Yasemin Candemir

Güzellik 'Gezegensel Kriz' Çıkarma Noktasında!

26 Temmuz 2019
Süslü paketlerle güzellik ürünleri dükkan raflarından sizinle flört ediyor ve müthiş kokularıyla sizi içeri sürüklüyor. Satın alıp, paketleme aşamasına geldiğinizde selofanlar, özel dokulu, lüks karton kutular ve hatta kurdelelerle size sunuluyor. Güzellik malzemelerinin görünüşü, kokusu, dokusu kadar nasıl sunulduğu da hepimiz için çok önemli.

Oysa her yıl küresel kozmetik endüstrisi tarafından 120 milyardan fazla ürünün paketlendiğini biliyor musunuz? Parfümleri, serumları, nemlendiricileri saran kartonlar için her yıl minimum 18 milyon dönümlük orman kesiliyor. Zero Waste Week’in paylaştığı rakamlar 2050 yılına kadar 35 bin Empire State binası kadar çöpün, artı 12 milyar ton plastiğin güzellik ürünleri sayesinde olacağını hatırlatıyor. Birleşmiş Milletler durumu 'gezegensel kriz' olarak nitelendiriyor.

Kozmetik ürünlerde plastik parçalar sadece ambalajlarda bulunmuyor. Diş macunu dahil pek çok ürünün içinde mikro parçacık olarak yer alıyorlar. Geçen yıl İngiltere’de bu plastik parçacıkların, ürünlerin içinde kullanımı tamamen yasaklandı. Darısı bizim yani Türkiye’nin başına. Çevre dostu ambalaj kullanımı (geri dönüştürülebilen) pek çok ülkede zorunlu hale getirildi.

Geri dönüştürmenin güzelliği

Bambu ve deniz yosunlarından üretilen paketler, güzelliğin yarattığı çevre sorunsalına bir nebze de olsa çözüm getiriyor. Hepimizin biten şampuanları, nemlendiricileri çöpe değil, atık dönüştürme merkezlerine iletebilmemiz gerekiyor. Geri dönüşüm konusunda canla, başla çalışacak vakıflara, derneklere ihtiyaç var ama henüz kimse elini taşın altına koymuyor.

Dünyada kar amacı gütmeyen vakıflar, markalarla çalışarak boş ambalaj getirenlere puan veriyor ve bir sonraki alışverişinde indirim sağlıyor.

Vücut bakım ürünleri büyük boy kutularda satıldığından, bu kutuları uzun süre kullanabilmek geri dönüştürmekten daha büyük önem taşıyor. Bu yüzden L’Occitane, Souper Duper gibi az sayıda marka yedek eko paketler satarak tekrar büyük ambalaj satın almamanızı ve kutunun içini doldurmanızı sağlıyor. Markaların bir kısmı ise eko girişimlerinin çekiciliğini artırmak için teşvikler kullanıyor: En azından yüzde 10 indirim kuponu veriyor.

National Geographic’e göre plastik ambalajların miktarı, 1960’tan bu yana 120 kattan fazla arttı. Bu atıkların dünya genelinde yüzde 70’i, geri dönüştürülmeden çöp atık alanlarını boyluyor. Sorumluluk sadece markaların değil, siz de bulaşık deterjanı kutuları, şampuan şişeleri hatta boş diş macunlarını bile geri dönüşüm için çöp kutunuzdan ayırmak zorundasınız.

YASEMİN CANDEMİR

Yazının Devamını Oku

Yeni Trend; Yemek Yeme Takıntıları...

16 Temmuz 2019
Bu bir psikolog ve danışan yazısıdır. İsimler bizde saklı tutulmuştur. Okuyun çevrenizdeki kaç kişi aynı durumda? Yakın gelen örnekleri bizimle paylaşırsanız danışan cevabı ile birlikte size de geri dönüş yapabiliriz.

