Yeni yıla ıslak giriş

Yeni yıla ıslak giriyoruz, orta ve batı bölgelerde yağışlar etkili olacak. Normallerin üzerindeki sıcaklıklar, kesin olmamakla beraber, ocak ayının 3 ya da 4’ünden itibaren düşüşe geçiyor. Kış mevsiminde olduğumuzu tekrar hatırlatacak gibi.

Yeni yıla nasıl girilir ise yıl öyle geçer derler. Bu inanış doğru çıkıyor ise eğer biz bu yağışları ‘bereket’ olarak adlandırmak istiyoruz. Zira yeni yıla ıslak giriyoruz, orta ve batı bölgelerinde yağışlar etkili olacak. Normallerin üzerindeki sıcaklıklar, kesin olmamakla beraber ocak ayının 3 ya da 4’ünden itibaren düşüşe geçiyor. Kış mevsiminde olduğumuzu tekrar hatırlatacak gibi.

Geçtiğimiz hafta Asya’da yüzyılın felaketi yaşandı ve depremle beraber akıllara gelen ilk soru hava ile deprem arasında bir ilişki var mı? Yeraltı sarsıntıları, radyoaktif bölünmeler, gaz sıkışmaları, bunlar aklın alamayacağı bir güç. Öte yandan koca atmosfer, bir siklonun gücü, kimi zaman atom bombasının bin katı gücünde olabiliyor. Bu iki güç arasında bir bağ olmadığını söylemek bana doğru olur gibi gelmiyor. Ama şimdilik söylenecek şu: ‘Şu ana kadar bulunmuş bir bağ yok!!!’

*

Dört milyar yaşındaki ihtiyar dünyamız gerçekten hasta. (Bu arada ‘ihtiyar dünyamız’ diyoruz ama neye ya da kime göre ihtiyar, eğer bize göreyse, 48 saat yaşayan bir kelebek için de 20 yaşında genç bir insan ihtiyar sayılır, örnekleri sıralamak mümkün ama bu geyiğin devamını kendi aranızda devam ettirmeniz için burada kesiyorum). Dünyamızın ateşi var. Bu tanımlama aslında bire bir gerçek. Ateşimiz çıktığında vücudumuz farklı farklı tepkiler veriyor değil mi? Bir üşüyoruz, hatta titreriz, vücudumuzu soğutmamız gerekirken üzerimize battaniye alma ihtiyacı hissediyoruz. Bazen de sıcak basıyor, buz gibi bir mermer üzerinde yatsak bile sanki bir keçe sürtünüyor da sırtımız yakıyor gibi hissederiz. Atmosfer de aynen böyle hislerle tepkilerini oluşturuyor, farklı reaksiyonlar veriyor. 2000-2001-2002 yazlarını hatırlıyor musunuz? O dönemde Avrupa’dan sıcağa bağlı ölüm haberleri geliyordu. Öyle ki yalnızca Fransa’da sıcağa bağlı ölümler 15.000’i aşmış, Avrupa’nın tamamında ise 30.000’e ulaşmıştı. Marmara’da bile sıcaklıklar 35-36 derecelere oturmuştu. Güney’de ateş 40 derecenin altına inmiyordu. İki yazdır ise ne bir sıcak ne bir şey. Hele kışlar tersine, 3 yıldır Türkiye sık rastlamadığı sertlikte kışlar ile yüz yüze kaldı. Bu yıl ise kışı adamakıllı hissedemedik batı bölgelerde. (Bu arada konusu gelmişken, ocak ve şubat aylarına çok güvenmeyin!) Konunun özü; küresel ısınma salt ısınma değil, bazı dengelerin bozulması ve mevcut hava koşullarının uç noktalara taşınıp sıradışı bir hal alması anlamına geliyor. Örneğin Türkiye, hem kuraklık yaşayan, hem de yağış alan bir ülke, bu meteorolojik olaylar uç noktalara gidiyor ve çölleşmeye doğru gidişin yanında ani sağanaklar ile seller meydana geliyor.

Bu durum düzelmez mi? Birtakım arızalar yaşatarak ve arızalar bırakarak düzelebilir. Zamanı ise bir muamma. Çünkü nasılki ateşi çıkan bir hasta önce temiz bir yere alınır, ama temiz yere alınması ateşinin düşmesi için yeterli olmaz, bizim de atmosferi şu andan itibaren kirletmememiz, sera gazlarını yaymamamız küresel ısınmanın tersine döneceği anlamına gelmiyor. Maalesef biz frene basmak bir yana daha ‘ayağımızı gazdan çekelim mi, çekmeyelim mi?’ tereddüdündeyiz.

Şu anda ne olduğunu anlayamadığımız, ad vermekte sıkıntı yaşadığımız, ne bahar ne de kış diyebildiğimiz mevsimin nedeni de aslında bir yerde küresel ısınma. Bundan sonra yaşanacak hava olaylarında da beklentiniz yalnızca sıcak olmasın, hatta hiç beklentiniz olmasa daha iyi, zira amiyane tabir ile ‘hava kafasına göre takılmayı sürdürecek’, en azından bir süre.
Yazarın Tüm Yazıları