Yazı yazın, baştan çıkarın!

Ayşe ARMAN
Haberin Devamı

Böyle de zarif bir insanım...

Kadın okurlarımdan biri, diyelim ki N.B, bilinmeyen bir sebeple Alman Hastanesi doktorlarından diyelim ki Dr. M.O’nun verdiği bir kardiyoloji konferansına katılıyor. N.B, sekiz numara miyop, sevimli ama göbekli (dördüncü torununa yeni sahip olmuş) bir ‘dede kardiyalog‘ tarafından ‘aydınlanmayı‘ beklerken, o ne, küt diye karşısına otuzlarında uzun boylu, enfes sesli, enfes bedenli bir yaratık çıkıyor.

N.B de bu söz konusu kardiyoloğu, Allah sizi inandırsın çok ama çok beğeniyor. Ve yemiyor, içmiyor o gün olanları tüm ayrıntılarıyla A.A‘ya (o ben oluyorum) bir faks çekerek anlatıyor. Çünkü biliyor ki ben halden anlarım, yazısını yayınlayacağım. O da na yapacak? Doğal olarak bir şekilde Alman Hastanesi‘nin söz konusu yakışıklı kardiyoloğuna bir şekilde ulaştıracak.

Bu yeni tür okurları ben çok seviyorum.

Çünkü bir tür üslup geliştirip, çok hoş şeyler yazıyorlar.

Ve yazdıklarıyla benim köşemi gönüllü olarak onlara ayaracağımı biliyorlar.

Onlara değer!

Kolay gelsin, N.B.

Umarım adamı tavlamayı başarırsın...

* * *

Yarı kel bir erkek, önce omuriliğime sonra tüm sinir uçlarıma ve nodüllerime yüksek voltajda şehir cereyanı verebilsin...

Ee vallahi pes yani!

Yaşlı gözlüklü bir kalp doktoru bekliyordum.

İzleyici koltuğuna istemeye istemeye, hatta oflaya püfleye yerleşirken. Kendime en fazla yirmi dakika zaman tanımıştım bu konferansa tahammül etmek için.

* * *

Kapıdan otuz yaşlarında, uzun boylu, atletik vücutlu, mankenlere taş çıkarırcasına yürüyen, upuzun bacaklı biri girince şaşırdım.

Yüzüne baştan çıkarıcı bir gülümseme oturtup da gelmişti ve anlaşılan ne olduğunun farkındaydı arkadaş.

Sandalyeye oturdu, cep telefonunu masaya koydu, ceketini çıkardı. Bu arada, salondaki altmış yaş üzerindeki popülasyona ve aralarına tek tek serpiştirilmiş genç kadın azınlığına, olmayan bıyıklarının altından ‘Görün bakalım, sizi nasıl darmadağın edecem’ der gibi süzüyordu.

Ceketini çıkarıp, beyaz gömleği ve borda kravıtıyla kaldığında ben çoktan darmadağın olmuştum.

Bir erkete onu dayanılmaz kılan şey:

a) beyaz, ütülü, temiz bir gömlek

b) kravat

c) ve takım elbise

Hiçbir kadın bunun sarsıcı ve baştan çıkarıcı etkisini yalanlayamaz.

* * *

Konuşma başladı.

İnsanlar da soru bonbardımanına...

Ama ben konuşulanların hiçbirini duymadım. İçimde Balkan‘lardan beynime gelen yüksek bir basınç dalgası vardı ve kulaklarımı işitmez, dilimi konuşamaz hale getirmişti. Sadece gözüm görüyordu. Canlılığa dair bende başka hiçbir kıpırtı yoktu. Tam birbuçuk saat sağ bacağımı, sol bacağımın üzerine atıp oturduğumu ve hiç kıpırdamadığımı, konferans bittiğinde sol bacağım uyuşmuş artık, onu hissetmediğinde anlamıştım.

Gözlerim ellerine takılmış, onlarla birlikte havada dairesel hareketler çiziyor, birbirine kenetleniyor, kravatını yerleştiriyor, pantalonunu düzeltiyordu. Ağzı hareket ediyordu, benim nedense duyamadığım bir şeyler anlatıyordu. Elleri hareketsiz olan zamanlarda gözüm mütamadiyen gri pantalonunun o muhteşem, daracık kalçalarına hokka gibi oturuşunun nasıl bir konfeksiyon başarısı olduğunu onaylıyordu.

‘Türkiye seninle gurur duyuyor, yavruuum!’ diye haykırmak içimden geldiyse de, zaten dilim tutulmuş olduğu için böyle bir çılgınlık yapma şansım kalmamıştı. Ses tonu acayip etkileyeciydi. Kalp hastalıklarını iyi bildiği sorulara verdiği kesin ve kendinden emin yanıtlardan anlamak mümkündü.

Ama bence kendisi de kalpta hastalık yaratacak bir unsurdu.

* * *

Orta yaşı çoktan geçmiş, menapoza bir kala durumunda kendini genç ve güzel göstermeye çalışan bir kadının ayağa kalkıp kırıta kırıta kendini genç kızlardan daha hızlı koşabilecek bir performansa sahip göstermeye çalışmasının altında yatan gerçeğin ‘Bak bende hala iş var, istersen bir deneyelim‘ mesajı olduğunu havada kapıp ‘belirli yaşın üzerindeki insanların spor yaparken mutlaka doktor kontrolünde olmaları gerektiğini‘ cevabıyla şap‘a oturtmasını yüreğimin yağlarını zevkle erite erite seyrettim.

Kadın arada bırakılmışlığın tatminsizliği içinde bir sonraki soruyu bile beklemeden konuşmacının önünden süratle kalkıp gitti.

Allaaah heyecanlı olmaya başladı!

Demek ki, bu hatunların çoğu da benim gibi etkilenmişti ondan.

Rekabete bayılırım, acayip kamçılar beni!

* * *

Ömründe iki yol vardı.

Birincisini seçersem kendimi tanıtacak ve tanışacak, kartını alıp kartımı verecek, daha sonra da bir kaç gün içinde sol göğsümde aniden bir ağrı hissedip ambulansla Alman Hastanesi‘ne taşınacaktım.

Ama bu yol çok banaldı.

Zaten diğer kaknem akbabalar için bu tercih edilecek yegane yoldu.

İkinci yolu tercih etmeliydim.

İkinci yol benim serbest ve patika yolum. Bana özgü. Durumun içeriğine uygun cümleleri özgürce yaratabileceğim trafikten arınmış yol.

Heh heh hee!

Böyle pis pis güldüğümde kendimi çok seviyorum. Hem de yüksek sesle, ‘Ah Tanrım kendimi çok seviyorum!‘ deyip de içimdeki beni bir güzel şımartıyorum. Bu kez bunu yüksek sesle diyemem kendime, sadece sağ yanımdaki yaşlı hanım konferansın başında kulaklarının duymadığını söylediği halde, eğilip ‘Neden güldünüz küçük hanım?‘ diye sorunca ne kadar sesli güldüğümü birden farkettim.

Yazarın Tüm Yazıları