Soru; Bir yıldır kız arkadaşımla birlikteyim ve onu sevmeme rağmen, bazı günler ondan yeme alışkanlıklarından ayrılmayı düşünüyorum.

Ne yiyeceği ve ne yiyemeyeceği ile ilgili çok fazla kriter var ve bunun bir şekli yok, fakat hepsine çok fazla kısıtlama getiriyor. Örneğin kızarmış peynir istiyor ve biraz daha az pişmiş veya daha fazla kahverengi gelmiş ise hayat bin an da cehenneme dönebilir. Porsiyonları her zaman eşit olmak zorunda. Bir tencerede et parçalarını sayacak kadar ileri gidiyor. Ayrıca restoranlarda sipariş verme konusunda aşırı endişe yaşıyor. İlk önce masadaki herkesin ne alacağını bilmeden sipariş vermiyor. Ve hiçbir şeye alerjisi olmasa da, yemeğin içinde detay detay neler olduğunu öğrenmek için garsonu test ediyor. Emir verdikten sonra, beğenip beğenmeyeceği konusunda endişe duyuyor. Eğer yediklerinden hoşlanmazsa, bütün geceyi hem kendine hem bana eziyet edecek kadar mahvediyor. Bu konuda ne yapmalıyım?

Cevap; Bunu yeme alışkanlıkları ile çerçevelemişsiniz ama kız arkadaşınız muhtemelen ciddi, tedavi edilmemiş bir kişilik bozukluğu problemi yaşıyor. Siz bu problemleri birebir yaşamak zorunda kalan ama çare bulamayan minik bir karaktersiniz aslında. Sorunu ona aynen anlatın. Çözülmezse ayrılın ve bir psikoloğa gitmesini salık verin. Temel yaşam fonksiyonu olan yemek yemek, günümüzde çeşitli nedenler (ruhsal ve fiziksel endişeler) nedeniyle hayatın merkezi olarak görülme eğiliminde. Oysa yemek bir amaç değil araç.

Mutlaka glütensiz olmalı!

Soru: Arkadaşımla ne zaman yemeğe çıksam glütensiz restoran arıyoruz. Bu yüzden oturduğumuz her mekan ciddi bir mönü kontrolünden geçiyor. Utanmasa mutfağa gidip denetleyecek. İşin enteresan yanı glüten alerjisinin olmaması. Bu normal mi? Çünkü artık onunla sadece bir şeyler içmek için buluşmak istiyorum.

Cevap: Glutensiz, organik, hormonsuz, GDO’suz yiyeceklere erişme isteği ve gerekirse aç kalma hali sadece yemek yeme bozukluğu ile açıklanamaz. İnternet, sosyal medya bağımlılığı, kişilik kaybı, kendine güvensizlikle edinilen misyonlarla açıklanabilir. Yemek yemek bu kişiler için açlığı giderme, zevk alma halinden çok kabusa dönüşebilir. Kendisine bir iyilik yapmasını ve bir diyetisyenle görüşmesini salık verebilir, yanı sıra terapi için onu ikna edebilirsiniz.

Glutensiz gıdalar, organik sertifikası almadan kendisini organik ilan eden sebzeler o kadar popüler oldu ki, normal bir çavdarlı ekmeği zeytinyağına batırıp yiyen bir sosyal medya fenomeni görmeniz imkansız. Intolerans testlerinin büyük bir çoğunluğu gluten alerjisi konusunda doğruyu yansıtmıyor. Gerçek çölyak hastaları toplumun sadece yüzde 1’ini oluşturuyor. Glutensiz gibi satılan paketli gıdaların büyük bir kısmı yarardan çok zarar getirecek maddelere sahip. Prof. Dr. Osman Müftüoğlu’nun dediği gibi, “Ciddi bir glüten intoleransı veya çölyak hastalığı söz konusu değilse ‘sıfır glütenli beslenme’de ısrar etmenin de bir anlamı yok.” Ayrıca buğdaydan gelen gıdaları almazsak B12 eksikliği yaşamak ve dolayısıyla unutkanlık, yorgunluk, denge bozukluğu, uyuşma, kaslarda yorgunluk, iştah bozukluğu yaşanması son derece doğal. Siz iyisi mi tarafınızı trendlerden, sosyal medya eğilimlerinden tarafa değil, doğal olandan yana koyun…

YASEMİN CANDEMİR

Yazının Devamını Oku

Eyvah! Ya Doğru İnsanı Bulamazsam!

