEKÛN KIYAMET SENARYOSU MU

Bir kez daha kınamanın, lanetlemenin yetersiz kaldığı, sözün tükendiği bir noktada duruyoruz.
Ortadoğu’da Mısır ve Tunus gibi ülkelerde pekâlâ şiddet içermeyen yöntemlerle demokratik kazanımların elde edilebildiği bir dönemde, PKK aynı coğrafyada hâlâ geçen yüzyıldan kalma kanlı araçlarla sonuç alma niyetindedir.
PKK’nın Türk halkının ve karar vericilerin tahammül sınırlarını zorlamayı amaçladığı anlaşılıyor. Belli ki, toplumda daha büyük tepkileri kaşıyarak, içte Türk-Kürt çatışmasını da içeren topyekûn bir kıyamet senaryosunu hayata geçirmeyi hedefliyor örgüt.
Bu tür büyük saldırılar, yaratacağı tepkilerin boyutları açısından hükümetin manevra alanını da sınırlıyor. Bundan sonra atılacak en ufak adım bile teröre ödün verildiği görüntüsünü yaratabileceği için, hükümet muhtemelen daha katı davranacaktır. Bu durumun tetikleyeceği bir sonuç, içine girilmiş olan kısırdöngünün daha da büyümesi, çözümsüzlüğün kökleşmesidir.

30 YIL SONRA BAŞA DÖNMEK

Bu saldırılar karşısında üzüntümüz ne kadar büyük, ruh dünyamızın üzerine çöken infial duygusu ne kadar sarsıcı olursa olsun, aklın ve sağduyunun çizgisinden sapmamalı, çözümsüzlüğün bizi rehin almasına izin vermemeliyiz.
Ayrıca tepkilerimiz, bizi bugüne dek izlenen mücadele yöntemlerinin çözüm açısından sonuç getirmediği gerçeğiyle yüzleşmekten alıkoymamalıdır.
Türkiye, PKK ile askeri alanda yaklaşık 30 yıl süreyle mücadele ettikten, bu çerçevede toplumun refahı yönünde kullanabileceği muazzam kaynakları güvenliğe tahsis ettikten sonra, ne yazık ki yine başa dönmüş bulunuyor.
Üstelik, durumu geçmişe kıyasla daha ağır kılan koşullar da var. Şöyle ki, 1990’lı yıllarda güneydoğudaki çatışmalar sürerken, hayat ülkenin batısında çoğunluk bu olaylardan etkilenmeden normal bir şekilde yürümekteydi.
Oysa 1990’lı yılların özellikle ilk yarısında uygulanan köy boşaltma operasyonlarıyla birlikte bölgeden yüz binlerce insan ülkenin batısına göç etmiştir ve göç eden ailelerin genç kuşağı içinde azımsanmayacak bir kesim PKK hareketine sempati duymaktadır. Bu durum ülkenin batısında her an alevlenebilecek, provokasyona açık bir doku yaratıyor.

TOPLUMSAL BARIŞA DİKKAT

Ayrıca 1990’lı yıllara kıyasla önemli bir fark daha var. Bu, sürmekte olan çatışma konusunda ülkede iki ayrı dilin kullanılmakta oluşudur. Resmi söylemin ve toplumun çoğunluğunun uluslararası hukuka da uygun olarak “terör” olarak adlandırdığı şiddet içeren, ölüme yol açan fiiller, bugün tümü olmasa da Türkiye’deki Kürtlerin en azından bir kesiminin meşru gördüğü bir mücadele yöntemidir.
Toplumun çoğunluğunun “terör örgütünün başı” olarak gördüğü Abdullah Öcalan, ülkenin bazı bölgelerinde “önder” olarak kabul edilen, mitinglerde posterleri taşınan, kendisine sevgi duyulan bir şahsiyettir.
Burada karşımıza çıkan ikilik, Türkiye’de bir şeyin koptuğunu gösteriyor. PKK terörü sorunu ile Kürt sorunu arasındaki çizgiyi çekebilmek artık 1990’lı yıllarda olduğu kadar kolay değil.
Sorunun kazandığı bu boyutlar çözümü daha da zorlaştırıyor. Kabul edelim ki, mücadeleye 30 yıldır izlenen geleneksel yöntemlerle devam edilmesi halinde mutlak bir çözümün garantisi de görünmüyor.
Ankara cephesinde Amerika’nın bu yıl sonunda Irak’tan çekilecek olmasından yararlanıp, PKK’yı Kuzey Irak’taki barınaklarından çıkmaya zorlayarak tümüyle köşeye sıkıştırmaya dönük bir strateji uygulamaya konmuş bulunuyor.
Bu şekilde örgüte beklemediği ölçüde ağır bir darbe indirerek müzakere masasına zayıf bir noktada oturtma hesabı yapılıyor olabilir. Ancak hangi hesap geçerli olursa olsun, bu kez büyük kentlerde toplumsal barışın riske edilmesi olasılığı bulunduğu göz ardı edilmemelidir.
Kürt sorununa gerçekten çözüm arıyorsak, bunu ancak bugüne dek içinde kaldığımız çerçevenin dışına çıkarak başarabiliriz.
Yazarın Tüm Yazıları