Değişen çok da bir şey yok

Geçenlerde Youtube’da BBC’nin 1980’lerin hemen başında çekilmiş, Türkiye ekonomisi belgeselini izledim.

Haberin Devamı

Başbakan Yardımcısı Turgut Özal’dı. Yani 1982 falan olmalı. Rahmi Koç, Turgut Özal ve Sakıp Sabancı ile söyleşiler yapılmış belgeselde. Belgesel başlarken, “Hükümet bu yüzyılın sonunda Türkiye’yi AET’ye tam üye yapmayı hedefliyor” diyor. Bahsettiği yüzyılın sonunun üzerinden, 2 ay sonra 19 yıl geçmiş olacak. Belgesel yapılalı 36 yıl. AET yani bugünkü AB’ye başvuralı neredeyse 60 yıl (1 Temmuz 1959), ortaklık anlaşması imzalayalı ise (1 Aralık 1964) 54 yıl olmuş. Yani bir kuşak, bu hayallerle berhava olmuş.
Bizim yaşlarımızdakilerin hemen hatırlayacağı gibi belgeselde, Türkiye’nin zor koşullarına rağmen, kendi kendine nasıl yettiğinden de dem vuruluyor. Yapılan barajların, Türkiye’ye neler getirdiğini çok güzel anlatıyor. Hele bir Boğaz Köprüsü sahnesi var ki görülmeye değer. Üzerinden sayılabilecek kadar araç geçiyor.
1945’ten 1975’e kadar, Türkiye nüfusunun 19 milyondan 40 milyona çıktığı ve 2000’de de 90 milyon olacağı ifade ediliyor (Allah’tan doğum oranımız düştü de 2018’de 80 milyon anca olduk).
BBC gerçeği görmüş. Bu nüfus artışının şehirlerde olacağını söylüyor. “Eskisi gibi kendi kendilerine yetecekleri köy evlerinde değil” diyor. O gün köylerde yaşayan oranı yüzde 60. Bugün yüzde 8’den bile az.
Peki o günden bugüne büyüdüğü iddia edilen Türkiye’nin durumu gerçekten de öyle mi? Nereden baktığınıza bağlı. Dünyayla birlikte büyüdüğü kesin. Ama sıralamada patinaj yapıyoruz. 15. ve 20. Sıra arasında gidip geliyoruz. 1987’ye kadar bizim gerimizde olan Güney Kore alıp başını gitti. Yani bir kalkınma anlayışımız yok. Bağlı bulunduğumuz Batı aksı büyüdükçe, biz de onların tedarikçisi ve iş gücü olarak büyüyoruz. Ama kendi planımız yok gibi. 1960’larda da 2020’lerde de Türkiye her açıdan dünyanın ilk 20’sinde ama öteye geçemiyor.
SABANCI’NIN SÖZLERİ…
Belgeselde rahmetli Sakıp Sabancı’nın sözleri çok ilginç. Sabancı, şöyle diyor:
“Faraza, Türk toplumuna 30-40 yıl önce sorsaydık, nüfus bu denli büyüyecek ve bu nüfusun bütün isteklerini ulusta üreteceksin. Bunun cevabı olmayacak şeyi istiyorsun, hayır olurdu. Hayır olmadı. Daha ileri bir adım gitseydik. Bunula da kalmayacaksınız siz ayrıca dış memleketlere ihracata başlayacaksınız denseydi, ona da cevabımız rüya görüyorsun, hayalperestsin, vaz geç bu rüyadan olurdu. Biz Türk toplumu rüyayı gerçekleştirdik. Onun için rekabetten korkmuyoruz.”
Dış borç, özellikle enerji için harcanan para o zaman da yüksek. Turizm vurgusu, çok dikkat çekici. “Türkler şanslı. Ne tür turist istediklerini seçebilecek noktadalar. Potansiyel bir altın madeni” diyor belgeselde. Kitlesel turizm yerine tarihe vurgu yapıyor. Bugün ise her şey dahil turizm. O günlerde henüz AB yok, Avrupa Ekonomik Topluluğu var ve Türkiye’nin girip giremeyeceği de tartışılıyor belgeselde. Anlatıcı şöyle bitiriyor belgeseli:
“Türkiye ekonomisinin, Batı sermayesine ve teknolojisine ihtiyacı var. Batı Avrupa’nın ise NATO savunması, bazı gıda ürünleri, ihracat pazarı ve iş gücü için Türkiye’ye ihtiyacı var. Türkiye ve Avrupa arasında mutlu bir evlilik yaşanabilir ama nişanlılığın uzun süreceği kesin.” Gördüğünüz gibi değişen çok da bir şey yok.
Kalın sağlıcakla.

Yazarın Tüm Yazıları