3 Temmuz 2019
Bu aralar birlikte vakit geçirdiğim terapistlerin çoğu, danışanlarının sonsuza dek yalnız kalacaklarından endişe ettiklerini anlatıyor.

Örneğin Gül Ayman, yalnız kalmaktan korkmaya ilk kez 20'li yaşların ortasındayken başlayanlardan. Terapiye de bu nedenle başlamış ama aradan üç yıl geçtiği halde hala bekar. “Birileri ile tanışıyorsun ya da arkadaşların tanıştırıyor. Ama ciddi bir noktaya asla gelemiyorsun ve sonunda bunun senin suçun olduğunu düşünmeye başlıyorsun” diyor sık sık.

Ayman, “Toplum, kadınlara eşimiz olmadan tamamlanamayacağımızı söylüyor. Bunun ne kadar yanlış ve cinsiyetçi olduğunu şimdi görebiliyorum. Üzerimdeki sosyal baskıyı, kendi kız arkadaşlarımın ciddi ilişkilerini gördükçe ‘Doğru birini hiç bulamayacak olma’ korkusu tüm hayatımı mahvediyor” diye de ekliyor.

İki yıldır terapi gören Tülay Sezer ise sözlerine “20'li yıllarımın çoğunu mükemmel ortağı asla bulamayacağımı söyleyerek geçirdim” diye başlıyor. Arkadaşlarının bir kısmının kendisi gibi ilişkiler konusunda çok ihtiyatlı davrandığını, kiminin evlenmeyi rafa kaldırdığını, kiminin ise doğru kişiyi bulma yolunda mücadele vermeye devam ettiğini anlatıyor. Terapistlerde danışanlarına genellikle “Mücadeleye ve arayışa devam” kodlaması yapıyor.

Sorunun toplumun geneline yayıldığını belirten Terapist Yıldız Çakar, “Kültürümüzde bekar olmanın, kişinin yaptıklarını yansıttığına, olumsuz davranışların bir sonucu olduğuna dair köklü bir inanç var. ‘Galiba yeterince iyi değilim’ sözlerini danışanlarımdan daha çok duyar oldum. Kendine karşı nefret etmeye varan bu düşünce biçimi en çok da biz terapistleri korkutuyor” diyor.

Terapistler bu yüzden, “Hepimiz bekar ve mutsuz danışanlara özellikle arkadaşlarına yatırım yapmasını salık veriyor. Sosyal ihtiyaçları karşılamanın ve kendine güvenen bir birey olarak devam edebilmenin en doğru yolu iyi arkadaşlardan geçiyor. Fiziksel dokunuşu özlüyorsanız, iyi bir arkadaşın kucaklaşması harikalar yaratıyor.

Uzman Klinik Psikolog Mehmet Başkak’a göre, kadınlar yalnız yaşarken ilgilendikleri şeyler için daha fazla zamanları olurken, erkekler bir kadınlar yaşadıklarında sevdikleri şeyleri yapmak için zamanı daha iyi kullanabiliyorlar. Bu yüzden yalnızlığın özellikle kadınlara müthiş verimlilik kattığını unutmamak ve arkadaşlarına özel bir önem vermeleri gerektiğini hatırlatmak gerekiyor.

Not: Danışan isimleri değiştirilmiştir…

Yazının Devamını Oku

Lider mi Olacaksın, Ayak Takımı mı?

