Düzeltmecilik

HACETTEPE'de akademisyenlik yıllarımda doktora derslerimden bir kısmını, psikoloji, sosyal antropoloji, PDR, felsefe gibi başka bölümlerden almıştım.

Haberin Devamı

Derslerin değerlendirmesinde, “essay”ler, “final ödevi” büyük önem taşıyordu o zamanlar.

İsmini vermeyeyim... Farklı bir bölümden dersini aldığım bir öğretim üyemize -özene bezene- cüsseli bir çalışma hazırladım.

Ödevimi değerlendirdi, C miydi tam hatırlamıyorum ama hak etmediğimi düşündüğüm bir not verdi.

* * *

Hazırladığım kitapçık cürmünde metni geri aldığımda, şaşırdım.

Her sayfasını, hemen her cümlesini, kelimesini kırmızı kalemle çizmişti hocamız. Öyle ki Monet’nin Gelincik Tarlası tablosu, yanında el kadar bahçe kalır.

Öncelikle metinde kullandığım, dilimize yerleşmiş, tüm Arapça, Farsça vb. kelimeleri çizip, yerine Öztürkçe’lerini kondurmuştu.

Fikrimce Öztürkçe öyle ferahfeza, bol keseden bir kelime hazinesi içeremediği için de... Uysa da uymasa da, “eski” kelimelerin yerine “yepyeni”lerini yerleştirmişti.

Haberin Devamı

“Kelime” dedim ama, onları da çizip yanına “sözcük” yazmıştı elbet.

Sorun etmedim önce... Yeşilçam Öztürkçe’sinin (Öztürk Serengil) abidik gubidiklerini bile bazen dert edinmem.

* * *

Sonra baktım... Kırmızı kaleminden uluslararası öğretiler, terimler filan da nasibini almış.

Diyalektik Materyalizm, olmuş Eytişimsel Özdekçilik.

Misal... Akademi olmuş “bilimtay” ki, boş bulunsan üstüne biner üniversiteye öyle gidersin.

Neyse... Onun da huyu böyleymiş diye düşünürken... (Hocalar sadece bilim dallarına göre değil, huyuna suyuna göre de ayrılır bazen)

Bire bir aktardığım bir alıntının da düzeltildiğini görünce, doktoradan “doktorluk olma” safhasına geldiğimi hissettim. (Metin gibi ben de kızarmış olmalıyım)

Zira, bilgi üretimiyle ilgili bölümde yeri gelmiş, metnin bir yerinde İlhan Berk’in bir şiirinden alıntı yapmıştım:

“Her gün böyle gelip dünyadaki yerini alıyor.

‘Zor olan, diyor, şiirin hayatını yaşamaktır. /Yazmak sonra gelir hep.”

Ömrü her daim sağlıklı, uzun olsun... Sevgili hocamız, Berk’in “şiirin hayatını” kelimelerini de kırmızı kırmızı çizmiş, yanına “şairin hayatını” yazıp, bir güzel düzeltmiş!

Bu “vahim yanlış”ı, belki sahibine, İlhan Berk’e de iletmem gerekirdi ama...

Haberin Devamı

Akımdaşı Ece Ayhan’dan mülhem bir “Yort Savul” çeker diye, cesaret edemedim doğrusu. (¹)

* * *

Hocanın, Türkiye’nin en önemli şairlerinden birisinin dizelerine kimbilir nasıl bir kuyumculukla yerleştirdiği “şiir”i, bir çizikte “şair” yapması...

Belki “şiirin hayatı” kelimelerinin onda, “Şiirin hayatı mı olur, olsa olsa şairin hayatıdır bu” düşüncesini yaratması... Vâhimdir.

Ama bu uzun anekdotumda asıl meramım, “düzeltmecilik” diyebileceğim önlenemez bir hevesin hayatımızda boy göstermesi.

Bunu bir hocanın yapması, hatta ifrat ve tefritin çağıran sisinde kaybolması, yine de anlaşılabilir bir şeydir.

Hocadır, öğretme-düzeltme çabasının bazen refleks, huy hâline gelmesi muhtemeldir.

Haberin Devamı

Bazen işgüzarlık da olsa, eğitim sisteminin onca işgüzarlığı arasında kaynar gider.

* * *

Lâkin elindeki eğreti kırmızı kalemini, her fırsatta, yerli-yersiz her ortama batıran, uydu-uymadı, oldu-olmadı “düzeltmeciliği” ana ülküsü kılan insanlar da tanıyorum.  

Bu mevzudaki hevesi, ihtirası, kifayetine nal toplatan insanlar…

Düzeltmelerini dönüp dolaşıp bellediği, değişmeyen dağarcığından yapar.

Düzeltmesi aslında düzgünü bozmak olmuş. Ne gam.

Uzun, ihtiraslı, bol kanıtlı bir tartışmanın ardından ıkına sıkına kabul eder, “Haaa öyle miymiş” der, saatlerce inatlaşmamış gibi mevzuyu değiştirir.

Yahut inanmazlığını ortaya masa örtüsü gibi seren kuşkulu, belkili bir “Doğrudur...” çekip, doğruya bile çomak sokar.

* * *

Haberin Devamı

Tümüyle masum reflekslerle, neredeyse elinde olmadan sohbete atlayanları  da ihmal etmeyelim.

Ki bazen düzeltmeciliğin en sık/sıkıcı hâli de oralardan çıkar.

Son derece önemsiz, hatta çoğu tartışmalı mini mini düzeltmeler adına, bir sohbetin, muhabbetin tüm insicamını, seyrini bozar, farkında olmaz.

Yaptığı düzeltme, doğru da olsa, bazen yersizdir.

Sen “Geçen ay halamlara gittik” cümlesiyle anlatmak istediğin hikayeye girmek istersin... O, “Önceki ay” diye girer araya.

“Grip olmuştu...” diye devam edersin, “Bronşit” der.

Kullandığın o cümlelerin, anlatmak istediğin hikaye açısından hiç bir kıymeti harbiyesinin olmadığını aklına getirmez.

Türk Dil Kurumu’nun İmla Kılavuzu’nda “doğru yazım” olarak vurgulanan bir sürü kelimenin, kuralın bile -haklı nedenlerle- tartışıldığını, hatta değiştiğini görüyoruz.

Haberin Devamı

Uzun lafın kısası, lüzumsuz gerçekler, düzeltmeler bazen iyi bir hikayenin önüne geçmemelidir.

 

(¹) Yazar Emine Sevgi Özdamar “Kendi Kendinin Terzisi Bir Kambur”da Ece Ayhan’la ilgili bir anıyı da aktarır:

“Ece  Ayhan’ın bir ara İlhan Berk ile arası bozuktur. Berk genç bir şairle haber gönderir Ayhan’a; “İlhan Bey dedi ki, Ece her şeyi iki kez tekrar etmesin. Gerek yok. Herkes anlar.”

Ece Ayhan’ın cevabı tez gelir:

“Bundan sonra üç kere tekrar edeceğim. O zaman İlhan da anlayacak.”

Düzeltmecilik

 

 

 

Yazarın Tüm Yazıları