Bursa’nın beni çağırdığını duyduğumda...

Güncelleme Tarihi:

Bursa’nın beni çağırdığını duyduğumda...
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 13, 2019 14:56

Çocuk gözünden mesafeler çok büyüktür. Çocukluğumda benim için de İstanbul’dan Bursa’ya gitmek uzun, meşakkatli bir yolculuğa çıkmak demekti. Önce o yıllarda oturduğumuz Sultanahmet semtinden Eminönü’ne inip, şehir hatları iskelesinden Yalova vapuruna binmek gerekirdi. Bazen de Mudanya üzerinden gidilirdi. Ardından deniz yolculuğu başlardı. Yalova’ya giderken şehir hatları vapurunun sanki adalara da uğradığını hatırlıyorum.

Haberin Devamı

Yalova’da vapurdan inince bu kez külüstür otobüslerle Bursa’ya doğru yolculuğun son aşaması başlardı. Yola koyulduktan sonra tepelerin aşılmasıyla birlikte birden önümüze yemyeşil Bursa Ovası çıkar ve hemen arkasında bütün heybetiyle Uludağ bizi karşılardı. Uçsuz bucaksız bir yeşillikti Bursa Ovası. Bursa’ya doğru yol almak biraz da yeşilin içinde kaybolmak duygusunu yaşamaktı...
Ve otobüs terminalinde indikten sonra dolmuşa binilip Setbaşı’ndaki İpekçilik Caddesi’ne, daha doğrusu İpekçilik yokuşuna doğru yola çıkılırdı. İpekçilik Caddesi dik bir yokuştu. Dedemlerin evi bu caddenin sağ tarafından Temenyerine’ne doğru açılan Küçük Aralık Sokak üzerindeydi.
Annemin teyzesi ise bir sokak yukarıda, köşesinde bugün Çelebi Mehmet Anadolu Lisesi’nin bulunduğu Eşrefiler Sokak’ta oturuyordu.
Akrabalarımızın çoğu o yıllarda bu civarda kümelenmişti. Hepsi Yugoslavya göçmeniydi. Bugün Makedonya sınırları içindeki Manastır’ın Ohri kasabasından Bursa’ya göç edip, yeni memleketlerinde yeni bir hayata başlamışlardı.
Benim için Bursa’da dedemlere gitmek bir başka dünyanın kapısından içeri girmek gibiydi. Bursa’ya seyahatin heyecanlarından biri evin komşu olduğu Temenyeri Parkı’na gidecek olmaktı. Parkın içinden aşağı doğru akan dere (Gökdere) evin bahçesinin hemen yanından geçiyordu.
Bir diğer heyecan konusu tabii teleferikle Uludağ’a çıkmaktı. Bir küçük çocuk için teleferiğin dura kalka dağa tırmanması bir macera filminin içinde yer almaktan farksızdı. Evet, içinde biraz korku da vardı teleferikle dağa çıkmanın.
Sonra İstanbul’a dönüş yolunda aynı olay tekrarlanırdı. Bursa Ovası’nın yeşilinin içinden geçip Yalova’ya gidilir ve ardından İstanbul’a doğru o yıllarda bana yine çok uzun görünen bir deniz yolculuğu bizi beklerdi. Bursa Ovası’nın yeşili yerini Marmara’nın lacivertine bırakırdı.
***
Bursa çocukluğumda tanıdığım ikinci şehirdi. İstanbul’da doğmuştum, bütün çocukluğum İstanbul’da geçmişti, ancak ailenin anne tarafından pek çok mensubu Bursa’da yaşadığı için bu şehirle hep yakın bir ilişkim olmuştu. Dolayısıyla benim ikinci şehrimdi, ikinci kimliğimdi.
Aslında aile öykümde her bakımdan çok özel bir yeri var Bursa’nın. Babamın ailesi İkinci Dünya Savaşı başlamadan önce yine Ohri’den Türkiye’ye göç ettiklerinde önce Bursa’ya gelmişler ve onlar da tesadüfe bakın ki yine Küçük Aralık Sokak’taki bir eve yerleşmişler. Babam ilkokula Bursa’da başlamıştı. 1936 ya da 1937 yılı olmalı. Gittiği okulun İpekçilik Caddesi’nin hemen girişinde o yıllarda faaliyet gösteren, sonradan kapanan Nilüfer İlkokulu olduğunu anlıyorum.
Gelgelelim babamın ailesinin önce Yugoslavya’ya geri dönüş, ardından Türkiye’ye ikinci kez gelip bu kez Ankara Kayaş’a yerleşme şeklinde devam eden macerası bir süre sonra İstanbul’da karar kılmalarıyla son bulmuştu.
Annem ise ailesiyle birlikte İkinci Dünya Savaşı’nı Ohri’de bütün sıkıntılarıyla yaşamıştı. Onlar da 1 Ocak 1954 tarihinde Üsküp’ten bir trene binip Türkiye’ye göç etmişlerdi. 1954 yılında 1 Ocak’ı 2 Ocak’a bağlayan gece yarısı Edirne’de sınırdan içeri adım atmışlardı.
2 Ocak 1954 günü İstanbul’da Sirkeci Garı’na bavullarıyla indiklerinde gitmeyi düşündükleri tek bir yer vardı; kendilerinden önce göç eden bütün akrabalarının yaşadığı, dolayısıyla kendilerini yabancı hissetmeyecekleri Bursa...
Ailenin çoğu sonradan İstanbul’a yerleşse de geride kalanlar üzerinden Bursa ile bağımız hiçbir zaman kopmadı, bugün de sürüyor. Çocukluğumuzdan itibaren büyüklerimizden Bursa ile ilgili dinlediğimiz olaylar, hikayeler ailedeki herkesin ortak hafızasında her zaman geniş bir yer tuttu. Örneğin, 1958’deki Bursa Kapalı Çarşı Yangını bunlardan biriydi.
Bursa, kendi ailemin her iki kanadı da dahil olmak üzere Balkanlar’dan göç edenler için her zaman Türkiye’deki ilk yerleşilen, ilk mesken tutulan şehirlerden biri oldu. Aslında bu yönüyle Anadolu coğrafyası içindeki ikinci bir Rumeli’ydi Bursa. Yeni misafirlerine her zaman alicenaplıkla davrandı, onları kucakladı, kendisinden kabul etti bu şehir.
***
İşte bütün bu nedenlerle Bursa benim için kıymetlidir. Kendi yaşam öykümde çocukluk yıllarında yolum bu şehirden sıkça geçtiği ve o da beni sevecenlikle bağrına bastığı için üzerimde izleri olan özel bir şehirdir.
Nasıl bazı dostlukların yerini başka hiçbir şey tutmazsa, bu durum insanların bazı şehirlerle ilişkilerinde de geçerlidir. Bazı şehirlerle insanlar arasında büyülü bir bağ kurulur ve o bağ tüm hayat boyu devam eder.
Hürriyet’in Bursa Eki’nin 15. yıldönümü için yazı yazmak üzere bilgisayarın başına oturduğumda aslında bambaşka şeyler yazmayı tasarlıyordum; ama bakın bu şehirle aramdaki bağlar beni alıp nerelere getirdi.
Bazen Bursa’nın beni çağırdığını işitirim, hep o büyüdendir...

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!