17 Haziran 2019
Bu hafta, Agora Kitaplığı’nın yedi sene aradan sonra tekrar bastığı Piyes Yazma Sanatı kitabını okuyorum. Daha başlangıçta diyor ki, “Her insan dünyaya benzersiz bir yetenekle gelir. Ama hayatı boyunca bu yeteneğinin ne olduğunu keşfedemeyebilir!” Ne korkunç değil mi!

Kitap ilerledikçe görüyorum ki, kendimizi keşfetme yolculuğunda önümüze dikilen en önemli engel ailemiz ve çevremiz. Neyi yapmaya heves etsen; ya alay edip küçümserler ya da yapmaman için onlarca sorun öne sürerler. Onlara inanıp kendini keşfetme yolculuğuna son verirsen, ölümlü, pasif bir insan olma yolunda ilk adımı da atmış olursun. Buradaki en önemli mesele kötü sözleri duymazdan gelmek için yürürken, konuşurken, yemek yerken hatta arkadaşlarınla bile buluştuğunda kulak tıkaçlarını her an ulaşabileceğin yerde bulundurmak.

Gençken bu çok zor biliyorum. Paran yok, hedef çok, eğlenmek de istiyorsun ki çok haklısın. Ama unutma ki hayat esas gençlikte şekilleniyor. Ne ekersen ilerde de onu biçiyorsun. Bol bol oku örneğin. Ama öyle akıl veren kitaplardan çok bilgi içeren, hayatı sorgulayan nitelikte kitaplar olsun. Arkadaşlarını kendi dünyalarında yaşayan, biraz öne çıkacak olsan çelme takacak insanlardan seçme. Yalnız kal daha iyi.

Hayal ettiğin iş, meslek her ne ise asistanlık yaparak başla. Para almamayı göze al ama öğrenmek için dişini tırnağına geçir. Mutlaka yabancı dil öğren. Bir müzik aleti çal ve mümkünse bir hobin olsun.

Son birkaç yıldır ABD başta olmak üzere dünyayı değiştirmeye girişen “Globalistler” diyor ki, dünya artık ekonomik sınıflara ayrılmıyor. Liderler ve ayak takımı olarak ayrılıyor. Bilgi ve anlayışa ulaşmış, kulaklarını boş söylemlere kapamış, kendi bildikleri yoldu ilerleyen sorumlu insanlara liderler, meraklı izleyici konumunda kalan, olaylar karşısında kendi kendine sinirlenen, homurdanan insanlara ise ayak takımı deniyor.

Hangi insan olacağına şimdi karar vermelisin? Evinde twitter, instagram başında oturup ona buna sallayan bir tip mi olacaksın, harekete geçip kendini mi keşfedeceksin? Tüm olay bu.

YASEMİN CANDEMİR

https://www.instagram.com/yaseminycandemir/?hl=en

Yazının Devamını Oku

Reklamlarda Neden Hala Dünyayı Erkekler Yönetiyor?

16 Mayıs 2019
Bu hafta sizden ricam TV reklamlarını seyrederken dış seslere dikkat etmeniz. Kısa sürede farkına varacağınız üzere dış seslerin geneli erkek. Sadece çamaşır, bulaşık, kozmetik, deterjan ya da çocukların bakımı ile ilgili konularda dış ses kadın.

Toplumsal cinsiyet eşitliği diye çırpındığımız, reklamcıların ve reklam verenlerin entelektüel seviyeleri konusunda hem fikir olduğumuz bu çağda, reklam dış sesinin yüzde 89 oranında erkek olması nasıl savunulabilir? Sadece dış sesle yetinmeyip, bu aralar sık dönen bir reklamda görüldüğü üzere; evde TV karşısında ailece keyif yapılırken, cipsleri bile kadının mutfaktan taşıyor olması hangi mantıkla açıklanabilir!

