Ah o radyo günleri

“ALO, alo, muhterem dinleyiciler”...Türkiye’nin “radyo günleri” 88 yıl önce bugünlerde bu anonsla başlamıştı. Hiç kimsede radyo alıcısı yoktu gerçi. (¹) Olsun... Biz de postanenin önüne bir hoparlör koyup ajans haberlerini öyle dinlettik millete.

Haberin Devamı

İlk radyo programları neydi derseniz... O da başka alem.
Kasım 1927’de başlayan Ankara Radyosu’nun evlere şenlik-evlere musiki programı mesela.
Saat 12.30-13.30: Gramofon. 18.00: Riyaseticumhur Filarmoni Orkestrası. Saat 18.40: Gramofon. 19.35: Viyolonsel konseri. Saat 20.10: Haberler ve kapanış.”
* * *
O tarihte, henüz bir kaç yıl önce Ankara’ya yerleşen Riyasetiçumhur Filarmoni Orkestrası (yani CSO), maharetini her gün 40 dakika bizzat halkın üzerinde denemiş, “acemiliğini” öyle atmış demek ki.
Ardından bir de 35 dakika viyolonsel.
“Başkent başkent olalı böyle zulüm görmedi” deyişinin o günlerde heyheylendiğini söylerdim ama...
Tanıl Bora
’nın her aklıma geldiğinde gülümseten Ankara ironisi, kulağımda:
“Timur istilâsı, Büyük Kaçgun ve 1. Cihan Harbi’nden beri yörenin gördüğü en büyük felâket Melih Gökçek’tir.”
* * *
Radyo günleri 1970’lere, yani TV’nin taksit-maksit eve dalmasına kadar imparatorluğunu sürdürdü.
Kimbilir kaç kuşak, o dönemde güne “Bugün 4 Mayıs Pazartesi, Demirbank hayırlı günler diler” anonsuyla başlamıştır.
O günleri en güzel anlatanlardan birisi de, kuşkusuz Woody Allen’dır.
Tüm ailenin şimdinin 55 ekran TV’siyle boy ölçüşen lambalı radyonun başına toplaştığı, spikere topluca kulak kabarttığı zamanlardır.
“Radyo Günleri (Radio Days)”ni Allen unutulmaz kılmıştır, esasında.
Kılmıştır da, filmdeki o hazin sözü de eski pirinç bir tabela gibi asılı kalmıştır:
“Gelecek kuşaklar bizim hakkımızda bir şeyler duyacak mı merak ediyorum. Sanmıyorum belli bir süre sonra her şey geçiyor. Ne kadar ünlü olduğumuzun veya dinleyiciler üzerindeki etkimizin hiç önemi yok.”
Ah o radyo günleri
Unutulur, unutulur...
Bilmem, kaç kişi bizzat hatırlar yahut bilir şu radyo anonsunu:
“Efekt: Ertuğrul İmer-Korkmaz Çakar, Birinci kadın: Macide Tanır, Birinci erkek: Yıldırım Önal, İkinci erkek: Haluk Kurdoğlu, Çocuk: Sancar Altuğ...”
Mikrofonda Tiyatro
(Radyo Tiyatrosu), bu anonsla başlardı akşamları.
Bazı aileler topluca, bazı şanslı çocuklar ise uykuya dalmadan yatağında küçük transistörlü radyosundan dinlerdi, ünlü klasikleri.
* * *
Tabi bir de yarım asır önce sabah kuşağında yer alan “Arkası Yarın” vardı.
Brahms’ı Sever misiniz?”i mi dinlersiniz günlerce... “Bülbülü Öldürmek”i mi, yoksa Agatha Christie’nin soluk soluğa polisiyelerini mi?
Cümle alem dinlerdi de, o günlerde bir çok radyo dinleyicisi, klasiklerin repliklerini bile ezberlerdi.
* * *
Radyonun demirbaşı, “Yurttan Sesler Korosu”nu, güne onunla uyanma ritüelini de unutmamak lazım.
Hele şehirlerarası otobüslerde...
Ankara’dan denizlere giden otobüslerin sürücüsü sabaha karşı deniz göründüğünde, radyoyu açardı.
Ve başlardı, “beraber ve solo şarkılar”...
Yolcular Muzaffer Sarısözen yönetiminde türkülerin, şarkıların eşliğinde uyanırdı, sabaha eren alacakaranlığa.
Gözleri mahmur, yüreğinde bir kuş... Her seferinde ilk kez görmüş gibi bakardı denize.
* * *
Bakardı da, Yılmaz Erdoğan’ın dediği gibi ne yana baksa deniz sanırdı.
Kimimiz onun gibi, şehirlerarası otobüslerde vazgeçti çocuk olmaktan.
Kimimiz çocukluğuna yaklaştıkça büyüyor hâlâ.
Bugünlerde radyolarda kutlanıyor, o eski, radyo günlerimiz. 88 yıl olmuş, o ilk anonstan beri.
Hani o koca lambalı radyolar açıldığında önce bir süre ısınırdı ya...
Isınıp, devam edeceğim.

Haberin Devamı


(¹) Radyo yayını başladığında ülkede 5’i yabancılara ait, biri Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde sadece 7 radyo alıcısı vardı.

Yazarın Tüm Yazıları