Buçuklu mevsim

“TAM baharı görmeden yaz geldi” derken, yağmuru-dolusuyla bastı Ankara’yı mevsim. Bahar desen bahar değil, yaz desen yaz değil... Mevsim de buçuklu herhal.

Haberin Devamı

Seçim “sath-ı maili”nde, yani seçime eğik yüzeyden yokuş aşağı giderken, söylenecek, homurdanacak şey çok.
Orada da dolusu-boşuyla yağış, gürleme dizboyu.
Ve o da her saat başı basıyor evleri; alt kat-üst kat demeden...
Vaatler ise turfanda yaz meyvesi-sebzesi...
Şekli-şemali güzel, ama yersen.
* * *
Lakin ben yine mevsimlere söyleyeneceğim.
Üzerine alınan alınır.
Küçük dağları yaratan, mevsimleri neden üzerine alınmasın?
* * *
Dışarda yağmur var; barajlarda doluluk oranıyla göğüs kafesindeki içsıkıntısı oranı yarışa durmuş, gri havaları sevmeyenlerde...
Anam öyle havalarda sıkılıp, uf-pufladığında... Ananem “Göğsüne pencere aç kızım” dermiş, muzır muzır gülümseyerek.
Göğüse nasıl pencere açılacağını, babamı sevince öğrenmiş belli.
Bazen hafif aralansa da, o pencereyi hiç kapamadan 62 yıl yaşadılar birlikte.
* * *
Bense geçen yazımda bastıran o zamansız ilkyaz sıcağından uzakta, iyiyim. Serinim...
Altkatları sular-seller basmasa, hane halkı elde kap-kacak su boşaltmasa salonundan...
Bahçelere çıkarılan kilimler, eski tamburlu fırınlar, tüplü 51 ekran TV’ler, yer minderleri, göç-savaş manzaralarını andırmasa...
Daha da iyi olacağım.
* * *
Her mevsim, başkasına, başka yerlere farklı geliyor.
Kış kimine bereli-atkılı-havuçlu-sürmeli kardanadam, kimine “çocukluğun soğuk geceleri”...
Bahar da, yaz da öyle...
Çiftçiye başka, çifte başka...
* * *
Beni sorarsanız...
“İlkbahar yok ya da artık hep böyle olacak” diye söyleniyorum, içimden.
“O bahar, o demler kalmadı...” diyorum, her yere şikayet dilekçesi yazan mütekait Eşref beyamca gibi.
* * *
Sonra Attila İlhan’ın dizeleri geliyor yanıma:
“Kadehlerde rakı /nazlı beyaz
vaniköy korusunun `teşrinler’deki sisi
gramofonda incesaz /meyhane musikisi
o şenliklerden heyhat kim kaldı”
* * *
Daha geçen hafta... Ön camdan arabanın siperliğini aşan güneş, gölgemi arka koltuğa oturtuyordu.
Ve gölgem, terlemediği için tuzu kuru derviş gibi arka koltuktan söyleniyordu bana:
“.ok var, ömür boyu yaşadığın, yıllardır yazdığın, her yaşında ayrı sevdalandığın bu şehirde...”
Diyordu da, yazılmışız karşılıklı bu şehre...
* * *
Dışarda yağmur yağıyor... Geçen hafta temmuza gitmiştik, şimdi marttan devam.
Sanki Nazım Hikmet kadar uzakta, eskide kalmış bahar:
“Dışarda bahar geldi karıcığım, bahar. /dışarda, bozkırın üstünde birdenbire
taze toprak kokusu, kuş sesleri ve saire...
(...) Yani kederden çıldırtmak için içerdeki adamı /dışarda bütün ustalığı, bütün takım taklavatıyla
ağaçsız boşluğa kıpkızıl inmekte bir bozkır akşamı
(...) bilhassa baharda ram eder kendine içerdeki adamı /hürriyet denen ifrit...
Bu bittecrübe sabit, karıcığım, bittecrübe sabit...”
Ve hatırlıyorum yine Attila İlhan’ın “Kim kaldı” şiirinin finalini:
““Öldü Nazım, Şamilof, Sarı Mustafa, kim kaldı”...

Haberin Devamı

Buçuklu mevsim

Yazarın Tüm Yazıları