Salim kafayla dönüp baktığımızda reklam metin yazarlarının, kreatif direktörlerin büyük bir çoğunluğunun erkek olduğu ilk anda anlaşılıyor. Yanı sıra reklam verenlerin yöneticileri de erkek. O zaman yayınlanmak üzere onay verdikleri her iş onlara son derece normal gözüküyor.

Toplumsal barışın önündeki engel; reklamcılar!

Reklamda erkek konuştuğu zaman o ürün ya da markaya karşı ekstra bir güven mi gelişiyor? Ya da sürekli gizliden gizliye “kadınları biz yönetiyoruz” alt mesajı mı veriliyor? Kadınlar, genç kızlar, çocuklar neden dış ses olamıyor? Tüketici beklentileri bu yönde değilken, her reklam arasında evleri farklı erkek seslerinin doldurması, çocukları da yanlış yönlendirmiyor mu?

Reklamda konu iş dünyası ise başrollerin erkek olması, kadınların sadece yüzde 10 oranında çalışırken görüntülenmesi, evi çekip çeviren ve eşine yardımcı olan erkek rollerinin sadece yüzde 10 oranında kalması, otomobil reklamlarında kadınların esamesinin okunmaması, reklamların hayatın gerçeklerinden ne kadar uzakta olduklarını da kanıtlamıyor mu?

Son notum reklam şirketlerine ve reklam verenlere; metin yazarlarınız, kreatif direktörleriniz ve tabii yöneticileriniz toplumsal cinsiyet eşitliğinden bu kadar uzaktayken nasıl hazırlanıyorsunuz 21. yy’a? Çocuklar ve gençler üzerindeki etkilerinizin ne derece farkındasınız? Erkek egemen karar vericilerinizi kadınlarla değiştirmeye ne dersiniz? Belki böylece ulaşırsınız gerçekliğe ve arzuladığımız geleceğe?

YASEMİN CANDEMİR

https://www.instagram.com/yaseminycandemir/?hl=en

Yazının Devamını Oku

Bir Seçim Yapma Zamanı; Instagram mı, Gerçek Hayat mı?

30 Nisan 2019
Uzun zamandır görüşmediğim bir arkadaşımla buluşmaya çalışıyordum. Bir neden bulup, her seferinde buluşmayı ekmesi üzerine aramaktan bile vazgeçtim.

Hem sosyal medyada onu görüp, beğen yapmak neyime yetmiyordu değil mi? Ama o arkadaşımı bir toplantıda tesadüfen görünce buluşmayı ertelemesinin nedenini çözdüm. Ve konuyu birkaç psikolog arkadaşımla masaya yatırdım.

Arkadaşım hayli kilo almıştı, bakımsızdı ve yüzünde de artık onu tanıyamayacağım ölçüde botoks ve dolgu vardı. Oysa sosyal medyada paylaştığı fotoğraflar incecik, yüzü pürüzsüz, canlı bir kadını tanımlıyordu. Belli ki Instagram’da paylaştığı fotoğraflarda yüksek ölçüde oynama yapıyor ve o fotoğraflarla gerçeği arasında ciddi farklar oluştuğu için kendini eve kapatıyordu. İnsan sosyal bir varlık. Ve sosyalleşemediği zaman mutluluğu kaybediyor, daha az para kazanmayı göze alıyor, evliliği soluyor, arkadaşlık ilişkileri zayıflıyor ve enerjisini kaybediyor. Sosyal medyada var olacağım, çok beğeni alacağım diye kendini olduğundan farklı göstermek, takipçi kazandırabilir ama sizi asosyal bir varlık haline getirebilir.

