Popülizm ve kutuplaşma faydalı mıdır?

Son zamanlarda popülizmi araç haline getiren siyasi partilerin toplumsal kutuplaşmaya yol açtığı ve bunun da demokratik toplumlarda giderek huzursuzlukları artırdığı görüşü tüm dünyada yaygınlaşıyor. Avrupa'da özellikle aşırı sağcı siyasi partilerin ve liderlerin başı çektikleri popülist akımların en önemli özelliklerinin ise Avrupa Birliği karşıtı olmaları dikkati çekiyor.

Haberin Devamı

Bazı çevrelerde ise, popülizmin o kadar da kötü olmadığı, kutuplaşmanın siyasi alternatif arayışlarına yol açtığı, bunun da demokrasiyi güçlendirdiği savunuluyor.

Popülizme ve bunun sonucunda toplumsal kutuplaşmaların arttığına işaret olarak gösterilen seçimler arasında Avusturya'da yapılan Cumhurbaşkanlığı ve Hollanda'da yapılan parlamento seçimleri gösteriliyor. Ancak her iki ülkede de popülizmin değil ona karşı direnç göstererek demokratikleşme yönünde saf tutan kitlelerin zafer kazandıkları ileri sürülüyor. Bu da popülizmin olumlu bir yansıması olarak sunuluyor.

Avusturya'da Cumhurbaşkanlığı seçimleri aşırı sağcı Özgürlük Partisi lideri Norbert Hofer ile Yeşiller Partisi'nin eski lideri olan ancak seçimlere bağımsız aday olarak giren Alexander Van der Bellen arasında geçmişti. 2016 yılının Mayıs ayında yapılan seçimleri Bellen oyların %50,35'ini alarak kazanmış ancak Anayasa Mahkemesi seçimlerde görülen bazı usulsüzlükler nedeniyle seçimleri iptal etmişti.

Seçimlerde usulsüzlük yapıldığına dair iddialar demokratik ülkelerde büyük bir ciddiyetle inceleniyor ve sonucunda seçimlerin iptaline dahi gidilebiliyor. Avusturya'da Aralık ayında yenilenen seçimlerde Bellen seçimleri bu defa oylarını artırarak kazandı.

Hollanda'da da benzer bir durum vardı. Seçimler Başbakan Rutte'nin partisi olan Halkın Özgürlük ve Demokrasi Partisi ile aşırı sağcı lider Geert Wilders'in Özgürlük Partisi arasında amansız bir yarışa sahne oldu. Türkiye bu yarışta her iki liderin de popülist söylemlerine alet edildi.

Seçimlerin sonucunda Rutte'nin partisinin kazanmasını popülizmin yenilgisi olarak takdim etmeye çalışanlar var. Bu görüşe katılmak güç zira Rutte de en az Wilders kadar popülist taktiklere başvurdu.

Ancak daha da önemlisi, kaybettiği ileri sürülen Wilders'in partisi birinci parti olamasa ve başbakanlığı elde edemese de, parlamentodaki sandalye sayısını yüzde otuz oranında artırdı. Rutte'nin partisinin sandalye sayısı ise yüzde yirmi oranında azaldı.

Seçimlerde nihai ve mutlak zafer elde edemeseler de gerek Avusturya'da gerek Hollanda'da AB karşıtı ve aşırı sağcı siyasi partiler parlamentolarda etkin konumlara sahipler. Bu yıl sonbaharda Almanya'da yapılacak olan parlamento seçimlerinde de "Almanya için Alternatif" isimli partinin önemli bir başarı sağlayabileceği ve parlamentoya güçlü şekilde girebileceği söyleniyor.

Fransa'da da durum aynı. Marine Le Pen'in başkanı olduğu Ulusal Cephe Fransa'da gücünü artırıyor. Nisan ayında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Le Pen'in ikinci tura kalacağına neredeyse mutlak gözüyle bakılıyor.

Hatta, çok büyük bir oranla olmasa da, ikinci turun sonunda Cumhurbaşkanı seçilmesi olasılığının sürpriz olmayacağını düşünenler dahi var. Le Pen de seçilirse Fransa'nın AB'den çıkması için referanduma gitmeyi planladığını belirtiyor.

Popülizm toplumda kutuplaşma yaratan, genellikle milliyetçi duyguları körükleyen, "öteki" üzerinden hasım belirleyen, "ya bizdensin ya da bize karşı" sloganıyla karşı görüşte olanları sindirmeye çalışan ve oy oranını artırmak için demokratik olmayan her türlü yönteme kolaylıkla başvurabilen bir akım.

Avrupa Birliği kendi içinde güçlüklerle karşılaştıkça ve sorunlarını çözebilen liderlerin azaldığı bir döneme girdikçe, AB karşıtlığı da giderek bu söylemin önemli bir aracı haline geliyor. Açıkçası, popülizm Avrupa karşıtlığı üzerinden ve AB'nin sırtından nemalanıyor.

Toplumsal kutuplaşma demokrasinin düşmanı. Kutuplaşma olan toplumlarda gerginlikler artıyor, taraflar spor kulübü tutar gibi parti tutuyor ve sonunda "öteki" olarak nitelendirdikleri grubu simgeleyen herşeye karşı oluyorlar.

Gerçek demokratik toplumlarda kutuplaşma ve toplumun "biz ve ötekiler" şeklinde ikileştirilmesi yerine siyasi çeşitliliğin olabildiğince artması gerekiyor.

Böylece birbirine alternatif politikaları, düşünceleri ve görüşleri temsil eden partilerin siyaset sahnesinde yer almaları mümkün oluyor. Birçok ülkede örneklerinin görüldüğü gibi uzlaşma kültürünü öne çıkaran, gerektiğinde koalisyonlarla toplumsal temsilin en geniş şekilde gerçekleşmesine olanak veren sistemler daha demokratik, özgürlükçü ve eşitlikçi oluyorlar.

Avrupa önemli bir sınavdan geçiyor ve önümüzdeki yıllarda da geçmeye devam edecek. Avrupa karşıtları bu sınavın sonucunda AB'nin çökeceğini umuyor ve ellerini ovuşturuyorlar. Gerçek demokrasiye inananlar ise Avrupa'nın bu sınavdan da demokrasinin galibiyetiyle çıkacağını umuyorlar.

Dünyanın daha insancıl yaşam koşullarının ve adaletin hüküm sürdüğü bir ortama kavuşup kavuşmayacağı da bu mücadelenin sonunda belli olacak.

Yazarın Tüm Yazıları