Yetmez ama...

HSYK dört savcı ve bir emniyet müdürü hakkında inceleme kararı aldı:

Haberin Devamı

İstanbul Başsavcısı Turan Çolakkadı, son zamanlardaki önemli soruşturmaları yürüten savcılar Muammer Aktaş ve Oktay Erdoğan, Dubai seyahatiyle yeniden gündeme gelen Savcı Zekeriya Öz ve savcının adli kolluğa verdiği emri engellediği iddia edilen İstanbul Emniyet Müdürü Selami Altınok.
Şimdi ne olacak? Adliye müfettişleri bu şahıslar hakkında ‘inceleme’ yapacaklar; kanun ve teamüllere uygun mu, aykırı mı hareket ettiler diye.
Şimdi size bir sorum var: Bu incelemeyi yapacak olan müfettişleri Adalet Bakanı’nın yani yürütme erkinin belirlemesini ister misiniz? İstemezsiniz elbette.

12 EYLÜL SİSTEMİ

2010 referandumundan önce adliye müfettişleri Adalet Bakanlığı’na bağlıydı! Hâkim ve savcıların özlük işlerini yürüten adliye bürokrasisi de Adalet Bakanlığı’nın elindeydi.
12 Eylül Anayasası böyle bir sistem kurmuştu.
2010 referandumunda “hayır” çıksaydı, bugün İstanbul’a gönderilecek olan adliye müfettişlerini Adalet Bakanı belirleyebilecekti. Bakanın emrinde bir bürokrat olan Teftiş Kurulu Başkanı’na talimat vermesi yeterliydi.
Referandumda evet çıkmasıyla, teftiş işleri de adliye bürokrasisi de bakanlıktan yani yürütmenin elinden alındı, HSYK’ya devredildi. HSYK’da Teftiş ve soruşturma işleriyle görevli olan İkinci ve Üçüncü dairelerin toplantılarına Adalet Bakanı dinleyici olarak bile katılamaz. Daire üyeleri değişik kurumlardan seçilip gelmişlerdir, yürütme tarafından başka göreve atanamazlar, süreleri dolduğunda yargıçlık mesleğine dönerler.

YENİ HSYK


Referanduma giden günlerde, yeni düzenlemenin yargı bağımsızlığını geliştireceğini belirterek, aynen şöyle yazmıştım:
“Teftiş Kurulu’nun ve adli bürokrasinin bakanlıktan alınıp HSYK’ya verilmesi çok isabetlidir.” (Milliyet, 17 Mart 2010)
İsabetli olduğu bugün daha iyi görülüyor, müfettişleri bakanlık değil, HSYK Üçüncü Dairesi belirleyecek.
“Evet” dememin sebeplerinden biri buydu... Peki, “yetmez ama”sı neydi?..
HSYK’nın bağımsız kurul olarak, bakanın fikrini bile almadan özgürce verdiği bu “inceleme” kararını Adalet Bakanı veto edebilir! Hatta bazıları için incelemeyi onaylayıp bazılarını ‘kayırabilir!’
AB ilerleme raporlarında da HSYK düzenlemesi övülmüş, fakat yürütme erkine bu veto yetkisinin verilmesi eleştirilmişti.
Bağımsız kurulun inceleme kararı aldığı 5 kişi hakkında Bakan ayrım yaparsa, bunun kamuoyunda doğuracağı tepkiyi düşünün! Bunun adı “siyasi denetim”dir.
Ayrıca Bakan’ın öyle bir kararına karşı yargı yolu da açıktır. Kimlerin müfettiş olarak görevlendirileceği konusunda Bakan’ın hiçbir yetkisi yoktur, bunu da belirtelim.

HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ

2010 referandumunun getirdiği ve bugün çok gündemde olan başka bir düzenleme de Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkıdır. Yüce Mahkeme’nin üye yapısı da buna göre güçlendirildi. Kendimize soralım, iyi mi olmuş kötü mü?!
Elbette iyi oldu. Evrensel “adil yargılanma” kıstasları, Strasbourg’u dolaşmadan, daha kısa yoldan Türkiye’de hukuki bir denetim mekanizması haline geldi.
Burada eski Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in, yargı sistemimizi AB standartlarına yaklaştırmadaki çabalarını takdirle kaydetmek isterim.
2010 referandumu hakkında uzun analizler yapılabilir. Benim söylemek istediğim şu: Referandumlarda siyasi görüşlerle evet veya hayır demek normaldir. Fakat yargı konularında önceliğimiz hukuk olmalıdır. Hukukun evrensel prensipleri bütün siyasetlerden üstündür.

Yazarın Tüm Yazıları