Heves en uçucu kimyamızdır

YENİ bir yılı, yeni bir fırsat olarak görme konusunda, bir yanımız heveslidir, bir yanımız hep eksik... İmkanları “belli” bir çok insan için, iş aynı gibidir, güç aynı gibi, ev aynı gibidir, sokak aynı... Umut da o med-cezirde gelir-gider. Gün gelir o da yorulur. Sorarlar, “Ne var, ne yok?”... “Valla bildiğin gibi...”

Haberin Devamı

2014 de yeniydi -daha dün gibi- geldi geçiyor.
Şimdi 2015’i kimimiz kutlayacak, kimimiz idrak edecek.
Geçen yıl kendimize verdiğimiz sözler de değişecek muhtemelen.
Ve belki yeni yıl bize bir daha -kolay kolay- söz vermemeyi öğretecek.
Söz vermemeye, söz vereceğiz.
Ve tutamayacağız bu sözümüzü de...
* * *
Unutulacak geçen günlerin çoğu, heveslerimiz, özlemlerimiz...
(Şimdi -dünden devamla- zamanıdır, 2. yeni yıl şarkısının....
O şarkıyla bizi tanıştıran Banu Kırbağ'ın yorumu da muhteşem ama, Zuhal Olcay’dan gelsin. Olcay'ın yorumunda hafiften bir umursamazlık, diklenme de var, sanki:
“Unutulmaz deme bana, unutulur unutulur... /Bu hayat böyledir dostum /Yaşanan gün mazi olur /Unutulur, unutulur...”)
Yanidir ki... Tozunda-dumanında yeni yılın, o kıpır kıpır hevesler unutulacak yine.
Çünkü heves, en uçucu kimyamızdır.
Kimi koyduğu yeri unutacak, kimi saklayacağı yeri, koca yıl nasıl koruyacağını bilemeyecek...
* * *
“Hele bir bahar gelsin” diyeceğiz.
Sonra bir sabah, bir çocuğun yaptığı çimi-yeşili diri, çiçeği-papatyası iri bir resim gibi birdenbire patlayacak doğa.
Ve bahar, o resim gibi çabucak bitecek, belki resimdeki gibi yarım kalacak. Çatı yarım, ağaçlar yarım, yol yarım...
* * *
“Yaz gelsin, tamam” diyeceğiz, sonra.
Gelecek yaz da, sıcağı, soluğuyla...
Pencereleri açacağız, kurtulacağız üstümüzdeki ağırlıklardan.
Kıyılara gideceğiz, sulara... Yalınayak. Su gibi geçecek yaz tatili de...
Ağustos böceği gibi ama tasalı, kalacağız ortalıkta.
Üstelik, dönüşte yorulacak karınca da...
* * *
Eylül tabi ki -biraz- hüzün verecek. Buruk ama kuvvetli bir lezzet, koyu, kıvamlı bir tat...
Usulca sararıp solan manzara, bir sabah bize birdenbire gelecek. Her şey bir gece içinde olup bitmiş gibi...
Ve Ekim hızla Kasım’ı getirecek, Aralık, kayıp damdan düşecek.
Hayatı dört mevsim -aynı hevesle- yaşayan çocuklar gibi yaşayamayacağımızı öğreneceğiz.
Ama yine de tutunacağız birşeylere, “Büyüdük işte...” diyeceğiz.
Ve karda, “telli-duvaklı” bekleyen çamağacı, içimize 3. şarkıyı estirecek:
“Yenik düşüyor herşey zamana /Biz büyüdük ve kirlendi dünya...”
Ve göç yollarındaki telli turna, anlatacak giderayak; “eski beni şimdiki bana...”
* * *
Peki ya umut derseniz; belki her mevsim yeşil çamağacının kıyısında, sokakta...
Belki pencerelerde yanıp-sönen oyuncaklı imitasyonlarında.
Ama -öyle ya da böyle- var olacak.
Çamağacı kurusa, kesilse, fırtınayla sökülüp gitse de Onat Kutlar’ın dizelerindeki gibi... Umutla sesleneceğiz ardından:
“Bol sisli bir kışın ormanından /Karlı gelin telleri taşıyan /Gümüşten yapraklarla örtülü
/Uysal ve uzun boynunu bahçelerin /Ve benim toprağıma eğmiş
Gülümserken, bir eşkıya rüzgarın /Söküp uzaklara götürdüğü /Çamağacına...”
* * *
Ve bir sonraki baharda, Hıdırellez’de, umutları ya ağaca bağlayacağız... Onunla büyüsün diye...
Ya da gül ağacının dibine gömeceğiz; çizdiğimiz, insanları, evi, çiçeği, dilekleri iri o çocuk resimlerini...
Heves en uçucu kimyamızdır

Yazarın Tüm Yazıları