Yiten derelerin aynasında masalların masalı

“NERGİS ölünce kır çiçekleri üzüldüler, gözyaşı dökmek için ırmaktan su damlaları istediler. Irmak, “Ah!” diye cevap verdi, bütün su damlalarım gözyaşı olsa... Bunlar Nergis’e yalnız benim ağlamam için yetmez.

Haberin Devamı

- Ah! diye içlerini çektiler Kırçiçekleri, Nergis’i nasıl sevmemezlik ederdik; güzeldi O.
- Güzel miydi? dedi ırmak.
- Onu senden iyi kim bilebilir? Her gün, kıyılarına eğilip güzelliğini seyrederdi.
- Sularıma eğildiği vakit, gözlerinde kendi sularımın aksini (kendimi) gördüğüm için severdim onu.”
* * *
Yokluğu hala kesik kol gibi duran, soy arkadaşım Reha Mağden’in çeyrek asır önce yayınlanan “Üçünün Nerkis’i” kitabındaki aynı adlı öyküsü, narsizmi farklı duygularla özetleyen yukarıdaki alıntıyla başlar.
Bugün de, herkes farklı niyetle bakıyor, derelere... Farklı şeyler görüyor.
Ve Ankara'da derelerin aynasında, sadece biz ölümlülerin hayatları değil... Derelerin de ömrü, önce akıp, sonra kuruyup yok oluyor yaşamdan.
Vaktiyle o semte, o mahalleye verdiği adı, traji-komik bir şehir parodisi gibi kalıyor geride...
* * *
Kavaklıdere misal... Ne kavağı kaldı “alerji”den, ne de deresi...
Avaklıdere (Avak: şaşkın) desek oraya, o bile kurtarmaz.
Yine mahallelerine, semtlerine adını veren Hoşdere, Bülbülderesi, Cevizlidere, Bent Deresi... Kendileri gitti, isimleri kaldı yadigar. (İsimleri de değişir, yakında...)
Ankara Çayı, İncesu, Hatip Çayı, Solfasol’a kadar uzanan Çubuk Çayı, Kirazlı, Dikmen, Bayındır, Söğüt dereleri...
Hepsini bilmem, saymam mümkün değil.
Çevre katliamlarının, denetimsiz, vahşi sanayileşmenin, yapılaşma ifrazatının en hassas, en kırılgan ama hep uzakta kalan kurbanı, dereler.
Kontrolsüz atığı-zehri ona, kanalizasyonu ona, kaçak hafriyatı ona, kum mu lazım, çek ondan...
Bakın İstanbul’a... Bir tek projenin 70 gölet ile 8 dereyi yok edeceğinden söz ediliyor.
Yiten derelerin aynasında masalların masalı
Şimdi de şehrimizin sesi olan, başarılı muhabirimiz Ender Baykuş’un haberinden öğreniyoruz:
“Ankara’nın önemli yeşil alanlarından İmrahor Vadisi’nin içinden geçen İmrahor Deresi de kurudu...”
Göz, göre göre... Kıyısına “Allahını seven kaçak hafriyat dökmesin” tabelaları asıla asıla...
Adı Hafriyat Vadisi’ne çıkmıştı zaten, suyu çıkmıştı yani...
Sonuçta hep beraber ineceğiz oyuğuna, oynacağız; “Dere gidiyor dere, yalelel, ya le le...
* * *
Oysa en kurak zamanlarda bile suyu dinmiyordu...
Doğayla geçiniyordu da, ama ah o "insan"!
Kara balıkçılarının, sonu iyi biten, tek güzel masalıydı o dere.
Sonra, seçim masalı oldu...
Kurudu.
* * *
“Masalların masalı” şiiriyle Nazım Hikmet’i, o şiiri sesi/nefesiyle daha da gür kılan Ruhi Su’yu, bir damla dere, olmadı göz suyuyla anmanın zamanıdır:
Su başında durmuşuz, çınar, ben, kedi, bir de güneş.
Suda suretimiz çıkıyor, çınarın, benim, kedinin, bir de güneşin.
Önce kedi gidecek, kaybolacak suda sureti.
Sonra ben gideceğim, kaybolacak suda suretim...
Sonra çınar gidecek, sonra su gidecek.
Güneş kalacak; sonra o da gidecek...”

Yazarın Tüm Yazıları