İşsizlik oranı ile sosyal medya arasındaki korelasyon

Cep telefonunda geçirilen zamanla ilgili pek çok telefon markası, zaman kontrolü ve kendini kaybetmeme adına “Hangi uygulamada ne kadar saat vakit geçirdiğinizi saptıyor” ama Instagram, hala oynanmış fotoğraflara orijinalmiş gibi izin veriyor. Bu, kendini kaybetme haline yol açan durumun sonuçları belli ki çok ağır olacak. Sadece Türkiye’de değil, dünyada da işsizlik oranları artıyor. Kıdemli psikologlar işsizlik sorununu sadece devlet politikalarına değil, sosyal medyanın bağımlılık yapan haline, başka hayatları görüp kendine güvenini kaybetmeye de bağlıyor.

Intagram’da iyi gözükeceğim diye estetik yaptırma oranları artıyor, filtreli uygulamalar milyonlarca indirme alıyor. Kendime bakmasam da nasılsa “Fotoğrafı güzelleştiririm” diye insanlar kişisel bakımını ihmal ediyor bu yüzden asosyalliğin derecesi sanılanın çok üzerinde istatistik uyarılar veriyor. Instagram’ı sosyallik sananların sayısı arttıkça; teknoloji bağımlısı, belli markalar ve uygulamalara tutkulu kölelerin sayısı çığ gibi büyüyor.

Pittsburgh Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yüzlerce kişi ile yapılan sosyal medya araştırması da, sosyal medya kullanımı ile kendini izole eden karakterler arasında yüksek bir korelasyon olduğunu tespit etti. Diğer can sıkan sonuç ise; sosyal medyada günde iki saatten fazla zaman geçirmenin, bireylerin kendini gerçek dünyadan izole etme halini tam iki katı oranında artırması. 10 yaşındaki çocukların bile Instagram hesabı olduğu düşünülürse, gelecek için plan yapmanın ve önlem almanın ne derece hayati önem taşıdığı da gözler önüne seriliyor. İletişim, fotoğraflardan ve yazılardan öteye gitmediği sürece mutsuzluk, kaygı ve eve kapanma hali, yükselen bir ivmeyle artıyor.

Şimdi bu yazıya denk geldiyseniz tavsiyem; elinizdeki telefonu sakince kenara bırakıp dışarıda yürüyüşe çıkmanız. Hem, o zaman kendinize bakma zamanının geldiğini anlayacaksınız…

YASEMİN CANDEMİR

Yazının Devamını Oku

Hintli Kadınların Güzellik Formülleri ve Sırları

10 Nisan 2019
Dünyanın her yanında makyaj ve kişisel bakım, milyonlarca dolarlık bir sektörün bir parçası ve kesinlikle kontrol altında.

Ancak son yıllarda, organik, çevre dostu ürünlere doğru büyük bir değişim yaşanıyor. ABD’nin 'Kalıcılık Piyasası Araştırması'na göre, küresel doğal ve organik kişisel bakım pazarının 2024 yılına kadar yaklaşık 22 milyon dolar değerine ulaşması bekleniyor.

Doğal ve organik cilt bakımının, başta Hindistan olmak üzere, dünyanın farklı ülkelerinde kökleri var. Hindistan'daki birçok kadın için, cilt bakımı sadece bir krem veya yüz yıkamadan çok daha fazlası, adeta yaşam tarzı.

Bu yazıda Hindistan kökenli kadınların zamana göre test edilmiş formüllerini paylaşacağım. Dikkatle okuyun ve saklayın derim...

Güzellik içten dışa doğru başlar

Ranavat Botanics’in kurucusu Michelle Ranavat, Hintli kadınların ciltlerine ne sürdükleri kadar, ne yediklerine de dikkat ettiklerini anlatarak başlıyor sözlerine. İyi beslenmekten iyi uyumaya, hatta stres düzeylerini düşük tutmaya kadar her şeyin daha geniş bir güzellik anlayışıyla gerçekleştiğini açıklıyor.

Bu tam daire yaklaşımı, binlerce yıldır Hindistan'da insanlar tarafından kullanılan bir tıp sistemi olan ve zihin-beden bağlantısını inceleyen ayurvedanın da ta kendisi.

