Ruhun ve savrulup giden dumanın ağırlığı

SAVRULUP giden bir şeylerle ilgisi var, geride bıraktığımız yılların. Her yeni yılın da, “hayat”tan olmasa bile, “ömür”den eksilttiği şeyler var... Bazen bir “an”a sığan “hayat”lar, tüm ömre bedel geliyor çünkü. En azından hikayelerde...

Haberin Devamı

Bir yılbaşı hikayesi daha anlatacağım bugün...
Hatta fonda, şarkılar dinleteceğim.
Yılbaşı, senede bir gün, ne de olsa...Müziksiz olmaz. Hatadır...
Hem bu yıl da, “Bir kitaba başlar gibi /koşarken yavaşlar gibi” geçecek, çoğu insan için.
Şimdi hayallerimizin ayarını, Zülfü Livaneli’yle Tülay German’ın o muhteşem düeti üzerinden yapalım:
“Çözülen bir yün yumağı /akıp giden günlerimiz (...) /Savrulan yapraklar gibi (...) /Bir suçluyu aklar gibi /akıp giden günlerimiz /sanki bir sır saklar gibi /sessiz sitemsiz...”
* * *
Sürüklenip geçen zamanın, her sonbahar savrulan, sürüklenen yapraklar kadar, savrulup havaya karışan dumanla da bir ilgisi var.
Bunu, senaryosunu Paul (Benjamin) Auster’in yazdığı Smoke filminden öğrendim.
William Hurt’ın canlandırdığı yazar Paul Benjamin, sürekli gittiği tütün dükkanında elindeki sigarayı tartar önce.
Sonra yakar, içer; ardından izmariti, tüm külleri teraziye koyar, yeniden tartar.
Aradaki fark, dumanın ağırlığıdır.
Amerika’da bir asır önce Dr. Duncan Macdougall’ın ruhun ağırlığının 21 gram olduğunu iddia etmesi gibi...
* * *
Biz de, -varsa- 21 gram ruhlarımızla, duman gibi uçuşacak yeni bir yılın arifesinde, tartalım bir şeyleri.
Önce yaşımız kadar kibrit çöpünü koyalım teraziye, yakalım. (Kibrit kutularının üzerinde eskiden "Vasati 40 çöp" yazardı... Öyle midir ki, hala)
Geçen onca yılda gönlümüzce, gerçekten, büyük harfle yaşadığımız “Hayat”lar, anlar, belki de terazide kalan o kül kadardır.
Bir de “ömür” denilen aritmetiği, yaşamamız muhtemel yılların toplamını (Vasati kaç çöp'se) düşünelim. (Abartılabilir...)
Yaşımızı ondan çıkaralım, geriye kalan kibrit çöplerini (kalan ömrümüzü) koyalım teraziye.
Yakmadan önce, şöyle bir iyice bakalım.
Ve yakalım...
Kalan ömrümüzde, yaşanacak "hayat"ları, gönlümüzce "an"ları düşünerek, o küle baka kalalım.
Hazin ama... Ömrün uzun olması başka şey, “Hayat”ı uzun boylu yaşamak bambaşka...
Yanan/yakılan şenlik ateşlerinin ardından, yürekte kalan kül kadar toplamda hayat.
* * *
Evet... Onca -ya da anca- yaşanandan sonra, çoğu kez yürekte kalan küldür hayat.
Lakin, araya -saygıyla- bir anekdot eklemeliyim; o muhteşem istisnalar, asiler, deliler, "öteki"ler adına!
Eski kadınlar, mutfağın ocağında yaktıkları ateş geceye doğru küle döndüğünde...
Kalan korları, o külün dibine gömerlerdi özenle. Üzerini külle örterlerdi...
Ertesi güne saklarlardı, koru...
Sabah, külü hafifçe üflediklerinde, altında gizlenen kor yeniden alevlenir... Kibrite, çakmağa filan gerek kalmadan yanardı yine ateş.
Hiç sönmez/söndürülmezdi o kor. Sadece zamanını, o nefesi beklerdi...
Katıldığım her yeni yaş ritüelinde, insanlar pastanın üzerindeki mumları üflerken...
Benim aklımdan o "nefes" geçer.
Külün altında sakladığı kora üfleyen nefes...
Ruhun ve savrulup giden dumanın ağırlığı
Smoke filmine dönersek, Harvey Keitel’ın canlandırdığı Auggie, 13 yıl boyunca her sabah, -saniye saniyesine- aynı saatte, aynı açıdan, aynı yerin fotoğrafını çeker.
Brooklyn’de açtığı tütün dükkanının -karşıdan- fotoğrafını...
Çektiği binlerce fotoğraf aynı gibidir ilk bakışta. Her günü birbirine benzer geçen bir ömür gibi...
Oysa, hiçbir kare aslında aynı değildir.
Çünkü fotoğrafın çekildiği zaman aynı olsa da, onu "o an" yapan farklı şeyler vardır. Mevsimiyle, havasıyla, güneşiyle, "o an”dan geçen, sonraki fotoğrafta artık ol(a)mayan ya da fotoğrafa yeni katılan insanlarıyla...
Hatta karelere sık denk gelen “dakik” insanların bile, kıyafetleri, ruh halleri, ifadeleri, mutlulukları-mutsuzlukları farklıdır.
* * *
O fotoğraflar külliyen bir ömrün albümüyse, “Hayat” belki de fotoğraflardaki farklarda gizlidir.
“Giden”leri, “gelen”leri; gelip de geçenleri, gelip de kalanları ya da hiç geçmeyenleriyle...
Ama fotoğraftaki farkın farkında olmadığımızda, hepsi bize aynı gelir. Ve hayat, fotoğraflardan bile önce sararır, solar.

Haberin Devamı

* * *
Ömrü uzatmak; sağlık alanındaki gelişmeler, organik cevizler, Omega Omega 3’er 3’er yüzen balıklar, antioksidan deposu kara üzüm habbeleri eşliğinde ne kadar mümkün bilemem. (Ölenlerin yalancısıyım)
Hep uzak olsun ama... Aniden gelip, bazen fotoğrafa, bazen tabloya, bazen röntgene yerleşen şeyler (de) var.
Peki ya her şeye rağmen, yaşanan “Hayat”ı çoğaltmak?
Ömür aritmetiğin, istatistiğin kapsama alanında... (Ve Küçük Prens'in dediği gibi, "Büyükler aritmetiği pek severler")
Hayat ise, felsefenin mi desem, sanatın mı, dinin-inançların mı, psikolojinin, sosyolojinin yahut o herkesten mükemmel burcumuzla astrolojinin mi menzilinde gelir geçer...
Nasıl bileyim.
* * *
Gerisini yarın getirmem gerek...
Hayaller, satırlarda bile uzuyor.

Yazarın Tüm Yazıları