Yonca Tokbaş - Kelebek
Yonca Tokbaş - Kelebek
Yonca Tokbaş - KelebekYazarın Tüm Yazıları

Reklam etkisi

 Mine, henüz 4 yaşında. Dedesiyle babaannesine gidiyor, sohbet muhabbet vesaire derken dönüp “Reklamlardaki o kremden alıp sürün de azıcık gençleşin. Ben sizi hep yaşlı gördüm, biraz da gençliğinizi göreyim. Hatta biraz hoplayın zıplayın genç olun” diyor.

Haberin Devamı

Hem çok güldüm, hem etkilendim.
Çocuk haklı.
Reklamlara bakarsan al, sür, yat kalk ve mucize!
Ölümsüzlüğe bile tek çare o krem sanki. Kremi sürmeyi bırak yersin.
O derece.
Saçını o şampuanla yıkadın mı, metrelerce uzun ve kesin pırıl pırıl.
Neredeyse her şeyi başarmanın ve mutluluğun tek sırrı da yediğin o bilmem neli üründe.
Memleket hijyenle, yıkamakla, silmekle aklını bozmuş durumda; ama herkes hasta.
Yıkamaktan, temizlemekten, sürmekten, almaktan hayatı yaşamaya ne para, ne de hâl kalmış bence.
Reklamlar ve reklamların üzerimizdeki etkisi beni benden alıyor.
Öyle gerçek dışı, öyle kendi gerçeğimize uzak bir reklam olayı var ki, düşüncelere dalıyorum.
Kendimizi, toplumumuzu hiç tanımadığımızı reklamlardan anlıyorum. Gerçi bu Türkiye’ye has değil. Geçenlerde denk geldiğim bir Hint reklamına da önce güldüm, sonra “olamaz” dedim.
Herhangi bir deterjan reklamı olsun.
Hedef kitle veya o deterjanı birebir kullanan kesim ile reklamdaki tiplemenin yakından uzaktan alakası yok.
Reklamda o deterjanla bulaşığı yıkamakta olan kadın, tipiyle, giyim kuşamıyla ve eviyle, evde bulaşıkları aslen bir yardımcının yıkadığına dair ipucu veriyor. Ama sanırsın ki, o kadın her sabah, öğle, akşam bulaşıkları kendi yıkıyor.
Arkadaşlar bu nasıl bir yalan dünya?
Aslında ben buradan yola çıkarak bize dair başka bir şeyi görüyorum.
Kendimize uzağız. Gerçi uzak olasımız da var.
Komşumuza, mahallemize, yan mahalledeki hayatlara daha da uzağız.
Ne büyük şehirlerdeki gerçekten, ne de kırsaldan haberimiz var.
Oturduğumuz yerde kendimizi kandırırken, bir de üzerine, üstümüze dökülen bu sanal gerçeklerle yıkanmaktayız.
Taktın Yonca demeyin.
Takmak değil benimkisi.
Biz koca koca büyüklerin gözü bu kadar boyanmışsa, kendi gerçeğine bu kadar uzak bir kurgu içinde yaşamaya alışmışsa, el kadar çocuklar ne yapsın?
Snapchat’te kendini o pürüzsüz ciltle gören bir insan bir daha kendini aynada görmek ister mi?
Sohbet dediğin şeyin, mesajı 10 kere yaz sil, düzelt ve öyle yolladan ibaret olduğu, yüzündeki, sesindeki duygunun olmadığı, surat ifadeni bir ekranın arkasına saklayıp dilediğin kadar 2 yüzlü olabildiğin, hatta duygun yerine bir “emoji”nin kullanıldığı bir dünyada, karşılıklı ve yüz yüze gelince konuşacak iki kelimenin kalmaması veya hayal kırıklıklarının artması şaşırtıcı mı sizce?
İlk insanların mağara duvarlarındaki yazılara geri döndük.
Kalp, gülen surat, alkış.
Yüzündeki kırışığa filtre, olmadı krem; saçını uzatmak için o şampuan, olmadı fotoşop.
Uzun ipek saten elbisen ve stilettolarınla başla bulaşık yıkamaya, nasıl olsa yağlar çıkar anında. Manikürün hiç bozulmaz asla.
Çok bunalırsan ve canın o yakışıklı adamı isterse al bir dondurma.
Arkadaşınla sokakta sohbet ederek yürümek varken, otur halının dibine çöken mikroskobik kiri ayıkla.
Arkadaşlar, ayılın.
Gerçek; o tv denen kutuyu kapatıp sokağa çıkıp nefes aldığında...
Üstelik bedava.
Yonca
“dokundurucu”

Yazarın Tüm Yazıları