Hindistan cevizi yağı ve zerdeçal

Hint güzellik ritüellerinde, ham, genellikle organik malzemelerden yapılan doğal ilaçlar oldukça yaygın. Hint bakım markası Aavrani’nin kurucu ortağı Nina Davuluri’nin hayatında hindistancevizi ve zerdeçalın büyük önemi var. “Anneannem her gün saçlarıma hindistancevizi yağı sürerdi. Annem her akşam bana ve kız kardeşime zerdeçal maskesi yapardı” diyor. Davuluri, bu ürünlerin sadece cilt güzelliği için değil, endişe ve stresi bedenden atmak için uygulandığını da belirtiyor. Hindistan'daki farklı bölgeler, farklı doğal bileşenlerini kullanan insanlarla dolu ve onlar benzersiz güzellik ritüellerine sahipler.

Yazının Devamını Oku

İkinci Ele ne Kadar Güveniyorsunuz ya DM’den Satışa?

26 Mart 2019
İkinci el kıyafet, aksesuar almak ya da satmak konusunda siz nasılsınız bilmiyorum ama ben bundan son derece rahatsız olmuş durumdayım.

Tamamen vergisiz kazanç olması bir yana, “ikinci el sitelerde çorabımı bile satarım” düşüncesi hayırseverliği, kıyafetleri dönüşüme sokma halini tetiklemiş, çer-çöp olanı bile satabilirim mantığı her yere sirayet etmiş durumda.

İkinci el siteler hepinizin malumu. Satılan çoğu şeyin işe yaramaz, gerçekten marka olup-olmadığı konusunda tereddütler içeren, kontrolün sıfır olduğu ve söylenen her bildirime inanmak gerektiren bir durumda çalışıyor büyük bir çoğunluğu.

“Alan razı-satan razı, sana ne oluyor?” diyebilirsiniz ama bu konunun hayırseverliği tamamen bitirdiğini de kabul etmek gerekiyor. Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşımın telaşla nasıl dolap ayıkladığını ve giymediği ne varsa her birini hiç de az olmayan rakamlarla satışa sunduğunu görünce yazmaya karar verdim. Yıllardır dolabımı bekleyen paltolar, takım elbiseler konusunda beni uyarınca, “İhtiyacı olan birine versem, o alacağım 100 TL’den daha mutlu eder beni” deyince sustu. Yeni işe başlayan arkadaşlarıma gardırop kullanımı sunmakla övünürdüm, artık çok azaldık farkındayım.

Markalar bu işe nasıl bakıyor hiç fikrim yok. Ama bir sezon önce satılan ürün, bir sezon sonra tamamen trendlerle alakalı tekrar satışa sunulabiliyor. Aynı ürün yarı fiyatına ikinci el sitelerinde dolaşıyorsa ticaretin döngüsü nasıl sağlanabilir? Ekonomi nasıl düzlüğe çıkabilir?

Aldığınız marka ne kadar gerçek?

Bir de markaların gerçek olup olmadığı konusu var tabii. Siz ünlü bir markanın çantasını belki üçte bir fiyatına alırken, “nasıl emin olabiliyorsunuz sahte olmadığına?” Bunun kontrolünü satışa aracılık eden internet siteleri yapmıyor. Siz direkt kullanıcıdan satın alıyorsunuz. Bazılarında sadece ödeme döngüsünde site olaya dahil oluyor, bazılarında sadece müşteri ile satıcıyı bir araya getiriyor.
Vergilendirme olayı ise tamamen görmezden geliniyor. Satılan ürün, el emeği olsa elbette buna hepimiz destek veririz, keza bu durumlarda vergi desteğini devlet talep edilmeden de sağlayabiliyor.

Kontrolün sıfır, kalitenin onaysız olduğu durumlardan biri de Instagram satışları.

Yazının Devamını Oku