Yaşar Nuri Öztürk

İnsanın azması ve doğanın tahribi

17 Şubat 2009
Bugünkü zulüm imparatorluğu ABD’nin Amerika kıtasına ilk musallat olan ataları o toprağı sömürmeye ve kirletmeye başladığında bir kızılıderili reisi şöyle diyordu:

“Beyaz adam, anası olan toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne, alınıp satılacak, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar. Onun bu ihtirası toprakları çölleştirecek ve her şeyi yiyip bitirecektir. İşte o gün, insanoğlu için yaşamın sonu ve varlığını sürdürebilme savaşının başlangıcı gelip çatmış olacaktır.”

Doğanın güzellikleri, temizliği, ahengi ve dengeleri sadece ve sadece insan tarafından ihlal edilmektedir. Buna sebep olan olumsuzluk ise insanın doymazlığı, sınır tanımazlığı, kudurganlığıdır.

Kur’an burada, ‘tuğyan’ kökünden sözcükler kullanmaktadır.

Tuğyan, Kur’an’da, türevleriyle birlikte 40 civarında yerde geçer.

Tuğyan, Yaratan’a isyan, yaratılmışlara musallat olmaktır. Kur’an bu sözcüğü, azgınlıkta sınır tanımayacak kadar ileri gitmek anlamında kullanıyor. (bk. Râgıb Isfahanî, Müfredât, tuğyan mad.)

Kur’an’da, tabiat güçlerinin azması da tuğyan kökünden sözcüklerle ifade edilmektedir. Örneğin, Kur'an, Nuh Tufanı sırasında suların köpürüp azmasını tuğyan kökünden bir fiille ifade etmiştir. (Hakka, 11) Ne ilginçtir ki, suların tuğyanı ile boğulan Nuh devri zalimlerini Kur'an, ‘Zulme sapıp azan, yani tuğyan eden’ bir kavim olarak anmaktadır. (bk. Necm, 52)

Demek ki, temel varlık yasası şudur:

Yazının Devamını Oku

Kur’an’a göre arz (Yerküre)

16 Şubat 2009
Arz kelimesi Kur’an’da 460 küsur yerde geçmektedir. Bu demektir ki, arz Kur’an’ın en kavramlarından biridir.

Kur’an’ın arz hakkındaki anlayışını şu başlıklar altında verebiliriz:

 

 

Arz, Bir Gerçeklikler Alanıdır, Boşuna, Oyun-Eğlence Olsun Diye Yaratılmamıştır:

 

“Biz, gökleri de yeri de bunlar arasındakileri de eğlenenler/eğlendirenler olarak yaratmadık.” (Enbiya, 16; Dühan, 38)

 

“Allah gökleri de yeri de hak olarak yaratmıştır. Kuşkusuz, bunda, iman sahipleri için kesin bir mucize vardır.”

Yazının Devamını Oku

Zulüm

13 Şubat 2009
Zulüm, Kur’an’da, tü­revleri ile birlikte 300'e yakın yerde geçer. Kelimenin kökdaşı olan ve karanlık mânasına gelen zulmet kelimesini de ek­lersek, bu rakam yaklaşık 350 olur.

Işıksızlık anlamındaki zulmetle ayın kökten gelen zulüm kelimesi Kur'an bünyesinde küfür, şirk, kötülük, baskı, iş­kence, haksızlık anlamlarında kullanılmıştır. Dil bilgin­lerinin büyük çoğunluğu zulmün Kur'an dilindeki anlamını şöyle vermekteler:

“Bir şeyi ait ol­duğu yerin dışında bir yere koymak” 

Bundan da anlaşılır ki zulüm, yaradılış düzeninde yozlaşma ve yabancılaşmaya sebep olmaktadır. Ve bu anlamda en büyük zalim, insandır. Çünkü yaradılış düzenini ve ta­biattaki denge ve ahengi bozan tek varlık insandır.  

Kur'an, açık bir şekilde göstermektedir ki, bü­tün zulümler insan elinin ürünüdür. Tanrı asla zulmetmez. (4/40; 10/44; 18/49).  

Doğal düzen korunduğu sürece zulüm söz konusu olmaz. (4/34; 3/182; 8/51; 22/10; 50/29) 

Zulmün karşıtı adalettir ki, o da ‘her şeyi yerli yerinde yapmak, yerli yerine koymak’ anlamında­dır. 

Zulümle ilgili ayetlerin incelenmesi 3 tür zulümden bah­sedebileceğimizi göstermektedir. 

1. İnsanla Tanrı arasında zulüm:

Yazının Devamını Oku

Ölçü ve dengeyi bozan tek varlık: İnsan

12 Şubat 2009
Varlık ve oluşta her boyutta ve her seviyede ölçü ve ahengi, dengeleri bozan tek varlık insandır.

Everest dağının tepesine tırmanan dağcıların, o tepeyi bile çöp yığınına döndürmeleri dünya basınında hayretler yaratan bir haber olmuştu.

 

Kanada hükûmeti, yıllardır sürdürdüğü fok balığı avlama yasağını 2007 yılında kaldırdığında birkaç ay içinde telef edilen fok balığı sayısı 275 bine ulaştı.

 

Ne için öldürüldü bu hayvanlar? Derilerinden kürk yapılsın diye.

 

Nasıl öldürüldüler? Sopalarla. Ve kürklerin kalitesi bozulmasın diye, bu masum hayvanların derileri daha canları çıkmadan yüzüldü.

