Kafa tokuşturmak ve insan sıcağı

ARTIK milletçe kafa tokuşturuyoruz.

Haberin Devamı

Meseleye böyle kafadan girdim ama... İnsanların “selamlaşma tercihleri”ni eleştirmek değil niyetim.

Kültürdür, tarzdır, özenmedir, o bünyeye öylesi uygun gelir...

Nema problema.
Benim için sorun yoktur, üzerime de hiç vazife değildir.
* * *
Lâkin birden ortaya çıkıp, böylesine yaygınlaşınca... Merakımı celbetti.
Kafa tokuşturmanın nereden geldiği konusunda rivayet muhtelif.
Yaygın düşünce, “Ülkücülerin tokalaşma tarzı” olduğu yönünde...
Kökenini, Orta Asya’da, Ötüken’de arayan-bulan da var.
Fakat kafa tokuşturmanın yayıldığı siyasi coğrafyaya baktığımda bunu kat be kat aşan, kozmopolit bir popülerlik izliyorum.
Öyle ki, kafa tokuşturanların tümü o görüşten olsa, herhal iktidar değişirdi sandıkta...
* * *
Böyle selamlaşmayı tercih edenlerin bir bölümü, belki de yola “Erkek adam, hemcinsiyle öpüşmez”den çıkıyor.
Belki bir ağır abilik, “koç gibi” olma, “koçumsun” tınısı da var.
Yahut feyzini, “Kafa kafaya vermek”ten alıyor.
* * *
Şapır-şupur öpüşmekten hijyenik-estetik-bünyesel kaygı duyanlar da olabilir tâbi.
O hâlden muzdarip olanlar, kafa tokuşturmanın dayanılmaz cazibesini bir fırsat olarak görmüştür belki.
Kafayı eğerek gardını alıp, yanağını menzilden çıkarttın mı, tamam.
“Öpüşmeme hakkı”nı, karşındakini incitmeden kullanmış olursun.
Steril steril yaşarsın, ne güzel!
* * *
Ama kafa tokuşturma, eğreti estetiği bir yana, pek de mânâlı gelmiyor bana.
Hele tarafların boy, kilo farkı olduğu durumlarda ortaya çıkan “ters açılar”... Hem temas-iletişim, hem de fizyonomi açısından eğreti geliyor.
Ve denk gelmiyor, selamlaşma tasavvurlarıma.
O da benim fikrim-canevim.
* * *
Ben dostların şöyle kuvvetlice kucaklaşmasını severim.
Samimiysen, öyle içinden geliyorsa, öpersin de yanaklarından. Bi bir yandan, bi bir yandan...
“Yok öpmem” diyorsan, ama bir temas istiyorsan sarılırsın meselâ.
Yok o şekil de uymuyorsa, sıkıca tokalaşırsın.
Zaten tokalaştığın an, karşındakinin halet-i ruhiyesinden temasın nerede kalması, yahut nereye gideceği konusundaki ipuçlarını da hissedersin.
Dostlar, yakın arkadaşlar arasında ise neyse öyledir zaten. Öyle gelmiştir, öyle de gider.
Araya girmezsin.
* * *
Şimdi kış geldi ya... Yine “gripal tedbirler” saracak ortalığı:
“Ammannn sarılmayın, hele ki öpüşmeyin... Mümkünse tokalaşmayın da, şöyle uzaktan bir öpücük yollayın, yeter.”
Bir yönüyle sıhhi olabilir bu uyarı; çünkü bizde tanıdık-tanımadık, “el-ense olsun, yanağa buse konsun, torba dolsun” gibilerinden “sahici olmayan samimi selamlaşma” da yaygındır doğrusu.
* * *
Hatta “her önüne geleni, tuttuğunu el-enseye getirip öpen” siyasetçileriyle de meşhurdur bu ülke...
Onları zaten yaz-kış boşverin. Hele mesafeli dursunlar.
Ama sevgiden, gönülden, ta içerlerden esen bir temas hevesi sararsa yüreğinizi...
Dostu gördüğünüzde öyle hissederseniz dolu dolu -mahsuscuktan değil ama- sarılın, sımsıkı kucaklayın derim.
O sıcak, sahici “an”ın, insan sıcağının yanında lafı mı olur nezlenin, nevazilin.
Büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden, dostların mahsus selamla her iki yanağından...

Haberin Devamı


İNSAN SICAĞI Yazar, Dr. Erdal Atabek “İnsan Sıcağı” kitabında,12 Eylül darbesinin ardından 3 yıldan fazla yattığı cezaevinde yaşadıklarını anlatır. Bir gün yattıkları koğuşa, işkenceden geçmiş çocuk yaşta bir genci getirir gardiyanlar.
Bırakırlar ortaya... Koğuştakiler hemen alır, ranzaya yatırırlar.
İşkencenin tüm izlerini üzerinde taşıyan genç, tek kelime etmez. Ana rahmindeki gibi dizlerini karnına çeker, büzülür yatağına...
Aşırı, devamlı bir titreme, kasılma halindedir. Üstünü örterler, kesilmez titremesi...
Koğuştakiler gencin halini çaresizce izlerken, içlerinden birisi kalkıp gider yanına. Ve hiç konuşmadan sarılır çocuğa, başını alır göğsüne yaslar.
Kısa süre sonra kasılmalar, titremeler durulur, uykuya dalar çocuk.
Ve koğuştakilerden birisi fısıldar o basit formülü:
İnsan sıcağı...

Yazarın Tüm Yazıları