Ağzınızdan çıkanı kulağınız duyuyor mu?

ASLINDA kullandığımız dil, kelimeler tamamen bizim ürettiğimiz birer ürün. İnsanoğlu belli bir zaman diliminde yaratıyor bir dili. Bir süre sonra da, o dile ait birçok kelime işlevini yitiriyor. Raf ömrünü tamamlıyor.

Haberin Devamı

Bunu aklıma getiren ise şu: Malum bu günlerde en popüler konumuz, küreselleşme. ABD’deki Trump fenomeni de, Avrupa’da Trump-vari aşırı sağın hızla yükselişi de, küreselleşme-karşıtı dalganın gitgide büyüdüğünü gösteriyor. Fransa’da aşırı sağın temsilcisi Marine Le Pen’in geçen hafta söylediği gibi: “Artık mücadele sağ ve sol arasında değil; küreselciler ve milliyetçiler arasında.”

İşte ABD’nin en köklü düşünce kuruluşunun başkanı da, bu yeni gerçeklikten yola çıkarak küreselleşme tezine ait kelimelerin nasıl çürüdüğünü ortaya koymuş. Bahsettiğim kişi, Richard Haass. Yani ABD’nin en eski ve en güçlü düşünce kuruluşu olan Dış İlişkiler Konseyi’nin (Council on Foreign Relations) Başkanı.

Haass “Foreign Policy” dergisinde yayınlanan makalesinde mealen, “Küreselleşme tezine inanarak bazı sözcükler türetilmişti. Ve fakat artık bunlar lügattan çıkarılmalı” diyor.

Haberin Devamı

UYDURULMUŞ KELİMELER

YAZISINDA ele aldığı kelimelerden biri, “dünya vatandaşı”. 2000’lerin başında, yani dünyada küreselleşmenin en hızlandığı dönemde, bu terim çok tutmuştu. Bir yandan da sanki “cool” birşeydi. Sınırları aşmış olmanın bir göstergesi gibi...

İşte Haass da diyor ki: “Böyle bir olgu yok. Vatandaşlık, milli bir kavramdır. Bunun yerine insanları dünya meseleleriyle daha fazla ilgili olmaya çağıralım. Ki bu da onları kendi ülkelerinin daha iyi bir vatandaşı yapar.” Dünyanın da ancak bu şekilde daha iyi bir yer haline gelebileceğine inanıyor.

Yer verdiği bir diğer kelime de, “uluslararası toplum”. Hakikaten siyaset bilimi master’ı ve doktorası yaptığım yıllarda sık sık karşıma çıkan bu kelime, beni çok zorlamıştı. Bu topluluk kimlerden oluşur? Nerede başlar, nerede biter? Ne yapar, ne yer, ne içer? Cevapları yok çünkü tamamen kafamızda oluşturduğumuz, belli bir dönemin ruhuna uydurulmuş bir sözcük.

Haass da diyor ki: Dünyada hep bir kriz çıktığında, bu kelimeye başvuruldu. Birleşmiş Milletler nezdinde hep “uluslararası toplum” denilen yapının harekete geçmesi beklendi. Ama o hiç harekete geçmedi. Çünkü sorun şu ki, o aslında yoktu.

Haberin Devamı

‘SÜPER GÜÇ’ EMEKLİ

BİR diğer kelime ise “kendi kaderini tayin hakkı” (self determinasyon). “Halkların kendi bağımsızlığını ilan etme hakkı” anlamına geliyor. Haass bu kelimenin, “sömürgecilik” sonrasında üretildiğini söylüyor. Yani halkların yabancı güçlerin istilasından kurtulup, bağımsız olma mücadelelerinin baskın olduğu dönemden bahsediyor.

Oysaki şimdi hem “hangi halk böyle bir hakka sahip” sorusunun tartışmalı olduğunu söylüyor hem de bir halkın bağımsız olmasının, başka bir halkın egemenliğine mal olacağını savunuyor. Buna örnek olarak da Kürtleri, Filistinlileri, Basklıları gösteriyor.

Haass, “süper güç” kavramının da altının boşaldığına işaret ediyor. Bu da Soğuk Savaş sonrasında, küreselleşmeyle birlikte ABD tarafından raflara sürülmüş bir kavram. Haass bunun abartıdan başka birşey olmadığını, ABD’nin yapabileceklerinin bir sınırı olduğunu yazıyor. “Süper güç emekli oldu” diyerek de noktayı koyuyor.

ÖLEN DİLLER

Haberin Devamı

KISACASI kullandığımız kelimeler, içinde bulunduğumuz koşullara göre şekilleniyor. Ve koşullar değiştikçe, o döneme ait kelimeler de değişiyor. Yani aslında sözcükler o zamanın güç dengelerini, dinamiklerini birebir yansıtıyor.

Ancak kelimeleri belirleyen, sadece içinde bulunduğumuz zaman değil. Yaşadığımız mekan, coğrafya da bir diğer etken. Mesela “gönül” kelimesi Türkçede mevcutken, başka bir dile çevrilemiyor. Bu da bu kelimenin başka yerlerde tam anlamını bulamadığını gösteriyor. Aynı şekilde, bazı kelimeler bazı yerlerde belli bir ihtiyaçtan doğuyor.

Sadece kelimeler değil, topyekûn bir dil de doğup yok olabiliyor. Yeni Şafak yazarı Taha Kılınç 8 Şubat’ta köşesinde bunu hatırlatıyordu: İbranice asıl Tevrat’ın diliyken, İsrail devletinin kuruluşuyla birlikte günlük hayatta kullanılan, yani yaşayan bir dil haline geldi. Latince ise Roma İmparatorluğu’nun resmi diliyken, yani dünyanın en güçlü diliyken, İmparatorluk’un çöküşüyle birden “ölü dil” oldu. Bugün bu dili konuşan yok.

Haberin Devamı

Bununla birlikte, yerel diller de yok oluyor. İngilizce de gitgide egemen hale geliyor. Birleşmiş Milletler tam 1 yıl önce yayınladığı raporda bunu ortaya koymuştu: Dünya nüfusunun yüzde 97´si, yaşayan dillerin yalnızca yüzde 4´ünü kullanıyor. Ve her 2 haftada bir yerel dil kayboluyor.

İŞTE kullandığımız kelimelere bir de buradan bakmak gerekiyor. Türkçe sözlükte de kimbilir çöpe atılacak kaç kelime, miadını doldurmuş kaç kavram var? Ve ağzımızdan çıkanın ne kadar farkındayız?

Yazarın Tüm Yazıları