 

Yazının Devamını Oku

Hz. Peygamber’in çevreciliği

11 Şubat 2009
Din yobazının, esas kişiliğinin tam tersi bir imajla tanıttığı Hz. Muhammed’in en hayatî sünnetlerinden biri doğayı korumak, ekolojik dengelerin zedelenmemesi için gayret göstermekti.

Şöyle buyuruyor:

“Sizden biriniz elinde bir hurma fidanı varken kıyametin kopma vakti gelirse ve o kıyamet kopmadan o fidanı dikme imkânı varsa, o kişi o fidanı hemen dikiversin!” (İbn Hanbel, Müsned, III 183, 184, 191 

“Uhud öyle bir dağ ki, o bizi sever, biz de onu severiz.” (Buharî, Cihad 71; Müslim, Hac 504) 

Askerlerine verdiği şaşmaz emirlerin başında şu vardı:  

“Yaş ağaçları, yaş ekinleri kesmeyin, nehir ve ırmaklardan su kullanırken israf etmeyin.” 

İslam tarihçilerinin en ünlülerinden biri olan Belâzürî (ölm. 279/892), ünlü eseri Fütûhu’l-Büldân’ın’da  Hz. Peygamber’in bitki ve ağaçları koruma, sit alanları yaratma ve ağaç kesenleri takibe alma gibi konulardaki sünnetini çeşitli vesilelerle gündeme getirip belgelemiştir. Ne yazık ki, Peygamberimizin bu sünnetinden İslam dünyasında hemen hemen hiç bahsedilmemiştir.  

Her halde sakal, sarık ve Arap fistanından bu tür sünnetlere yer kalmamıştır.  

Dahası var: 

Yazının Devamını Oku

Üç kitap gerçeği

10 Şubat 2009
Kur’an kendisini defalarca, ‘kitap’ diye anmaktadır. Kur’an, bütün peygamberlere gelen vahyin genel adı olarak da kitap kelimesini kullanmaktadır.

Yani,  kitap Kur’anın adlarından biri olduğu gibi vahyin de genel adıdır.

 

Yine Kur’an’a göre, kitap ayetlerle doludur. Bütün kutsal kitapların belli söz kümeleri ayettir.

 

Fakat işin esas hayranlık uyandıran kısmı bundan sonrasıdır: Kur’an, kendine kitap dediği gibi, insana ve evrene de kitap gözüyle bakmaktadır. Çünkü tıpkı Kur’an gibi, insan ve evren de ayetlerle doludur.

 

Dahası: Ayetin üç kitapta yer alanı da kutsaldır, korunasıdır.

 

Yazının Devamını Oku

Tanrısal ışık ve Tanrı’nın yüzü olan evren

9 Şubat 2009
Kur’an’ın bize tanıttığı evren sonsuz değildir ama, sınırlı da değildir. O her an büyümekte, olmakta ve yenilenmektedir.

Evren, bütünüyle Tanrı’nın ışığıdır. Şöyle de diyebiliriz: Tanrı evrendeki tüm ışıktır.

 

Işık anlamındaki ‘Nûr’ sözcüğü, Tanrı’nın isim-sıfatlarından biridir. Ve Kur’an’ın surelerinden birinin de adıdır. Kur’an Tanrı-ışık gerçeğini, kendine özgü muhteşem üslûbu içinde şöyle ifade etmektedir:

 

“Allah, göklerin ve yerin nûrudur.” (Nûr, 35)

 

Dahası var:

 

Yazının Devamını Oku

Kader alın yazısı mı, tabiat kanunları mı?

5 Şubat 2009
‘Kader’; ölçü, ilke, kural, düzen, takdir, ahenk demektir. Kur’an kader kelimesini hep bu anlamda kullanır.

Elimizdeki geleneksel akait kitaplarındaki kader anlayışının Kur’an’daki kader kavramıyla bir ilgisi yoktur. O kitaplar yoluyla asırlardır taşınan ve bizlere öğretilen kader, Bakara suresi 104. ayetin tam tersine giden, sürüleşmiş bir toplum yaratmak isteyen saltanat odaklarının kitleyi uyuşturmak için oluşturdukları Kur’an dışı bir anlayıştır.

Bu anlayışla Müslüman kitlelerin getirilmek istendiği yerin ne olduğunu, İslam’ın temel kabulleri gibi benimsettirilen ‘ilkeler’den seçtiğimiz şu birkaç örnek çok iyi göstermektedir:

1. Devlet başkanı, ahlaksızlık da zulüm de işlese azledilemez.
2. Sapık ve zalim bir imamın peşine de olsa namazı cemaatle kılın.
3. Dünya, müslümanın cehennemi, kâfirin cennetidir.
4. Her insanın cennetlik veya cehennemlik olacağı, varlıklar âlemi yaratılmadan çok önce belirlenmiştir.

İnanç manifestosunun içine sokulan bu Kur’an dışı hezeyanların tümü Emevî yalanıdır. Kur’an’dan hiçbir dayanakları yoktur. Kur’an bunların tümünün tersini söylemektedir.

Kur’an’da, bu şekliyle bir kader kavramı olmadığı gibi, ‘kadere iman’ diye bir tâbir de yoktur. Bu tâbiri de, Peygamberimizden yıllar sonra, Emevî idaresi din kitaplarına sokturmuştur.

Yazının Devamını Oku