Yazmasam olmazdı

NE yani?

Biz burada Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’a, ağzımızı doldurarak “General... General... İstifa etmen bile seni kurtarmaz” falan diye üst perdeden racon keseceğiz...

Haberin Devamı

Refiklerimiz “Paşa paşa istifa et” diye başlıklar atacak...


Ama buna mukabil...


Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, işadamı Remzi Gür ile yaptığı ve kayıtları bir basın toplantısıyla kamuoyuna açıklanan telefon görüşmesinin virgülünden bile söz etmeyeceğiz...


Öyle mi?


Dünyanın her medeni ülkesinde “haber değeri” tartışılmaz bir olayın, Hürriyet dahil, Türkiye matbuatında tek harf bile yer bulamaması karşısında...


Susup oturacak mıyız?


Tabii ki hayır!

 

* * *


Olay şudur:


Doğu Perinçek
’in İşçi Partisi, geçtiğimiz günlerde bir basın toplantısı düzenleyerek, Başbakan Tayyip Erdoğan ile işadamı Remzi Gür arasında geçen bir telefon görüşmesinin kayıtlarını açıkladı...


Birileri şimdi “Ama İşçi Partisi karanlık bir odaktır” falan diyebilir.


Ama bu birileri unutmamalıdır ki...


Ağızlar sulanarak ve bin bir vaveyla ile internette yayınlanan “ortam dinlemeleri” ya da “telefon kayıtları” da, masum mu masum “beyaz odaklar”ın işi
değildi.


Yani mesele “karanlık odak” meselesi ise, o zaman da “karanlık odak” söz konusuydu...


Neyse...


Biz olaya geçelim...

 

Haberin Devamı

Açıklanan telefon görüşmesinde Başbakan Erdoğan, işadamı Remzi Gür’den bir ricada bulunuyor.


Amerika’da yaşayan kızının maddi sıkıntısını dile getiriyor ve “20-25 binlik” bir yardım talep ediyor.


İşadamı Remzi Gür de “Tamam, olur efendim... Siz merak etmeyin” diyor...


Soruyorum:


Bu bir “haber” değil midir?


Deniz Baykal
’ın ta 12 Eylül döneminde Bülent Ersoy’dan talep ettiği iddia edilen “avukatlık ücreti”ni bile haftalarca kalemine dolamış bizler, memleketin Başbakanı ile memleketin bir işadamı arasında geçen telefon görüşmesine hiç değinemeyecek miyiz?


Başbakan’a telefon görüşmesinin gerçekliğini, eğer gerçekse “20-25”in anlamını, bu görüşmenin siyasi etik açısından durumunu soramayacak mıyız?


Hadi Başbakan’a soramıyoruz...


İşadamı Remzi Gür’ü de mi sıkıştıramayacağız?

 

* * *


Türkiye nasıl güzelleşir biliyor musunuz?


Kimseden korkmadan, çekinmeden, ürkmeden, tırsmadan...


Soruların sorulduğu, yazıların yazıldığı, eleştirinin yapıldığı, seslerin çıkarıldığı, haberlerin patlatıldığı bir ülke olduğu zaman...


Nasıl ki...


İlker Başbuğ
’a dokunulamayıp sadece Tayyip Erdoğan’a dokunulabilen bir memleketi boğucu ve kasvetli buluyor idiysek...


Tayyip Erdoğan
’a dokunulamayıp sadece İlker Başbuğ’a dokunulabilen bir memleketi de o oranda boğucu ve kasvetli bulmamız gerekir...


Deniz Baykal
’ın 40 yıllık mazisini didik didik etmenin ve deşmenin alabildiğine serbest, Tayyip Erdoğan’ın mazisinden istikbaline bir çift laf etmenin
alabildiğine riskli sayıldığı bir memlekette yaşamak istemem doğrusu...


Unutmayın ki...


Başbakan’ına laf söylenmeyen bir ülke...


Bütün kararların oybirliğiyle alındığı “renkli” ama maalesef “tek sesli” parlamentoya sahip olan Pakistan’a döner...


“Hafazanallah”
diyorum, başka bir şey demiyorum... 

İkisinin de yanıtı var

 

SORU: İrtica ile mücadele ne zamandan beri suç oldu?

CEVAP: İrtica diye yasalarda tanımlanmış bir suç yoktur. Zaten olsa bile bu görev, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bünyesinde yapılanmış bir odağın, iftira atarak, komplo kurarak, kara çalarak, fitne çıkararak yapacağı bir iş olamaz.

 

* * *


SORU: Tam da hükümetin “Kürt Açılımı” nedeniyle zor duruma düştüğü bir dönemde bu belgenin ortaya çıkması manidar değil mi?


CEVAP:
Manidar, manidar olmasına ama ortaya çıkan belge o kadar vahim ki, bu türden kuşkuları ikinci plana itiyor... Çünkü adama, “Tamam zamanlaması manidar ama sen şimdi bırak zamanlamayı da içeriğe bak” derler...

 

Bir şairle yazışma

 

Şair Seyhan Erözçelik’ten bir mail aldım...

Şöyle diyor:


“Ahmet Hakan Bey, Ümit Besen nereden gündeme geldi, bilemiyorum. Stilin yaratıcısı Ferdi Özbeğen’dir. Benim fikrim şudur: Ümit Besen onun eline su bile dökemez. Bu, benim fikrim... Ve iletiyorum... SEYHAN ERÖZÇELİK”.

 

* * *


Mail’i alır almaz, hemen yanıtımı yazdım:

Haberin Devamı


“Lise ikideydim galiba... Bezgin bir Ege kasabası... Nüfus 6 bini geçmez. Ayazda bir akşamüzeri can sıkıntısından patlamak üzereyken ve içimde platonik volkanlar patlarken, eski usul kasaba pastanesinden yükselen melodiye kulak kesildim. ‘Çakıl taşları / Gönlümün yasları / Gözlerim hep yaşlı’... Ümit Besen söylüyordu... Bu fazlasıyla ritmik ve basit piyasa şarkısı, can evimden vurmuştu beni... O anda anladım ki konjonktür şarkılar için de bir anlam ifade ediyormuş. Sevgilerimle...” 

Yazarın Tüm Yazıları